Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Pazar günleri, gazetelerin çıkardığı eklere bayılıyorum. En ciddi ve sıkıcı olanlar bile, “itiraf ediyoruz hayatta güzel şeyler de oluyor” şeklinde gündem dışı, farklı ve insana kendini iyi hissettiren haber ve röportajlara yer veriyor.

        Geçtiğimiz pazar geleneği bozmayarak, yine tüm ekleri toplayıp göz atmaya başladım. Bir sürü röportaj, yazı dizisi, haber ve reklam vardı. Algıda seçicilikten midir bilemiyorum fakat nedense bana, hepsinin içinde benzer ifadeler geçiyormuş gibi geldi. Birinde yaz kış demeden kendini dağlarda bulan bir yogiden bahsediliyordu.

        KAÇIŞ NOKTASI

        Aç kalıyordu, teknolojiden uzak yaşıyordu, yalınayak dolaşıyordu ve iddia edildiğine göre en sonunda iç sesini duymaya başlıyordu. Diğerinde serbest dalış rekortmenimiz Şahika Ercümen’in; suyun altında nefes aldığını, günün yaşam ve telaşını su yüzeyinde bıraktığı kaçış noktası olduğunu söylediği röportajı yer alıyordu.

        Bir diğerinde ünlü performans sanatçısı Sırp Marina Abramoviç’in, insana kendini insan gibi hissettirmek adına düzenlediği yeni gösterilerinden bahsediyordu.

        İnsanları yavaşlatıyor, unuttukları duyguları anımsatıyor, sabretmenin bir erdem olduğunu hatırlatıyordu. Haberlere bakılırsa, insanoğlu sıkılmıştı, mevcut şartlardan bunalmıştı, kafasının içi o kadar gürültülüydü ki, içinden söylediklerini duyamıyordu ve ciddi bir sükunete ihtiyacı bulunuyordu. Tamam da insanoğluna ne oldu?

        Aslında olan basit; azıcık aşım kaygısız başım atasözünün anafikriyle yüzleşmiş bulunmaktayız. Sorun şu ki; 21. yüzyılda varolmak, günün gerektirdiği bir insan olmak için azıcık aş ile hayat geçmiyor.

        İnsanlar kalabalık, etrafı değilse bile, iç dünyası, kafasının içi, vücudundaki gerginlik, zihindeki soru işaretleri ve gelecek kaygısı tek kişiyi dahi dev bir kadro haline dönüştürüyor. Hepimizin üzerinde adını koyamadığımız bir ağırlık var. Kafalarımız kazan gibi... Bizi ne ve ne ara bu hale getirdi onu bile hatırlayamıyoruz.

        Bir gün içerisinde o kadar uyaranla karşı karşıya kalıyoruz ki, her günü bir hafta gibi geçiriyoruz. Kendimize en büyük zararı yine kendimiz veriyoruz ama inanın bunun bile farkına varamıyoruz. Eskilerin “idrak etme” ifadesini çok seviyorum.

        Hah işte biz onu bile yapamıyoruz. Çünkü herhangi bir şeyi idrak etmek için bile, insanın kendi kendine sessiz, sakin, içe dönük serbest bir vakit ayırması gerekiyor. Peki bunu kaçımız ne zaman yapıyoruz?

        YENİ SLOGANIMIZ; YAVAŞ

        Şayet dağlara çıkıp, aç susuz yalınayak gezmek çareyse, hadi hep birlikte yapalım. Ama telefonunu bir hafta süreyle kim kapatabilir? Teknolojiden kim kopabilir?

        Facebook hesabınızı kapatıp, Twitter’dan çekilip, Instagram’daki takipçilerinizi hayal kırıklığına uğratmayı hanginiz göze alabilir?

        Kaldı ki aranızda cep telefonunu kapatabilen var mı? Hayır, benimkisi ancak şarjı biterse kapanıyor, fark ettiğim anda da, saniyeler ya da dakikalarca “ulaşılamaz” olma fikri, kalp atışlarımı hızlandırıyor da ondan sordum.

        Bana sorarsanız önümüzdeki yıllarda insanoğlunun hayat sloganı “yavaş” olacak. Hani hem hızını alamayıp fütursuzca koşan küçük bir çocuğa söylenen bol ş’li bir “yavaşşşş” anlamında hem de “sakin olun, acele etmeyin, silkenelip kendinize gelin” manasında. Ve tabii herkesi ciddi bir keşif süreci bekliyor.

        Kim ne yaparken kendini, yavaş, sakin, mutlu, arınmış, temiz ve huzurlu hissediyorsa onu bulup, yapacak. Denizin dibi, dağın tepesi, yerin altı, yatağın içi olabilir.

        Kim her nerede armudun sapı, üzümün çöpü demiyorsa orada dursun, herkes iç sesini duyabildiği yerde sağolsun!

        Diğer Yazılar