Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Çocuk içine doğduğu ortamda kendi anlam verme sistemini oluşturma çabasını başlar. Hepimiz anlam verme sistemimizi bir aile ortamında geliştirmeye başlarız. Çocuğun içinde yetiştiği aile çocuğun aklının gelişmesine destek ya da köstek olabilir. Çocuk anlam verme sistemini geliştirirken bir yandan özdeğerini de geliştirmeye başlar. Özdeğeri yüksek kişi, mutlu bir şekilde yaşamaya hakkı olduğuna ve bunu gerçekleştirebilecek gücü olduğuna inanır. Özdeğer alanında psikolojide önder isimlerinden bir olan Amerikalı psikolog Nathaniel Branden, özdeğer tanımının iki boyutu olduğunu belirtir: 1- kişinin kendisini yaşama uygun görmesi (feeling appropriate to life); 2- mutlu bir yaşam için kendi aklına ve becerilerinin yeterli olduğuna güvenmesi (efficacy).

        Özdeğer iki nedenden dolayı insanın yaşamında çok önemli: 1) Özdeğer kişinin kendine ve dünyaya nasıl bir anlam vereceğini temelden etkiler. Özdeğeri yüksek biri sakin ve huzur içinde ilişki kurarken, özdeğeri düşük biri aynı ortamda kaygılı ve gergin bir tavır içinde olur. 2) Özdeğer yaptığımız seçimleri büyük ölçüde belirler. Farkında olduğumuz ya da olmadığımız binlerce günlük seçimlerle yaşamımı oluştururuz. Özdeğeri yüksek kişi akılcı ve gerçekçi seçimler yaparak mutluluk ararken, özdeğeri düşük kişi aklına güvenmediği ve gücüne inanmadığı için acıdan kaçınmak, kendini bilinmeyen düşmanlardan korumak üzere seçimlerini yapar. Özdeğeri yüksek kişi yeni deneyimlere, onların getirdiği heyecanlara kendini açarken, diğeri kendi hapishanesinin duvarlarını örerek tek düze bir hayat yaşar.

        Aile ortamı çocuğun özdeğerinin tek belirleyicisi değildir, ama en önemlisidir. Çocuğun özdeğerini olumsuz etkileyen etkenlerin bir listesini vermek istiyorum: (Bu listeyi Nathaniel Branden’in yazılarından ve kitaplarından esinlenerek oluşturdum.)

        - Çocuk kendince önemli şeyler anlatırken onu dinlemeyerek, “umurumda değilsin,” duygusunu vermek.

        - Başkalarına konuşurken ona bakmamak, onu dışlamak.

        - Sürekli “koşma düşersin; dokunma kırarsın” türü sözler söyleyerek çocuğa yetersizsin duygusunu vermek

        - “Ağlama, bağırma, gülme, konuşma” gibi sözlerle onun duygularını ifade etmesini engellemek.

        - Onunla alay etmek, onu küçük düşürmek.

        - Onun düşünce ve duygularının saçma ve değersiz olduğu izlenimini vermek.

        - Çocuğu utandırarak ve suçlu hissettirerek denetlemek.

        - Aşırı koruyucu bir tavır içinde çocuğun yaşamla temasını kesmek.

        - Temelde, “sende bir bozukluk var; sen normal değilsin,” duygusunu vermek.

        - Çocuğu tamamıyla başıboş bırakarak hiç ilgilenmemek, hiçbir disiplin oluşturmamak.

        - Keyfi olarak değişen kurallara göre yetiştirmek.

        - Dayak korkusuyla yetiştirerek onu ezik, korkak, sinmiş biri haline getirmek.

        - Bir cinsel nesne gibi bakmak, konuşmak ve kullanmak.

        - Doğuştan uğursuz, lanetlenmiş, günahkâr olduğunu söylemek.

        Aklına güvenmeyen, yeteneklerinin yetersiz olduğunu düşünen kişi sürekli kaygı içinde olur. Bu kaygı yaşam onun enerjisini sömürür yok eder. Kendi yaşamında var olmaya cesaret edemez. Bu tür insanların çoğunlukta oldu bir toplumda bilim ve sanat gelişemez.

        Kendi yaşamında var olmaya cesaret edemeyen insan içten içe öfkelidir. İçinde hem kendine, hem çevresine karşı örtük bir öfke vardır. Bu öfke kendini şikâyet etme, karamsar olma, sevgisizlik, her olayın arkasında art niyet ve komplo arama şeklinde gösterir.

        Böyleleri başarılı ve mutlu olmayı hak etmediklerine inandıkları için elde ettikleri başarının kalıcı olacağına inanmazlar; kendi kendilerini sabote ederek kendilerini mutsuz ve başarısız hale getirirler. Ve sonra, “zaten biliyordum başarı ve mutluluğun uzun sürmeyeceğini,” derler.

        Diğer Yazılar