Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Eğer bugün yaşasaydı Neyzen tevfik, ne olacak Türkiye’nin hali diye sorsaydık acaba ne derdi? Doğrusu bunu hep merak ederim.

        Galiba şu fıkradaki gibi yanıtlardı.

        Bir gün Neyzen tevfik, Birinci Dünya savaşında iki gözünü de yititrmiş bir tanıdığıyla söyleşmektedir.

        Tanıdığı sorar:

        -Durumu nasıl görüyorsun Tevfik’ciğim?

        “Karanlık” diyecekken vazgeçer.

        * * *

        Denize aşırı düşkün bir çocuktur Tevfik. Halikarnas Balıkçısı, Neyzen’in o günlerini şöyle anlatır:

        “ Bodrum’un hemen hemen gölge sayılmayan o ışık dolusu havasında yağızlaşan kara kuru bir çocuktu. Adı tevfik’ti. Arşipel’in okşadığı o yumuşak kumsallarda çıplak ayaklarıyla koşarak suları çınlatır, kırnap ucuna bağlı kürek tahtasıyla oyuncak kayığını, limanın ay biçimli kavsince çeker, götürür, getirirdi. Kumsal kıyısına sıralanan çardakalatı kahvehanelerinin yere serili hasırlarına müşteriler yan gelerek kahvelerini içerler, durgun bakışları Karaada ile İstanköy arasındaki açıkta ufka dalardı.”

        Tevfik henüz yedi yaşındayken tanışır neyle. Ege kıyısındadır, gecenin bir vakti tutunmuş babasının paçasına, denize vurmuş mehtapla oynarken...Sonra der ki: “O gece Ege denizinin cavidani dekoru içinde benlimi saran o lahuri sestir ki, beni bugünkü derbeder, ne aradığı ne istediği bilinmez, bazen Eflatun’la boy ölçüşecek kadar akıllı, çok kere de tımarhaneye iltica edecek kadar bedmest Neyzen Tevfik yaptı.”

        Tevfik’inneyli, denizli günleri beş altı yıl sürdü. Babasının Urla’ya atanması üzerine ilk göz ağrısını, denizi unutmak zorunda kaldı. Tek avuntusu ney’dir artık. Tercüme-i Halim’de şöyle diyecektir:

        Bu tavru tarz ile geçti beş altı yıl, derken

        Göründü İzmir’e doğru sefer bu yerlerden.

        Satıldı sandalı yalnız, onu kavalla kader

        Çırak çıkardı, hayal oldu aşiyan-ı peder.

        Neyzen tevfik’in en büyük üzüntüsü denizden kopmaktır, o da sarılır ney’e. Denzi insanı hem kadercidir hem de gerçekçi. Denize açılacaksa sevdiklerine ‘veda etmez’, domuza dönmüş deniz öbür dünyayı da unutmasına izin vermez, ama yaşadığı tek gerçek olduğunu da bilir, bu nedenle ney ile mey hiç çıkmaz yaşamından ölünceye dek.

        * * *

        Neyzen Tevfik kafayı iyice bulmuş, yalpalayarak giderken bir tanıdığına rastlar.

        - Yazık dostum, yazık, der karşısındaki. Canına hiç acımıyorsun. Bu gidişle fazla yaşayamazsın...

        Neyzen adamın yüzüne bakıp gülümser:

        - Ömür denilen, içi su dolu fıçıya benzer. İçindeki, azar azar da kullansan, hepsini de boşaltsan, mutlaka biter.

        * * *

        Neyzen bir söz bir hiciv ustasıdır. Kimseden korkusu yoktur onun.

        Cumhuriyet gazetesinin unutulmaz yazarı Mustafa Ekmekçi, Atatürk’ün şoföründen dinlediklerini yazıyor:

        “Bir gün Neyzen Tevfik’i çağırdı. Ona bir soru sordu. Neyzen şu cevabı vermişti;

        - Hiçbir şey değişmedi, saz söz aynı, yalnız artistler değişti.

        Atatürk Neyzen’e çok kızdı... Bir zaman geçti, yine Neyzen Tevfik’i çağırdı. Bu sefer Neyzen Tevfik çok korkmuştu. Ben koluna girerek yanına çıkardım. Atatürk bu kez, Neyzen’e aynı soruyu sordu. Neyzen’in cevabı şu oldu:

        - Yine öyle, eskiden sormadan asarlardı, şimdi önce soruyorlar, sonra asıyorlar...”

        Gazi paşam buna ne yanıt vermiş, kızmış mı kızmamış mı! Bilemiyorum...Atatürk’ün ölümünden sonra İsmet İnönü cumhurbaşkanlığına gelince, Neyzen Tevfik’in aşağıdaki ikilikle bir ‘durum değerlendirmesi’ yaptığını söylüyor Alpay Kabacalı:

        Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti

        Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti.

        Dedim ya, Neyzen’e sorsak ne yanıt verir diye... İşte söylemiş söyleyeceğini.

        Lübnan’a asker yollama meselesini O’na sorsaydık sizce ne karşılık alırdık:

        “ Birinci dünya Savaşı yılları... Mahalle bekçilerinin davul çalarak topladığı bir kafile, askerlik şubesine gitmek üzere yola koyuluyor.

        Kaldırımda biriken halk, gidenleri uğurluyor:

        -Allah selamet versin!

        -Allah selamet versin!

        Yemen, çanakkale, filistin gibi cephelere gidenlerin bir daha dönmediklerini bilen neyzen tevfik de bu yolcu etme törenine katılıyor:

        -Allah rahmet eylesin...

        -Allah rahmet eylesin...

        * * *

        Kuvvet komutanları harp okulları ders yılı açılışlarında, aslında her yıl aynı konuşmaları yaparlar, ama nedense bu dönem, tüm basın daha bir hassasiyet gösterdi. Üstünde durulan konu neydi? İrtica!

        Neyzen Tevfik’in “Yobaz” şiirini okuyalım birlikte...

        Bir güneş görmesi kabil değil erbâb- dile,

        Kaplamış sis gibi etrafı gürûh-ı hazele.

        .............. ümmet denilen şu haşere

        ...............dır bence huzûr-ı beşere.

        Cennet’i fasl-ı taharet iledir isbatı,

        Sanki yutmuş gibidir mebhas-ı kazuratı.

        Yakışır şekline timsâl-i fezâyih dense,

        Bir yıkık eski kenef künküne benzer ense.

        Koku aldıkça koşar hırs ile mevtâ peşine,

        Benzemiştir yüzü sırtlan derisinden meşine.

        Sû-i hazım olsa gerek bilmediği varsa onun,

        Midesi işkele sanki odun oğlu odunun!

        Son noktayı da yine Alpay Kabacalı’nın Neyzen Tevfik biyografisinden koyalım.

        “Soruyorlar:

        -Neyzen, çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun zaman mı çalarsın?

        Maliye Bakanı hakkında yolsuzluk dedikodularının dolaştığı bir dönemdir.

        Neyzen Tevfik:

        -Maliye Bakanı değilim ki, diyor, çalarken zevk alayım.”

        Gülüceklerle dolu güzel iki hafta sonu günü diliyorum. Nasılsa, pazartesinden itibaren sormaya devam edeceğiz: “Ne olacak bu memleketin hali?”

        Diğer Yazılar