Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İdeolojik inancımıza bağlı olarak Türkiye’nin dünyadaki konumunu yorumlarız.

        Buna göre; ya geri kalmıştır, ya da geri bıraktırılmış; kalkınmakta ya da gelişmekte olan bir ülkedir. Yani kaderi dışarıdan belirlenen ülkeler safında yer almakta ya da alması arzu edilmektedir.

        Durum böyle olunca, Türkiye’de ve Türkiye türü ülkelerde hem demokrasi kuralları içinde yapılan seçimle bir siyasi parti iktidara gelmiş olsun hem de askeri darbelerle müdahale edilmiş olsun, hemen altında dışarının özellikle de ABD’nin parmağı aranmaktadır.

        Kimin parmağıdır bu?

        Çoğu kez yanıtını bulamadan yeni bir sürece geçmiş oluruz. Bu, 27 Mayıs’ta, 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de kanıtlanmış bir müdahaledir, 28 Şubat ise henüz bu yönüyle sis perdesi altındadır.

        Bu kez, umarım kendimiz becermişizdir!

        Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyaretini izlemekte, değerlendirmeleri dinlemekte ve okumaktayız. İlk izlenime göre, ABD her zamanki tavrını ya da başka bir deyimle politikasını ve stratejisini sürdürmekte...

        Dönüp siyasi tarihe bir bakalım...

        Adnan Menderes, Kore’ye asker göndermeden önce yaptığı gibi, 1959 yılında gazeteci Kemal Bağlum’a ricada bulunur:

        “Amerika bir türlü kesenin ağzını açmıyor. Bütün çabalarıma rağmen yardım akışında tutukluk var. Bu yıl bildiğiniz gibi, büyük bir kuraklık hüküm sürüyor. Tanrı’ya niyaz ediyorum yağmur yağsın diye. Dualarımız da kabul edilmiyor ki, tek damla yok. Şimdi benim sizden ricam, Türkiye’nin ekonomik durumu hakkında hükümet görüşü olarak bir haber yazmanız. Gazeten ve ajansın bu haberi verirse, belki Amerikalılar uyanır.”

        Menderes’in sözleri, yılların ilerlemede gösterdiği istikrarı, Amerika’nın ekonomik yardımlar konusunda göstermediğinin kanıtıdır.

        ABD, büyük olasılıkla, bir başka ülkeye yapacağı ekonomik yardımın parasal maliyetini minimuma indirme hesaplarındadır; sadece, kendinin bir talebi olacaksa, mukabil mahiyette kesenin ağzını” açmaktadır. Bu davranış tarzının ilk bakışta göze çarpan tutarsızlığı, aslında kendi içinde bir mantığa sahiptir ve görünen o ki, ABD, tutarsızlıkta tutarlı olma yolunu seçmiştir.

        ABD geçmişte nasıl bir taktik uygulamıştı?

        Örneğin, Türkiye’ye, İran’a askeri, siyasi ya da mali bir yardım yapacaksa, bunu hemen vermemiş, 300 istenmişse 30 vermiş ya da SSCB, Suriye’yi silahlandırdıktan sonra yardımı uygunu görmüştür.

        Yaklaşık elli, altmış yıl önceki yöntemiyle bugün izlediği yol arasında fark var mıdır? Gelişmeler, olmadığını gösteriyor.

        Bir yanıyla ABD’deki strateji merkezlerinde “genişletilmiş Ortadoğu projesinde” Türkiye’ye gereksinimi ortaya konuyor; bir yanıyla da mikro milliyetçi Kürt unsurlar ile PKK’ya silah yardımı yapmayı sürdürmekte sakınca görmüyor. Öte yandan ‘dostum’, ‘müttefikim’ diyor ama Türk askerinin başına çuval geçirmekten de kaçınmıyor!

        Demokrat Parti’nin ABD’ye yakınlığı ve onun küresel ya da bölgesel politikalara yatkınlığı biliniyor. Buna rağmen, kimi Türk araştırmacılara göre 27 Mayıs 1960 tarihindeki askeri müdahalenin gerçek nedeni olarak Menderes’in ABD karşısında seçenek yaratmış olmasıdır.

        Bunu nasıl belli etti?

        1960 yılının temmuz ayı başında Moskova’ya resmi bir ziyaret yapacağını açıkladı. Gerisini biliyoruz..

        Türk-Sovyet ilişkilerinde Amerikan faktörünü (şema yayınları,2006, s.89-97 arası) inceleyen Melih Aktaş 27 Mayıs’tan sonra Türkiye’de yaşanan iki darbeyi de göz önüne alarak şu sonuca varmış:

        “ ABD’nin çizdiği ekonomik politikayı izlemek istemeyen ya da istediği halde iç politik unsurlar sebebiyle izleyemeyen yönetimler askeri darbelerle iktidardan uzaklaştırılmışlardır. Darbe yönetimleri ise ABD’nin lûtfuna mashar olmuşlardır.”

        Bir muhtıra, bir de darbe görmüş olan Süleyman Demirel’in saptamasına kulak vermek gerekiyor: “ Biz komşularımızla iyi münasebetler içinde olmaya, ticari ve kültürel münasebetlerimizi geliştirmeye, etrafımızda bir dostluk halesi kurmaya giriştiğimiz zaman Birleşik Amerika Devletleri bundan rahatsız oldu. Bilhassa bizim Sovyetlerle münasebetlerimizi düzeltmeye girişmemizden rahatsız oldu. İlk mesele buradan başlar”.

        Başbakan R.Tayyip Erdoğan’ın ABD ziyareti ve sonuçları bir sonraki yazıda analiz edilecektir.

        Bugünü, büyükannemin sözüyle bitirelim: “Ayıyla yatağa giren sonucuna katlanır”.

        Diğer Yazılar