Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hrant Dink cinayetinin ardından, milliyetçilik tartışılan en önemli konu haline geldi. Bu olaydaki zanlı ve azmettiricisi olduğu iddia edilen kişileri harekete geçiren temel unsurun milliyetçilik olduğu tartışılmaya başlandı. Bu doğru mu? Yoksa tartışılmasaı gereken, tartışmaya aslında cesaret edemediğimiz başka olgular mı var?

        Siyaset bilimi milliyetçilik dediğimiz kavramı tanımlamıştır. Öncelikle buna bakalım.

        Akademisyenlerin, milliyetçiliğin 19. ve 20. yüzyılın önemli siyasal ideolojilerinden biri olduğu noktasında aynı görüşte olmalarına karşın, tanımı, anlamı, kaynağı ve sonuçları hakkında farklı düşünceler ifade etmektedirler. Bazılarına göre milliyetçilik dünya politikasında olumlu bir güçtür ve farklı gruplar arasında eşitliğin sağlanması için temel teşkil eder. Bir kısım araştırmacı da milliyetçiliğin birleştirici olduğu kadar bunun tersi roller oynayabileceğini ileri sürer.

        Milliyetçi hareketler çoğunlukla ulus-devlet gibi kendi bağımsız siyasi birimlerini yaratmayı amaçlar. Bu olgu özellikle soğuk savaşın sona erişinden ya da duvarın yıkılışından sonra etnik milliyetçilik olarak baş göstermiş, böylece ivme kazanmıştır.

        Azınlık milliyetçiliği ya da etnik grupların milliyetçilik hareketleri PKK örneğinde olduğu gibi şiddete de dönüşmüştür. Öte yandan bir milliyetçi hareket var olan toplumsal yapılanmadan rahatsızlık duyarak kültürel, siyasal veya ekonomik taleplerle mücadeleye girişir. Değişik bölgelerdeki milliyetçi hareketler çoğunlukla kendilerine has özellikler gösterir. Bu nedenle, milliyetçi hareketleri anlamak ve açıklamak için kesin bir teorik genelleme yapmak zordur.

        Araştırmacılar arasında ortak bir kanı olmasa da birçok durumda, milliyetçiliğin etnik bir grup için özerkliği, federasyonu ve devlet olmayı amaçlayan özel bir programa sahip olduğu söylenebilir. Milliyetçilik, kendi devletini kurmak ya da mevcut devletini savunmak isteyen, belirli bir etnik grup ya da ulusun ideolojisi olarak tanımlanabilir.

        Milliyetçiliğin yükselişine neden olan koşullara iyi bakmak gerekiyor. Yoksa her tepkiyi milliyetçilk hortluyor ya da milliyetçi refleks olarak adlandırırsak, sorunu çözme konusunda batağa saplanır kalırız. Bazı grupların milliyetçiliklerinde din önemli bir rol oynarken, bazılarında dilsel sorunlar öncelik alır.

        Milliyetçilk modern dünyada farklı şekiller almaktadır. 1980 öncesi Türkiye örneğinde bir siyasi liderin, partisine ve kitlelere egemen olmak, buyurgan olabilmek için milliyetçiliği bir araç olarak olarak kullandığını gördük.

        Günümüzde, milliyetçilik, gelişmiş Avrupa ülkelerinde farklı Balkan ülkelerinde ve Türkiye’de farklı şekilde karşımıza çıkmaktadır.

        Avrupa’daki milliyetçilik ırkçı, dışlayıcı, yayılmacı, saldırgan milliyetçiliktir. Artık İngiltere’de hooliganlar Pakistanlılar, Hintliler eylem yaptığı zaman devlet tarafından sokağa salınırlar. Başka zaman milliyetçilik kokan hareketler görülmez. Fakat bireyler de emperyalist İngiltere’nin tortuları ruhlarına sinmiştir. Onlara göre Hintliler ‘pis kokulu insanlardır’ ve bunu da televizyon programında ya da metroda açıkça bağıra çağıra söylerler.

        Balkanlar’da ise milletlere göre biraz farklılık gösterir. Sırplar yayılmacı milliyetçiliği uygularken şimdi devleti korumacı milliyetçiliğe döndüler. Kosova’da ise devlet kurmaya yönelik etnik grup milliyetçiği görmekteyiz.

        Türkiye’ye gelince; savunmacı, korumacı milliyetçiliktir. Vatan tehlikede söylemi yeterlidir. Cumhuriyetin çok genç olması, soğuk savaş döneminde komünizme karşı karakol olarak kullanılmış olmak, faili meçhul siyasi cinayetlerin çokluğu ve Gladyo’nun eylem üssü olması gibi etkenler, devletin karar vericilerini paranoyak yapmıştır. Oysa Kemalist milliyetçilik anlayışı, yani çokkültürlülüğü devletin kuruluş stratejisi olarak belirleyen anlayış, hiçbir paranoyayya yer bırakmamıştı. Gazi Mustafa Kemal, geç ulus-devlet olan Türkiye’yi yapılandırırken, aşure kazanı modeli değil, salata kâsesi modeline göre yapılandırmıştır. Yani, tüm etnik gruplar kendilerini Türkiye Cumhuriyeti devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olarak gördükleri sürece sorun yoktur. Çünkü Gazi’ye göre, “Ne mutlu Türküm diyene” diyebildiği sürece, tüm alt kimlikler kendilerini özgürce ifade edebilirler. Burada tartışılacak bir konu yoktur.

        Trabzon’a gelince...

        Soğuk savaş dönemi, Nato ve ABD stratejileri Kemalist cumhuriyetin bu ezberini bozdurmuştur. Bunu nasıl yaptığını uzun uzun anlatmama gerek yok sanırım. Yalnızca bir olayı anımsatacağım. “Barış gönüllülerinin” çıkarmış oldukları etnik haritaların, sonradan karşımıza Kahramanmaraş, Çorum, Sivas, Malatya olayları gibi toplu cinnet ve cinayet olarak döndüklerini unutabilir miyiz! 1980 öncesi, pekçok cinayetin ve toplumsal olayın kahramanlarının Malatya çocuğu oluşu tesadüf müdür?!

        Türkiye’nin 150 milyara dolara yakın servetinin yok olmasına neden olan PKK, Kürt mikro milliyetçiliğinin şekil bulmasıdır. Merkezin Diyarbakır oluşu hangi araştırma ve tahlilin sonucudur, bulmak zor olmasa gerek.

        Son birkaç yıldır da Trabzon olayların merkezi ve bazı aktörleri yaratan kent olarak karşımıza çıkıyorsa, bu, durup duruken olamaz. 1974 Kıbrıs harekâtı sonrası Ada’ya göç ettirilenler Türklükleri muhkem olarak değerlendirilen Trabzon ağırlıklı Karadeniz bölgesi yaşayanlarıydı. Bozcaada’nın Türk nüfüsunun çoğunluğu yine Trabzon göçmenidir. Kars’ın nüfus değişimini incelediğimizde de karadeniz göçmenlerinin devlet teşvikiyle olduğunu görürüz. Güneydoğu Anadolu’nun bazı beldelerine de aynı şekilde Trabzon ve öteki yerleşim alanlarından göç yaptırılmıştır.

        Demek ki, araştırıcılar bu yöre insanında Türk kimliğinin öne çıkarıldığı, devleti savunmacı, korumacı bir özellik keşfetmişler. Buna yoksulluk, işsizlik, tutuculuk, ataklık, hemşehricilik, kabadayılık, silah kullanmak merakı da eklenince aranan bireylerin eylem alanlarına sürülmesi son derece kolaylaşmıştır. Son olaylar gösteriyor ki örgüt kurmaya bile gerek yoktur. Provokatörlerin milliyetçi mukaddesatçı söylemleri yeterli olmaktadır. Siz buna Atatürkçü mafyayı da ekleyebilirsiniz (bu konuyu da yarın yazacağım).

        Yukarıda anlattıklarım ışığında, Trabzon merkezli olayların milliyetçilik adına yapıldığını söyleyemem.

        Provokatörlerin yönlendirdiği Trabzonlu hooliganlar ruh sağlıkları bozuk kişilerdir. Bunlar kişiliğini çevresine kanıtlamak için cinayet işleyen aktörler haline gelmiştir. Kız kardeşini töre adına öldüren, yine kız kardeşini köprüden namus temizleme adına atan kişiyle bunlar arasında hiç bir fark yoktur. Eğer bunlar, eylemlerimizi PKK’nın ortaya koyduğu mikro Kürt milliyetçiliğine karşı yapıyoruz deselerdi, Türk mikro milliyetçiliğini tartışırdık. Ama eylemlerin içeriği böyle değil.

        Hrant Dink’in öldürülmesi provokatör söylemlerinin etkisiyledir. 1980 öncesi Malatya çocuklarının kullanılması gerçekten bir örgüt ve örgütlenme işiydi. Trabzon henüz bu durumda değil. Devlet Trabzon’u tehdit algılaması bölgesi olarak değerlendirmişse, problemi yine devlet çözecektir.

        Ruh sağlığı bozuk kişilerin eylemlerini doğru analiz edip milliyetçiliği bu kadar ucuzlatmayalım. Hedefi şaşırtmayalım.

        Toplumsal ve bireysel cinnetin adına milliyetçilik üstelik İslami milliyetçilik dediğimiz sürece, cinayetlerin ardı arkası gelmeyecektir. Hele hava artık bu kadar puslu hale gelmişse!

        erolmutercimler@haberturk.com

        Diğer Yazılar