Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Orta oyununda meddah da “sürçü lisan” hakkına sahiptir. Çünkü yaptıkları sanat dalı güldürürken düşündürmek ve eleştirmek üzerine kuruludur. Onlar çadırı yıkabilirler. Bunu kimse yadırgamaz ve onları suçlamaz. Çünkü, kimseye zararları dokunmaz.

        Eğer politikacıyı günümüz deyimiyle stand-up’çı yani orta oyuncu kabul etmiyorsak onun sürçü lisan etme hakkı yoktur. Olamaz.

        Oysa son bir kaç gündür (27 Şubat’tan bugüne) 12 Eylül’ün darbecisi ve 7. cumhurbaşkanı Kenan Evren’in açıklamarını tartışıp duruyoruz. Önce söylediklerini iki maddede özetleyelim, birincisi; artık bir Kürt devleti var Kerkük’ü işgal doğru olmaz. İkincisi; Eyalet sistemine geçebiliriz.

        90 yaşını geçmiş olan Evren’in akıl sağlığı son derece yerinde olduğundan, ne söylediğini çok iyi biliyor. Düşünüyor ve konuşuyor.

        O’nun söylediklerinden yola çıktığımızda, 12 Eylül müdahalesinin neden yapıldığı da netleşmiş olmaktadır.

        1980 yılındaki Evren ile 2007 yılındaki Evren arasında hiçbir fark yok. 27 yıl öncesinden kalan kötü bir alışkanlığı devam ediyor. Her konuda konuşuyor. Bilgisinin yetip yetmediği de onun için önemli değil. Açıklamaları gerçekte İspanya modelinin Türkiye’ye uygulanmasını anlatıyor ama o bunun farkında olmadığı için “eyalet sistemi” diyor. Bir zamanlar Turgut Özal’la düşündükleri “bölge valilikleri” denetimindeki merkezi yönetimin sona erdirildiği bütçeden güvenliğe kadar bağımsız belirlenecek olan, federal yapının bugün uygulanması gerektiğini söylemeye çalışıyor ama beceremiyor. Tıpkı kavram yaratmaya meraklı bilgisiz ama çok bilmiş bazı gazeteciler gibi...

        Evren “ben bir darbeci generalim, ABD ne istediyse onu yapan bir Türk subayıyım, bu bir ayıptır, o zaman kendimize göre yorum yaptık ve müdahale ettik, bu ülkenin insanlarının özellikle de 78 kuşağının geleceğini çaldık, koşulları daha da olgunlaştırmak için 12 Eylül müdahalesini bir yıl geç yaptırdım ancak halka da sizi kurtardım yalanını yutturdum...”, bunları söylemese bile sussa ve kendisini Tahsin Şahinkaya, Nejat Tümer, Bülent Ulusu gibi unuttursa, ‘ülkeme hayrım dokunacak’ demiyor.Köşesinde de rahat oturmuyor, eski alışkanlığıyla konuştukça konuşuyor.

        O’nun nasılsa sürçü lisan dokunulmazlığı var!

        Milliyet’ten Hasan Cemal’i kendisi aramış (4 mart 2007), günlerdir ortalığı karıştıran fikirlerine açıklama getirmiş: “dünya nereye gidiyor, biz nereye gidiyoruz? Dünyaya ayak uydurmak lazım! Katı milliyetçilikle, katı kurallarla bir yere gidemeyiz” ve devam etmiş: “ galiba nisan ayının 24’ünde Ankara’ya gideceğim. Komutanlarla görüşebilirsem, bütün bunları onlara da anlatacağım.”

        Acaba Generaller geçmişteki sözlerini ve uygulamaları kendisine anımsatma gücünü kendilerinde bulurlar mı dersiniz!

        “Kürt diye bir şey yoktur. Onlar dağ Türküdür. Bu, Güneydoğu’daki insanlarımızın, dağlarda karda yürüken ayaklarından çıkan kart kurt diye seslerden oluşmuş bir kavramdır. Onun için bu isimle anılmışlardır.”

        İmralı’da yatan Abdullah Öcalan, Evren’in açıklamalarını şöyle değerlendirmiş: “ O sıradan biri değildir. Askeri bir dehadır. O bile, ‘kart-kurt’ söyleminden eyalete geldi”. Hiç kuşkusuz, Evren’in askeri açıdan dehasını, Türk ordusunu tanıyan ve ona karşı gerilla savaşı verdiğini ifade eden bir terör örgütünün lideri isabetli olarak değerlendirir. Bu nedenle, PKK’yı yaratan ‘12 Eylül darbesinin’ bir ürünü olan Öcalan’ın, bir “vefa” örneği göstererek Evren’i onurlandırmasının önemli olduğunu düşünüyorum!

        Yine bugünküGeneraller, bizler küçük rütbeli subaylarken, şahsınızın liderliğindeki cuntadan gelen emirler gereği Diyarbakır hapishanesinde yaptıklarımız PKK’yı doğurmuştur, yapmadığımız eziyet kalmayan vatansever Kürt vatandaşları bile devletten soğuttuk, derlerse, ne yanıt verecek doğrusu merak ediyorum. Evren’e, 12 Eylül’de “çizmeli liberalizmi” uygulamak için mi onlarca genci astık, yüzlercesini sakat bıraktık, göz altında kaybettik, binlercesini işkenceden geçirdik, 1402’likleri yarattık, ne kadar Atatrükçü ve Kemalist öğretmen varsa tutukladık, imam hatip liselerinin sayısını artırdık, imamların maaşını Rabıt’ya verdirdik, Türk- İslam Sentezini yarattırdık, gericilerin çatısı altında toplandığını bile bile Türkiye’nin gelecek projelerini üreten Aydınlar Ocağını kurdurttuk, ASALA’yı bir takım çetecilere ihale ettirdik... sorulara yer yetmeyecek.

        Ancak bu soruları ve olayları kendisine anıtsatmazlar çünkü emir komuta zinciri içinde hareket eden o günlerin küçük rütbeli subayları bugünün Generalleri beyefendi şahsiyetlerdir. Harp Okulu geleneğine göre, Evren “komutanlarıdır”, o hata yapmaz! Oysaki Generaller de iyi bilirler ki, komutan, “birliğinin başardığı ve başaramadığı her türlü olaydan sorumludur!” Her nasılsa görüşme gerçekleştiğinde Evren bir gazeteciyi sabahın köründe arayıp, demeç verecektir. Bu denli de demokrat ve düşünce özgürlüğüne inançlıdır.

        Ve Evren, H.Cemal’e başkaşeylerde söylemiş: “Beni eleştiriyorlar. Çünkü ucunda partizanlık var, parti menfaati var. Benim hiçbir menfaatim yok. Ama gerçekleri söylemek mecbutiyetini hissediyorum. Biz söylemesek kim söyleyecek, sokaktaki Mehmet Ağa mı?..”

        Evren’in ‘sürçü lisan dokunulmazlığı’ burada da devam ediyor, “... sokaktaki Mehmet Ağa...” kim oluyor? Seçkinci komutanımıza göre “ egemenliğin kayıtsız şartsız halka yani sokaktaki Mehmet Ağa’ya aitliği” olmaz. Halk nasılsa bir sürü ve ona çoban gerek, “darbeyi bizim çocuklar yaptı” diyerek çok mutlu oaln ABD’nin yürüyün dediği politikacılarımız “alleme-i cihan”. Onlar ellenemeyecek peygamber vekilleri!

        Bir başka usta, Evren’in yaşıtı Süleyman Demirel tepki göstermiş (Akşam, 4 Mart): “Etnik milliyetçilik, PKK hareketi ve Kuzey Irak’ta bağımsız bir Kürt devletinin tartışıldığı dönemde böyle bir tartışmanın Türkiye kamuoyunun önüne getirilmesi çok yanlış.

        Bir aspirin alırsak çözülür gibi bir çözüm yok. Bugünün değil, dünün meselesi. Sükunetle, soğukkanlılıkla, telaşa kapılmadan ama hassasiyetimizi muhafaza ederek, PKK’nın işlediği suçları kendisini Kürt sayan insanlara, hepsine birden teşmil etmeden, çıkar yol budur.”

        Süleyman Demirel hem nalına hem mıhına vuran konuşmasını şöyle sürdürmüş: “ ... Siz geleceksiniz, ‘Türkiye uçurumun kenarına geldi. Ülke iç savaşa gidiyor, Türkiye bölünüyor’ diye ihtilal yapacaksınız. Sonra döneceksiniz, Türkiye’yi bölecek projeler ortaya koyacaksınız. Bunu kabul edemiyorum. Onun için bu tartışmayı maksadını aşmış bir tartışma olarak görüyorum. Maksadını aşan bir yoruma tabi tutulmuştur. Ben bu beyanları veren kişinin Türkiye’nin bölünmesini aklından geçirebileceğini sanmıyorum...”

        Demirel, açıkça Kenan Evren gibi politikacılar “sürçü lisan edemez” diyor. Eğer ederlerse bir Türk atasözünde olduğu gibi “deli kuyuya taş attığında kırk akıllı onu çıkaramaz”, hale gelinir.

        Yalnızca Evren konuşsa belki altından kalkacağız ama başkaları da var.

        DTP Diyarbakır İl Başkanı, “ Kerkük’e yapılacak saldırı Diyarbakır’a yapılmış kabul edilir” dedi. Yine DTP’nin Ahmet Türk ile birlikte eşbaşkanlığını yapan Aysel Tuğluk DTP Kongresi’nde “sayın Öcalan” biçiminde hitapta bulundu. Aynı Tuğluk, Öcalan’ın zehirlendiği iddiasına getirdiği yorumda da şunları söylemekte sakınca görmedi (3 Mart tarihli gazeteler): “ Öcalan’a böyle bir saldırı var ise bunun sonuçlarının hiç kimsenin hesap edemeyeceği kadar ağır olacağını duyuruyoruz.”

        Evren’le aynı gün ABD Dışişleri bakanı Rice da bir açıklama yaparken “Kürdistan” ifadesini kullandı.

        Tüm bunları izledikten sonra, politikacıların “sürçü lisan” hakları da vardır ve onlar da insandır “ beşer şaşar” diyorsak, sorun yok, okuduklarınızı unutun gitsin. Ama böyle olamıyor, politkacıların söyledği her söz, toplumda derin izler bırakıyor.

        Gelelim sonuca; Çokkültürlü bir imparatorluk olan Osmanlı’dan bugüne kadar, ülkenin merkezden yönetilmesi konusundaki sıkıntılar hep tartışılmıştır. Önerilen modellerden birisi de “eyalet” modelidir. Başka modeller de önerilebilir (ABD, İspanya, İsveç, Almanya gibi...) ve kabul de edilebilir. Yeter ki tartışma ve öneriler, doğru bilgi yoğun ve kaygan olmayan zeminde ve isabetli zamanda olsun.

        Türkiye’nin iyi yönetilemediği bir gerçektir. Üniter devlet tutkumuz ve devletin parçalanacağı korkusu hücrelerimize kadar sinmiştir. Bunun kaynağı da işgalci ve sömürgeci Batı ile demokratikleşmeyi başaramayan siyasi partilerimiz ve ağzına gelen herşeyi konuşan, devleti medyadan yönetmeye kalkan politikacılarımızdır. “Sürçü lisanı” bol politikacılarla bu tren raydan çıkar.

        Artık çok büyümüş olan Türkiye’nin merkezi bir mimari yapıyla ve Ankara’dan yönetilemediği ortadadır. Değiştirilemez hiçbir sistem ve siyasi rejim yoktur. Ama insanlara niyet okuma fırsatı yaratılmamalıdır. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler adı altında etnik ayrımcılığın önünün açıldığı kuşkusunu silip atacak ataklar yapılmalıdır. Olanaklarla koşullar örtüştüğünde, halkın istekleri önünde durulamaz ve toplumsal mutabakatla aşılamayacak hiç bir engel söz konusu değildir.

        Aslolan; çağdaş demokrasinin istenip istenmediğidir, demokratik cumhuriyet konusunda samimi olunup olunmadığıdır, anayasal vatandaşlığın hakkıyla yerine getirilip getirilmediğidir, yurtseverlikle etnik milliyetçiliğin birbirinden ayrılıp ayrılmadığıdır.

        Yönetmen Engin Ayça’dan bir fıkra...

        “Kenan Evren, neden tablo yapıyor?”

        “Asmak için!”

        Diğer Yazılar