Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Üniversite öğrenciliğimden bu yana hangi seçim olursa olsun, öncesinde, hep solun birleşmesi arzusunu duyarım. Ama hiçbir zaman bu olmadı. Olamaz da. Çünkü yıllar yılıdır gördüğüm kadarıyla lider pozisyonundaki Türk solcusu ülkesini sevmiyor. Aksi yöndeki tüm iddiasına karşın, Türk sosyal demokratı “küçük olsun benim olsun” saplantısından kurtulamıyor; dar çevrecilik ve yakasına yapışmış olan ‘cemaat zihniyetini’ silkip atamıyor. 22 temmuz seçimi, şimdiye kadar yapılanlara benzemiyor. Bu seçim, Türk demokrasisi ve laik cumhuriyetin devamı açısından önemli bir sınav ya da dönemeçtir. 367 milletvekili bulunmayışının yarattığı anayasal problemin varlığını Sabih Kanadoğlu’nun teorik olarak başlattı, CHP siyasal parti olarak sahip çıktı, ve ardından ADD ve ÇYDD’nin önderliğindeki büyük buluşmalar, zorla da olsa seçimin öne alınmasını gerekli kıldı. Bu arada Türk demokrasisi askerin muhtırasını da yedi ve iktidarıyla muhalefetiyle tüm siyasi unsurlar da içine sindirdi. Eğer, 6 mayıs pazar günü yapılacak olan cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi, AKP’nin çabaları sonucunda sürpriz bir gelişmeyle, bir grup milletvekili bir yolla ikna edilirse, tüm hesaplar zaten allak bullak olacak. Ancak, yine de genel seçim yapılacak. Bu durumda sonuç, farklı olur hem de çok farklı! Biz, yine de cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçsuz kalacakmış varsayımı üzerinden yürüyelim. Bugüne kadar olan açıklamalar ışığında değerlendirme yaptığımda AKP’nin çatışmacı tarzını devam ettireceğini görmekteyim.DYP ve ANAP’ın seçim ittifakı yapacağı, bir değişiklik olmazsa, kesinleşmiş durumda. Zaten, sağ, her zaman bu tür bütünleşme girişimlerinde bulunup, başarıyla da sonuçlandırmaktadır. Sol ise, bölünmeyi çok sever, her zaman da en başarılı yaptığı iş bölünerek çoğalmaktır. Çoğaldıkça da yok olmaktadır. Meydanlar merkez sağ ve merkez sola “birleşin” haykırışıyla inlerken, buna yanıtı “sağ” vermiştir. ÇYDD genel başkanı Türkan Saylam’ın tüm çabası boşa gitmiş durumdadır. İzmir, Manisa ve öteki illerde yapılacağı duyurulan mitingler CHP için ne anlam ifade edecek. Doğrusu bunun yanıtı belli değil. Gerçekten de, birleşme olmayacaksa bu mitingler niçin yapılacak... Daha önceki bir yazımda 14 nisan mitinginin Deniz Baykal tarafından doğru okunması gerektiğini belirtmiştim. Atatürkçülerin, sosyal demokratların hatta Türk solunun Baykal’a odaklandığının da altını çizmiştim. Bugün DSP ve CHP’den gelen açıklamalar, beklentileri tüketip, bu kesimi hayal kırıklığına gömmüştür. Süleyman Demirel’in önderliğindeki GP, CHP görüşmesi nasıl sonuçlanır bilinmez. Tüm kamuoyu araştırmaları GP’nin oyunu aylardır yüzde yedi civarında gösteriyor. Üstelik bu partinin parası da var. DSP ile GP arasındaki fark, DSP’nin 12 eylül sonrası Ecevit’in inanılmaz bir sabır ve inatla yarattığı partiyi kapatıp, CHP’ye iltihakı yani altı ok amblemi altında birleşmeyi, siyasi kavgasına ihanet saymasıdır. GP için bu durum söz konusu değil, bu nedenle CHP’yle partiyi kapatarak birleşebilirler. Milliyetçi-liberal söylemleri de CHP ile doku uyuşmazlığı yaratmayabilir. Çok çok bazı partililer Cem Uzan’a bir siyasi aktör olarak itiraz edip, istifa edebilirler, bu da sayısal olarak bir anlam taşımayacaktır. DSP ile görüşmeler konusunda CHP, Onur Öymen’in ağzından bir hülle partisi olmayacağını ve bunu kabul etmeyeceğini açıkça beyan etti. Acaba, CHP bu kararında haklı mıdır? Bence değil. Neden? Çünkü, 2002 seçim sonucunun açıklanışından itibaren, AKP’nin iktidarının meşruiyeti sorgulanmıştır; ekonomi politkasından dış politikaya ve güvenliğe kadar tüm politika ve devlet adına uyguladığı stratejiler olumsuz karşılanmıştır; Çankaya’ya “milli görüş ekolünden gelen” birisinin türbanlı eşi de bahane edilerek çıkışına karşı savaş verilmiştir; laik cumhuriyetin yıkılacağı tezi hep gündemde tutulmuştur; askerden muhtıra yenmiştir... Bunları aşmanın ve altından kalkmanın yolu, AKP’nin, anayasayı ve rejimi değiştirecek çoğunluğa sahip olmasının engellenmesidir. Bunun demokrasi kuralları içindeki yöntemi de ya CHP’nin tek başına iktidarı ya da çok partinin meclis içinde yer aldığı parlamenter sistemin yaratılmasıdır. Kamuoyu araştırmaları AKP’yi yüzde otuzların üstünde gösterdiğine göre, merkez sağ ve solun yapması gereken zaten kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Strateji adı verilen sanat, en yalın haliyle “olanaklarla koşulların örtüştürülmesi” olduğuna göre, DSP’nin kapısına kilit vurup, tabelasını indirip, CHP’nin çatısı altında birleşmeyi istemek, matematik akılla bağdaşmıyor. Eğer Deniz Baykal’ın grup toplantılarında partililere yaptığı konuşmaları ve cumhurbaşkanlığına aday konusunda Türk milletine anlattıkları doğruysa ve bu konularda samimiyse, DSP ile seçime yönelik koalisyona gitmeyişine kimseyi inandıramıyacaktır. Ve, bu seçimde de milyonlar sandığa gitmeyecektir. Türk solu ya da sosyal demokratlarının hastalığı bir kez daha depreşmiş, “uzlaşmaz çelişki” yaratmayı başarmıştır. Oysa CHP liderinin önünde, ona yol gösterecek bir meşale durmaktadır. Partinin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk. Gazi’nin, Havza’dan itibaren kimlerle koalisyon yaptığını bir kez daha okumak kendisinin kararlarını almasını çok kolaylaştıracaktır.

        Diğer Yazılar