Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sigmund Freud’un “kirpi” saplantısını duymuş muydunuz? Şu dikenli ama çok sevimli hayvandan bahsediyorum. Freud Müzesi’ne giderseniz, Freud’un çalışma masasının üzerinde hâlâ minik bir kirpi biblosu durduğunu göreceksiniz. Psikanalizin babasının sağlığında da böyleymiş, kirpi biblosunu bir an bile gözünün önünden ayrırmazmış. İşte Freud’un Schopenhauer’den ilhamla oluşturduğu ünlü “kirpi kuramı” ve edebiyat dünyasından birkaç âşık kirpi...

        Esrarlı, tuhaf bir hayvan olan kirpi yüzyıllardır biyolog, filozof ve ruh hekimlerinin ilgisini çekmiş. Oklu kirpilerin birbirlerinin yüzüne bakabilmek için arka ayakları üzerinde durdukları ve bu arada oklarını gevşetip yana yatırdığı biliniyor. Dişilerin erkekleri baştan çıkarmak için çılgın yöntemler icat etmesi, erkeklerin flört sırasında ‘şarkı’ söylemesi hatta yalnız kaldıklarında masturbasyon yapması da bu nevi şahsına münhasır canlının enteresan özelliklerinden. Anlatılanlara bakılırsa, kirpilerle insanların cinsel yaşamları arasında büyük benzerlikler var.

        Büyük Alman felsefeci Schopenhauer da kirpileri gözlemleyerek insanları, iç dünyalarındaki boşluklarla tekdüzeliklerin buluşturduğunu öne sürmüştü. Schopenhauer’a göre, insanlar ancak sayısız gelgitler yaşadıktan sonra birlikte olabilecekleri bir ortak noktada buluşabiliyor. Belki biraz detay gerek, anlatayım...

        Schopenhauer bir keresinde kışın ayazında bir parça ısınabilmek için birbirlerine sokulan kirpilerden söz etmiş. Fakat zor işmiş bir kirpinin başka bir kirpiye sarılması; dikenleri canlarını acıtıyormuş. Aksi gibi rüzgâr keskinleşip soğuk arttıkça, kirpiler daha fazla yakınlaşmak ihtiyacı duyuyorlarmış. Ve her seferinde canları daha da acıyormuş. Birbirlerine tam olarak ne kadar yakın dururlarsa canları yanmadan ısınabileceklerini uzun deneme ve yanılma seanslarının, sayısız yaralanma ve berelenmenin ardından çözebiliyorlarmış.

        Burada “kış ve soğuk” kelimelerinin yerine “toplum”; “diken” yerine de “insan tabiatı” kelimelerini koyabilir, dahası “insan kirpilerin” yaşamak adı verilen meşakkatli öğrenme sürecinde sadece birbirleriyle değil, kendileriyle de nasıl mücadele ettiklerini görebilirsiniz. Öyle bakınca kışın soğuktan donmamak için birbirlerine sokulan ve fena halde yaralanan kirpiler insanoğlunun derin ve çözülmez yalnızlığına ayna tutuyorlar aslında. Belki bu yüzden, hiçbirimiz bir başkasına tam olarak temas edemiyoruz ve araya hep engeller koyuyor, gerekirse duvarlar örüyoruz. Sevdiklerimizin görünmez dikenlerinden korunmak için... Birbirlerine dokunamadıkları için soğukta donan yalnız kirpiler gibiyiz çoğu zaman.

        Kirpilerin birbirleriyle ilişki kurmayı öğrenme yolu deneme yanılma, peki ya insanlar için? Aynısı. Zira daha iyi bir öğrenme yolu henüz icat edilmedi.

        Schopenhauer’ın hikâyesini alıp bir adım öteye taşıyarak insan ilişkilerinin bir çeşit haritasını çıkaran Freud’a göre ilişki kurma kabiliyetleri açısından insanlar temelde dörde ayrılıyor.

        1) Başka insanlara kısmen tatmin olduğu ama okların acısını hissetmediği bir noktaya kadar yaklaşabilenler, yani çoğunluk. (Edebiyattan örnek vermem gerekirse, Jane Austen’ın ünlü romanı “Aşk ve Gurur”un tatlı kahramanı Elizabeth Bennett diyebilirim.)

        2) Başka birinin sıcaklığına karşı konulmaz bir ihtiyaç duydukları için okların acısına aldırış etmeyen, yüreği kanasa da ilişkilerini sürdüren ihtiyatsızlar. (Örneğim Lev Tolstoy’un “Anna Karenina” romanına adını veren Anna olur.)

        3) Acıya, eleştiriye dayanma gücü olmadığı için kendini mütemadiyen geri çeken, başkalarından uzak durduğu için de soğuktan donan aşırı temkinliler. (Charlotte Bronte’nin romanı “Jane Eyre”in Edward Rochester’ı. Gerçi onu sığındığı mağaradan çıkarmayı başaran bir karakter çıkıyordu karşısına ama o güne kadar Bay Rochester tam bir yalnız kirpiydi.)

        4) Kendi kendine yetebilenler. Kendi iç sıcaklıkları öyle yüksek ki başkalarının sıcaklığına ihtiyaç duymuyor, kimseye sıkıntı vermemek ve elbette sıkıntı çekmemek için, yalnız yaşamayı tercih ediyorlar. (Uzun uzun düşünmeme gerek yok, Astrid Lingren’in “Pippi” romanlarının acayip kahramanı Uzunçorap Pippi bu gruba girecek mükemmel örnek.)

        Bu konuda bir de rivayet var: Bir dizi seminer vermek üzere 1919’da ABD’ye giden Freud yolculuk öncesinde şöyle bir espri yapmış: “Amerika’ya giderken en büyük umudum, yolda su katılmamış vahşi bir kirpiye rastlamak ve ona ilişki kurmanın sırlarını öğretmek...”

        TOLSTOY:KENDİNİ KİRPİ SANAN TİLKİ

        Bu noktada ister istemez, siyaset bilimci Isaiah Berlin’in ünlü teoremi geliyor akla. Berlin’e göre yazarlar ve düşünürler genel olarak kirpiler ve tilkiler olarak ikiye ayrılıyor. Kirpiler dünyaya tek ve büyük bir ideanın ışığında bakan, eserlerini bu çerçevede ve tamamen öznel bir algıyla yazanlar. Platon, Dante, Dostoyevski, Nietzsche, Ibsen, Proust gibi... Tilkilerse, dünyaya daha geniş çerçeveden bakan ve hayatın tek bir ana fikir ekseninde yorumlanamayacağını düşünen ve farklı yollara sapan, farklı alanlarda üretenler. Aristoteles, Shakespeare, Montaigne, Goethe, Puşkin, Balzac, James Joyce gibi...

        Bir de iki gruba da dahil edilemeyecek olan Lev Tolstoy gibi nadir ruhlar var. Tolstoy yeteneklerinin zenginliği, çeşitliliği açısından tam bir tilki fakat inançları, dine yaklaşımı, yüreğindeki şefkat onu kirpi de yapıyor. Isaiah Berlin’in vardığı sonuç özetle şu: Tolsoy aslında kirpi olduğuna inanan bir tilki. Acısının, huzursuzluğunun temelinde de ruhundaki bu derin yarılma var.

        Bakın bakalım etrafınıza ve kitaplığınıza kirpileri ve tilkileri görmek için. Emin olun kendi dikenlerinizi ve hilelerinizi de fark edeceksiniz.

        Edebiyat eserlerinden seçtiğim 4 kirpi ya da 4 âşık: “Aşk ve Gurur”un herkes kadar dikenli kirpisi. “Anna Karenina”nın, tutkulu ve ihtiyatsız kirpisi. “Jane Eyre”in temkinli ve yalnız kirpisi. “Pippi Uzunçorap”ın çok acayip anarşist kirpisi. Görüyorsunuz, burası aslında tam anlamıyla bir kirpiler diyarı.

        ROMAN

        1782’de yayınlandığında büyük bir yankı uyandıran, bugün de okunup üzerine tartışılan “Tehlikeli İlişkiler”, Choderlos de Laclos’nun ilk ve tek romanı.

        Roger Vadim, Stephen Frears ve Milos Forman tarafından sinemaya, Heiner Müller tarafından tiyatroya uyarlanan “Tehlikeli İlişkiler”, entrikalarla dolu öyküsü, baştan çıkarma ve intikamdan kaynaklanan son derece karmaşık ahlaki belirsizlikleri dolayısıyla yazarının Sade Markisi ile karşılaştırılmasını sağlamış tartışmalı bir eser. Üstelik ana karakterleri arasında edebiyat dünyasının unutulmaz tilkilerinden en ünlü ikisi var: Merteuile Markizi ile Valmont Vikontu.

        Laclos’nun karakterlerin birbirlerine gönderdikleri mektuplardan oluşan romanı her kişisi, Malraux’nun dediği gibi “birer anlatım biçimi”... Mektupların yazarlarıyla okurlarının yanı sıra kuşkusuz genel anlamda romanın okurları da irili ufaklı çarklar, dişliler, iğneler, miller ve yaylarla çalışan muazzam bir mekanizmanın adeta parçaları. Şair Baudelaire, “Bu kitap ancak buzun yakabileceği şekilde yakar insanı” demiş. “Okuyan aynı kalmaz” diyorum ben de.

        ROMAN

        Paris’in merkezinde, gösterişli bir apartmanda, müzik, resim ve felsefe meraklısı, Rus edebiyatı ve Japon sineması tutkunu bir kapıcı kadın. Ellilerinde... Son derece zeki ve üstün yetenekli ama tuhaf, melankolik hatta yaş gününde intihar etmeyi planlayan bir kız çocuğu. Henüz 12 yaşında. Bu fazlasıyla utangaç ve içine kapanık iki insanı birleştiren bağ, oturdukları apartmana yeni taşınan kibar Japon beyefendisi olacaktır. Sessiz insanların zengin iç dünyalarında gelişen, göze çarpmayan güzellikleri yücelten, sınıflar ve nesiller ötesi bir dostluğu konu edinen “Kirpinin Zarafeti”, etkileyici bir roman. Söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama esas karakterleri iki kirpi. Bir eleştirmen, “Bütün büyük yapıtlar gibi bu hikâye de kalbinizi kıracak, ama bazen hayatın bu hüzne değeceğini anlamanızı ya da hatırlamanızı sağlayacak” yorumunu yapmış. Bir diğeriyse, “Her şeyin, özellikle de hayata dair mutlak olguların aslında nasıl da pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösteren nefis bir hikâye” demiş.

        HAFTANIN ÖNERİSİ

        Alain De Botton, Steven Pinker, Matt Ridley ve Malcolm Gladwell’den dikkat çeken tartışma.

        Diğer Yazılar