Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ambulans helikopterin tarlasına inmesine izin vermeyen kadının yaşadığı hadise nedense pek tartışılmadı. Halbuki tarla sahibi kadın Türkiye’nin gündemine ilginç bir konuyu getirmişti. Fark etmedik. Sağlık sorunu yaşayan bir insana ulaşmaya çalışan ambulans helikoptere odaklandık, ama ülke olarak yaşadığımız yapısal bir soruna, altyapı ihtiyaçlarına işaret eden hususu es geçtik.

        Helikopterler ambülans, güvenlik, askeri, ticari veya kurtarma amaçlı faaliyette bulunurken teknik özellikleri sebebiyle her yere inebilir, konabilirler. Ama herkesin arazisine, özel mülkiyetlerine inmek, bahçeye, tarlaya zarar vermek gibi bir hakları yok. Hatta sahipsiz bir araziye inerken orda bulunan hayvanlara ağaçlara da zarar verme hakları yok. Ne Türkiye’nin havacılık mevzuatları buna izin veriyor, ne de küresel ölçekte bu tarz haklara zemin sağlayacak bir düzenleme var.

        Diğer taraftan da acil durumlarda bu helikopterlerin bir yere inmesi gerekiyor. Ama özel olarak tahsis edilmemiş yerlere inince de zarar veriyor, hasar oluşturuyor. İki ucu pis bir değnek misali.

        Samsun'da böyle bir hadise yaşanınca ülkemizin konuyla ilgili en yetkin otoriteleriyle görüştüm. Tartışmamız gereken konu veya sorun şu; Türkiye’nin güvenli helikopter uçuşları için en önemli eksiği iniş-kalkış yapılacak özel tahsisli alanların olmaması ve heliportların bulunmamasıdır.

        REKLAM

        Ulaştırma Bakanlığı bu konuda çok uğraş verdi. Düzenlemeler yaptı. Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü (SHGM) yasal altyapısını, yönetmeliklerini hazırladı. Mahalli idarelere yardımcı olmak için yoğun çaba sarf ettiler. Valiliklerle, İl Özel İdareleriyle, Belediye Başkanlarıyla ciddi mesai yaptılar. Fakat helikopterlerin güvenli iniş-kalkış yapacağı heliportların hizmete sokulması konusunda istenen seviyede başarılı olamadı. Bırakın Samsun’daki bir köyü şu an çoğu ilimizde helikopterlerin güvenli seyr-ü seferi için tahsisli yerler yok.

        Sağlık Bakanlığı ambulans helikopter konusunda önemli başarılara imza attı. Birçok hastaneyi heliportla tanıştırdı. Ulaştırma Bakanlığı gerekli düzenlemeleri, lisansları, kontrolleri yerine getirdi. Ama valiliklerin, belediyelerin bu konuda hiçbir şey yapmadığını, hatta yapılmak istenen bazı düzenlemelerde yardımcı olmadıklarını rahatlıkla söyleyebilirim.

        İstanbul’da bile şu an helikopterlere hizmet verecek bir yer yok. Olanlar da kapatıldı. Kadıköy ve Çamlıca’da vardı. Şu an yok. Yenikapı’da hizmete gireceği söylenen heliport da henüz ortada yok. Havacılık şirketleri özel kuruluşların heliportlarını çok yüksek bedellerle kullanıyor. İstanbul Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanı’nın dikkatine. Ben bu hususu ara ara gündeme getirmeme rağmen fazla bir mesafe de kat edilmiş değil.

        Helikopter konusuna, havacılık sektörüne yakinen ilgi duyduğunu bildiğim İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun el atması elzem. Başka türlü çözüm yok. Zira şu an bu konu mahalli idareler nezdinde tıkanmış durumda. Köy, kasabayı unutun illerde helikopterler için yer tahsisi söz konusu değil. Bu şekilde havacılık gelişir mi?

        Ambulans helikopterin Altınkaya Baraj Gölü kıyısındaki ekili buğday tarlasına inmesine izin vermeyen kadın çiftçiye Samsun Valisi’nin emriyle göz altına alınıp, soruşturma açılmasının da bir mantığı ve yasal dayanağı yok. Çiftçi kadına sokağa çıkma kısıtlamasını ihlal ettiği bahanesiyle para cezası uygulanması ise gülünç bir hadise. Kamu kendi üzerine düşen görevi yapamayınca vatandaşa neden ceza keser anlamak mümkün değil. Samsun’daki bu hadise önemli bir vaka tespitidir. Umarım ilgili bakanlıklar gerekeni yapar.

        İhracat hedefi koronadan büyükmüş!

        Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) her dönem, kim başkan olursa olsun dış ticaretin gaz pedalına yakın duruyor. Büyüme denince de gaza basıyor, daralma denince de gaza basıyor. Fren ve debriyajı hiç kullanmıyorlar. Onlarda zaten böyle bir kavram da yok. Vites ise akıllarına bile gelmiyor. Her ihracat verileri açıklandığında mutlaka TİM Başkanı caf caflı, anlamsız yorumlar, açıklamalar yapıyor. Geçmişte de öyleydi, şimdi de. Buyurun sonuncusuna; TİM Başkanı İsmail Gülle buyurmuş; “Unutmayalım ki ihracat hedeflerimiz Kovid-19'dan büyük.”

        “Kovid-19 sürecinde daralan uluslararası ticaretin etkilerini, ihracatta yaşanan kaybı telafi edecek başlıkları ve süreç sonunda oluşacak yeni dünya düzeninde daha güçlü bir şekilde yer almak için eylem planlarını devreye aldık.”

        Şu cümleyi kurmak için harcanan enerjiye bile yazık. Ne yaptınız? Sadece iki başlık söyleseydiniz.

        Koronavirüs gölgesindeki Nisan’da takriben 9 milyar ihracat, 13 milyar dolar da ithalat yapmışız. Türkiye’de ihraç edilen malların yaklaşık yüzde 70’i ithal ürün kaynaklıysa ve ithalatın temsilcisi yoksa, yani ithalat tarafı başıboşsa, ihracatçıların önemli bir kısmı aynı zamanda ithalatçıysa mutlaka önlem almışlardır. Ama Türkiye’de öldürülecek fazla sektör kalmadı, haberleri olsun!

        Koç Aykargo ile sektöre mi girecek?

        Koronavirüs günlerinde insanlar evlere kapanınca kargo sektörünün ve kuralları oturmuş e-ticaretin önemini daha iyi anlamaya başladılar. Ama bu iki sektörde faaliyet gösteren şirketler, onları denetleyip, kontrol eden kamu otoriteleri henüz bu işlerin önemini anlayabilmiş, geleceğini de kavrayabilmiş değiller. Ticaret ve Ulaştırma bakanlıklarına ciddi görevler düşüyor.

        Kargo ve e-ticaret şirketleri kafalarına göre takılıyor, kamu da neredeyse hiçbir müeyyide uygulamıyor. Mesela online sipariş ne kadar kolaysa, yaşanan sorunları online şikayet etmek ve kamu otoritesi ile şirketlerden karşılık bulmak da o kadar zor. Sektörler kendi haline bırakılmış gibi bir hava var. Bu intibalarımı da en yetkin isimlerle konuştuktan sonra bir tespit olarak kaydediyorum.

        Kargo şirketleriyle yakından çalışan ve e-ticaretle uğraşan tanıdığım, yaşadıkları sorunları anlatıp, kurumsal çalışacak, verdiği sözü tutacak şirketlere ve yaşanan sıkıntılarda yanlarında olacak kamunun ilgili kurumlarına ihtiyaç duyduklarını söyledi. Ve ekledi Koç Grubu da Aykargo olarak sektöre girecekmiş. Merakla bekliyoruz.

        Aslında sektörde iyi hizmet veren, çalışanlarını sendika çatısı altında koruyan, ilave haklar veren şirketler de var, ama kötü işlemler baskın geldiği için iyi hizmetler geri planda kalıyor.

        Mesela Ulaştırma Bakanlığı’ndan aldığım bilgilere göre en fazla şikayet edilen iki kargo şirketi yönetim sorunlarıyla öne çıkan MNG Kargo ile sahiplik tartışmaları yaşayan Aras Kargo. Fakat bu iki şirkete de yasalar çerçevesinde onları yanlıştan döndürecek boyutta cezalar kesilmediğini de en yetkili isimlerden öğrendim. Anlayacağınız sektör karışık. Ve kaliteli şirketlere ciddi anlamda ihtiyaç var.

        Koç Grubu’nun Aygaz merkezli olarak 2017’de başlattığı bir Aykargo projesi söz konusu. Aygaz’ın yaklaşık 2 bin 400’e yakın tüpgaz bayisinin Türkiye’nin en büyük dağıtım ve teslimat merkezine dönüşebileceği düşüncesiyle yola çıkmış bir proje. Sektör için de iyi olur Koç gibi bir kargo şirketinin hizmet yarışında olması. Bildiğim kadarıyla önemli bir mesafe ve tecrübe de Koç şirketlerine ve bazı büyük firmalara verilen hizmetlerle kazanılmış. Galiba Aykargo daha fazla beklemeden sektöre girecek.

        Diğer Yazılar