Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen hafta Bremen Üniversitesi tarafından düzenlenen Türkiye’de kadın bedeni, sağlık, üreme ve cinsellik konulu bir uluslararası akademik konferansa katılma fırsatım oldu. Farklı akademik disiplinlerden gelenlerle iki gün boyunca kadınların doğum deneyimlerinden, farklı ülkelerin kürtaj politikalarına, internette annelik üzerine kurulan bloglardan yeni üreme teknolojilerine kadar farklı konuları masaya yatırdık.

        Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında nüfusu artırmak isteyenler her türlü doğum kontrolü ve kürtajı yasaklarken, 1960’lı yıllardan itibaren değişen dinamikler karşısında kontrolsüz nüfus patlamasının ekonomik kalkınmayı etkileyebileceği düşüncesiyle aile planlaması desteklenmeye başlanmış.

        Elbette eğitimli ve çalışan kadınların sayısının artması, kırsal nüfusun azalmaya başlaması, dünyada doğum kontrolü ve aile planlamasına yapılan vurgunun da burada önemli etkileri olmuş. Bu dönemde tıbbi standartların ve uygulamaların artmasıyla kadınların doktorlara erişimleri de artmış ve bu da kadınların daha az doğum yapmasını sağlamış. Bugün geldiğimiz noktada ise aşırı-medikalleşme söz konusu ve özellikle doğum yapacak kadınlar ihtiyaçları olmayan, bazen de uzun dönem bedenlerine zarar verecek ameliyatlara maruz kalmakta.

        HİÇ KONUŞULMAMAKTA

        Ülkemizde gereksiz yere yapılan sezaryen ameliyatlar basında yoğun ilgi görmekte ama kadınlara yapılan epizyotomi (halk arasında “dikişli doğum” olarak da bilinen doğum esnasında vajina açıklığını büyütmek için yapılan cerrahi kesit) hiç konuşulmamakta.

        Dünya Sağlık Örgütü gereksiz yere yapılan epizyotomi ameliyatlarını genital mutilasyona benzetmekte ve ülkemizde hastanelerde normal doğum yapan kadınların yüzde doksan yedisine (çoğunun da izini olmadan) uygulanmakta.

        Doğum ve annelik kutsallaştırılırken kadınların bu dönemde yaşadıkları psikolojik ve fiziksel problemler aynı ilgiyi görmemekte ve özellikle doğumun kadının cinsel kimliği üzerine etkileri hiç tartışılmamakta.

        Yeni doğum yapan kadınlar, özellikle de rızaları olmadan gereksiz ameliyatlara tabii tutuldularsa kendilerini suçlamakta, bebekleriyle bağ kurmakta güçlük çekmekte, kısa ve uzun dönemde cinsel hayatlarında problemler ve acıyla karşılaşmakta ve çoğu da doğum sonrası depresyon yaşayabilmekte.

        Son günlerde kadının bir birey olarak merkezinde olmadığı bir nevi “kadınsız” ve sadece aile üzerinden yapılan annelik tartışmaları yerine kadınların ve bedenlerinin deneyimlerini anlatan çalışmaların arttırılması ve yaygınlaştırılması acil bir şekilde gerekmekte.

        Diğer Yazılar