Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sadece son birkaç günde yaşananlar ülkede tansiyonu yükseltip, çoğu insanı şaşkına çevirdi.

        Bunların bir kısmını “şartların zorlaması” diye yorumluyor olabilir AK Partili yöneticiler.

        Ben o kanaatte değilim.

        Başka çözüm yolları vardı. Ancak neden bunları tercih etmedikleri, sanırım daha ciddi bir soru.

        Örnekler üzerinden anlatayım.

        HDP’Yİ SİYASETEN KAPATABİLİRLERDİ

        HDP’nin PKK terör örgütüyle ilişkisini artık tartışmıyoruz. Onların da bunu reddettikleri yok. Bu durumda yargı yoluyla HDP’yi kapatmayı çözüm zannedenlerin, önceki örneklere bakınca yanıldıklarını anlamaları gerekirdi. Ama bakmıyorlar.

        Bu mesele HDP içinde de tartışma konusuydu. Yol ayrımına gelinmişti. Ayhan Bilgen gibi önemli isimler bunu açıkça ifade etmeye başlamıştı.

        Hatta HDP içindeki eski siyasiler dahil, terörden uzak yeni partilerin kurulması için çalışmalara bile başlamıştı. Bunu açıklayanlardan biri de AK Partili Ağrı Belediye Başkanı Savcı Sayan’dı.

        HDP’ye kapatma davası açılmasıyla durum bir anda değişti.

        HDP tabanı, her parti taraftarı gibi, partilerine karşı bir baskı olduğunda ona sahip çıkıyor, kenetleniyor. Nitekim dün Diyarbakır’daki Nevruz kutlamaları öylesine kalabalıktı ki HDP, tarihinin belki de en kalabalık mitingini yapmış oldu. Sebebi, kapatma davasına tabanın gösterdiği tepki.

        REKLAM

        HDP bölünecekken, bu kapatma davası can suyu gibi kurtardı onu.

        HDP seçmenini son yıllarda ötekileştiren, dışlayan ve marjinalize eden söylem yerine, onların gönlünü alacak bir siyasi dil kullansaydı AK Parti, tıpkı 2007’de olduğu gibi, gönülleriyle birlikte, oylarını da alırdı. Ve böylece HDP siyaseten kapatılabilirdi.

        Alternatif bir çözüm varken, yargı yoluyla kapatmaya neden destek verdi AK Parti? Parti kapatmaya karşı bir siyasi hareketken, neden kendi içinde çelişkiye düştü?

        GERGERLİOĞLU BU KADAR MAĞDUR EDİLMELİ MİYDİ?

        Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun özellikle Gara operasyonu sonrası, sadece devleti suçlayan beyanlarına ben dahil, herkes tepki gösterdi. "13 sivili öldüren terör örgütüne tek kelime laf etmeyen bir insan hakları savunucusu olamaz" diye şiddetle eleştirildi.

        Ancak birden hukuki altyapısı sağlam olmayan bir davada, bir tiviti RT ettiği için mahkum edildi. Ardından apar topar dokunulmazlığı kaldırıldı. Sonra sabah namazı vakti onlarca polis tarafından pijamasıyla Mecliste gözaltına alınıp, emniyete götürüldü. Ancak savcılık serbest bıraktı.

        Tüm bunlar sadece Türkiye’de değil, dünyada da şaşkınlıkla izlendi. İnsan Hakları Eylem Planı’nda insanların artık sabahın köründe gözaltına alınmayacağı yazılalı birkaç gün olmuşken, bu çelişkili uygulama nedir?

        Gergerlioğlu gerçekten suç işlemişse, hukuki altyapısı sağlam bir dava neden açılmadı? Serbest bırakılacağı bir ifade için, neden sabahın köründe, pijamayla gözaltına alındı ve Türkiye’ye yakışmayan bir görüntü verildi? Tüm bunları yaptıran mantığın amacı nedir?

        İSTANBUL SÖZLEŞMESİ'NDE KADEM’İN ÖNERİSİ

        REKLAM

        Son yılların çok tartışmalı konusu İstanbul Sözleşmesi’nden bir gece kararnameyle çıktığımız açıklandı. Başta kadınlar, çoğu insan bu kararla yine şaşkına döndü, tepki gösterdi.

        Oysa böyle hukuki ve sosyal tartışmayı ayyuka çıkartmak yerine başka çareler üretilebilirdi.

        AK Parti’nin kadın hakları savunucusu, en önemli sivil toplum kuruluşu olan KADEM, tartışmaları bitirecek bir öneride bulunmuştu: Türkiye AB’ye bir “yorum beyanıyla” itiraz ettiği maddeleri sıralayabilirdi. Bunun tartışmaları keseceğini ben de savundum. Ancak yapılmadı.

        En azından kararname yerine TBMM’de, Numan Kurtulmuş’un dediği gibi, oylamayla sözleşmeden çekilebilirdi Türkiye. Hiç olmazsa hukuki ve siyasi tartışmalar olmazdı.

        Tüm bunlar yapılmadı ve tartışmalar sanki daha çok alevlensin diye bir gece kararnameyle çıkıldı sözleşmeden.

        Daha az sorun çıkartacak çözümler varken, neden bu yol tercih edildi?

        MERKEZ BANKASI BAŞKANI 4 GÜN SONRA DEĞİŞSEYDİ?

        20 ayda dört kez Merkez Bankası başkanını değiştiren başka bir ülke yoktur sanırım. Son başkan Naci Ağbal’ı tanırım. Ankara’nın en iyi maliye bürokratlarından ve Erdoğan’ın en güvendiği isimlerden biriydi. O kadar ki, Ağbal’ın verdiği raporların Berat Albayrak’ın istifasında etkili olduğu bile söyleniyordu. Göreve geldiğinde piyasalar ona güvendi.

        Ancak bir gece ansızın o da görevden alındı.

        Neden? Faizleri yükselterek ‘operasyon çektiğini’ iddia edenler bile oldu. Herkes bilir ki Ağbal öyle bir insan değildir.

        Madem para politikaları konusunda diğer başkanlar gibi Erdoğan ile anlaşmazlığı vardı, kabine değişimi beklenseydi, buradaki değişimle birlikte kamuoyuna açıklansaydı daha iyi olmaz mıydı?

        24 Mart’taki (yarın) AK Parti kongresinden sonra kabine ve parti yönetiminde değişim olacaktı. Bu değişimde Ağbal uygun bir yere kaydırılsaydı, piyasalar bu kadar çalkantıya girer miydi, TL ve borsa bu kadar değer kaybeder miydi? Ekonomi yönetimine olan güven bu kadar zedelenir miydi?

        REKLAM

        TABAN KONSOLİDE OLMUYOR, GÜVEN YİTİRİYOR

        Anlatmaya çalıştığım, AK Parti daha iyi çözüm yolları varken, neden daha çok hasar verecek politikaları tercih ediyor?

        Ülkede psikolojiler zaten bozuktu, bu yaşananlarla daha da beter oldu. Neden buna sebep oluyor?

        Tansiyonu, gerilimi, tartışmayı arttırarak, kendi tabanını konsolide ettiğini düşünüyor sanırım.

        Kanaatimce bunu da medya ve sosyal medyadaki tartışmalara bakarak ölçüyorlar.

        Büyük yanılgı içindeler.

        AK Parti yönetim ve siyasette en büyük kozu olan istikrar, güven ve kararlılığını kaybediyor bu politikalarla. Farkında mı bilmiyorum?

        Diğer Yazılar