Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Kaderleri değildi aslında bu acı.

        Afrika’da doğmak onların sevdiği bir şeydi.

        Beyaz adamların bir gün gemilerle gelip, onları zincirlere vurarak köleleştirmesi kader değil, beyaz adamın kötülüğüydü.

        Derilerinin siyah olmasından da mutsuz değillerdi.

        Derileri beyaz olanların olduğu ülkelere götürüldüklerinde mutsuz oldular renklerinden.

        “Zenci” dediler onlara.

        Yeni keşfedilmiş Amerika’nın tütün, pamuk, şeker kamışı tarlalarında köle olarak çalıştırıldılar.

        Birçoğu öldürüldü ya da kötü yaşam koşulları yüzünden erken yaşta hayatlarını kaybetti.

        Afrikalılar dertlerini, acılarını, hüzünlerini müzikal bir tarzda anlatırlardı. Bir nevi ağıt gibi.

        Tarlalarda çalışırken ölen yakınları için ağıtlar yakarlardı bir yandan.

        İçli, hisli, dertli, acı dolu sözlerdi bunlar.

        Bir kuralı, notası, bestesi yoktu bu acı dolu şarkıların. Hepsi o anda doğaçlama olarak yapılırdı. Ve yitip giden yakınlarının hikayesini, özlem duydukları topraklarındaki günlerini anlatırdı.

        Tıpkı babaları, dedeleri ve atalarının yüzlerce yıldır Afrika'da yaptıkları gibi.

        Bir yakınlarını yitirdiklerinde o evden işte bu acı dolu şarkılar yükselirdi.

        Bir de o yas günlerinde çivit mavisi giyerlerdi.

        Amerika’da elleri, ayakları, boyunları zincirlenmiş köleler de tıpkı ataları gibi acılarını şarkılarla ifade edip, yas günlerinde çivit mavisi giyiyorlardı.

        REKLAM

        Bu hüzünlü şarkılar beyazların dikkatini çekti. Zencilerden bu şarkıları dinlediler. Ama onlar acının, kayıpların, hüznün ifadesi gibi değil, kulağa hoş gelen bir müzik olarak dinliyorlardı.

        Amerikan İç Savaşı’ndan sonra köleliğin kaldırıldığı eyaletlerde zenciler özgür kaldılar. En iyi bildikleri şey tarlalarda işçi olmak ya da şarkı söylemekti.

        Böylece barlarda, restoranlarda, kulüplerde şarkılar söylediler. Bildikleri tek tür de acılarını anlattıkları ağıtlardı.

        İşte bu şarkılar Blues ismiyle yeni bir müzik türünün doğmasına ve yaygınlaşmasına etki etti.

        “Blues” ismi ise yas günlerinde giydikleri çivit mavisinden geliyordu.

        Özgür kalana kadar geçen uzun yıllarda Hristiyanlaşmış zenciler, kiliselerde Tanrı’ya yakarışlarını yine atalarından bildikleri şarkıların melodisiyle yaptılar.

        Bu kez sözler ölen yakınlarının hikayesi değil, İncil’den alınmış ayetlerdi. Koro halinde ya da tek başlarına söyledikleri bu şarkılara Gospel dendi.

        Gospel, Blues’un dini motiflere bürünmüş haliydi aslında.

        Gospel ve Blues müziği bir süre sonra yeni enstrümanlar ve tarzlarla harmanlandı ve bu kez Jazz doğdu.

        1930’lardan sonra önce tüm Amerika’ya, ardından da dünyaya yayıldı.

        Bugün elit bir kesimin dinlediği Jazz ve Blues, yine hüzünlü ama bu kez Afrikalı kölelerin acı hikayelerini değil, aşk acısı çekmiş olanların hikayesini anlatıyor.

        Blues ve Jazz üzerine çok yazılar yazıldı, büyük külliyatlar oluştu.

        Beyaz adam bu literatürü oluştursa da değiştiremediği iki gerçek vardır:

        Blues acı ve hüzün demektir ve en büyük Blues şarkıcıları hep siyahlardır.

        B.B King, Lonnie Johnson, Robert Johnson, Stevie Ray Vaughan… bunlardan sadece bir kaçıdır.

        Not: Bu yazının yazılmasına etki eden, çok iyi seçkilerin yapıldığı Blues şarkılarının bir listesi:

        https://www.youtube.com/watch?v=SH3KlDlqu_k

        Diğer Yazılar