Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Dünyanın birçok bölgesinde göçmenler, mülteciler, sığınmacılar gördüm.

        ABD, Kanada, Polonya, Romanya, Ukrayna, Almanya, Kenya, İngiltere, Lübnan, Suriye, Filistin, Irak, Bangladeş, Pakistan, Çin, Moğolistan, Sri Lanka…

        Her dinden, onlarca etnik kökenden, yüzlerce nedenden dolayı insanların vatansız kalıp, başka ülkelere sığındığına şahit oldum.

        Halkı Müslüman olan ülkelerde, göçmenler konusu genellikle tarihi Ensar-Muhacir ilişkisi üzerinden çözülmeye çalışılır.

        İSLAM MEDENİYETİ BİR GÖÇ HAREKETİYLE KURULDU

        Bilindiği gibi, Mekke’de Müslüman olanlara zulümler arttığında Peygamber Efendimiz, 622 yılında, yol arkadaşlarıyla birlikte Medine’ye göç etmek zorunda kalmıştı.

        Medine’ye gelen Mekkeli Müslümanlara “Muhacir” (göçmen), onlara Medine’de kucak açanlara “Ensar” (yardım eden) denir.

        Mekke’den Medine’ye göçmek öylesine büyük bir olaydır ki, Müslümanlar Peygamberimizin hicret ettiği yılı (MS 622), tarihin/takvimin başlangıcı olarak kabul etmiştir. Yani “Hicri Takvim” bir göç hareketinin sonunda doğmuştur.

        Sadece Hicri Takvim değil, aynı zamanda İslam dininin kurumsallaşması, devletleşmesi ve ardından büyük bir medeniyet haline gelmesi bu göçle başlar.

        GÖÇMEN KRİZİNDE ENSAR-MUHACİR METAFORU

        Bu tarihi göç hareketinden beri, ne zaman Müslümanların evsiz, yurtsuz kalan din kardeşlerine yardımı söz konusu olsa, Ensar-Muhacir örneği kullanılır.

        Onlarca göç olayına şahitlik etmiş biri olarak şunu gönül rahatlığı ile söyleyebilirim ki, Türkiye kadar yardım etmede, göçmenlere destek olmada daha istekli, duyarlı bir ülke/millet görmedim.

        Tüm dünyaya örnek olacak bu yardımseverlikte İslam dinin en büyük sosyal hareketi olan hicretteki Ensar-Muhacir ilişkisinin etkisi büyüktür.

        DEVLETLER ENSAR-MUHACİR DUYGUSUNUN ÖTESİNE GEÇMELİ

        Lübnan’da Sabra, Şatilla kamplarında yaşayan yüzbinlerce Filistinli gördüm. Ne kadar kötü şartlarda yaşadıklarına şahit olunca buraya devlet elinin değmediğini fark etmiştim.

        Bireylerin yardım ve destek duygularını güçlendirmek için Ensar-Muhacir duygusunu/ilişkisini gündeme getirmek doğru bir politika olabilir. Ancak devletler bu duygunun ötesinde hareket etmek zorundalar.

        Zira göçmenlere kucak açıp destek olmak, bireysel bir iyilik hareketi olsa da, bunun tahribat yaratacak sonuçlarını önlemek için politika üretmek de devletlerin görevidir.

        Artık Hicret dönemindeki gibi Mekke’den göçen Müslüman sayısı yüzlerle ifade edilen rakamlar değildir. Milyonlarca insanı etkileyen göç hareketleriyle karşı karşıyayız.

        Bu, Müslüman yardımseverliğini aşıp sosyal çöküntülere, ekonomik sorunlara, iç çatışmalara dönüşebilecek krizlere neden olabilir.

        POLİTİKA VE KURUMSALLAŞMA EKSİKLİĞİ HALA EN BÜYÜK SORUN

        Göçmenler sorunu artık toplumsal bir krizin gerekçesi, siyasi kavgaların argümanı, yabacı devletlerin, terör örgütlerinin kullandığı bir araç haline geldi.

        Dolayısı ile bu denli yakıcı bir soruna karşı sadece Ensar-Muhacir metaforunu kullanmak doğru bir strateji değil.

        Bilakis, İslam tarihinin en güçlü yardımlaşma duygusunun örselenmesine, ondan uzaklaşılmasına neden olabilecek bir tepkiyi bile doğurabilir.

        Buna rağmen Türkiye’nin göç ve göçmen politikası halen yoktur.

        Türkiye’nin göç ve göçmen krizini yönetecek güçlü bir kurumu, bakanlığı, teşkilatı da yoktur.

        Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın neredeyse bir yıldır "Üzerine çalışıyoruz" dediği proje, bir türlü tamamlanmadı, ortaya da çıkmadı.

        Çünkü devletin içinde Göç Bakanlığı’nın kurulmasına karşı çıkanlar var. Maalesef acı bir gerçektir bu.

        GLOBAL BİR BAKIŞ AÇISI OLMADAN SORUNU ÇÖZEMEYİZ

        Gerçekçi olalım, göçmen üreten nedeni kaynağında çözmediğimiz sürece, göçmen sorununu halledemeyiz.

        Suriye, Irak, Afganistan, Yemen, Libya gibi sıcak çatışmaların, siyasi krizlerin yaşandığı, yabancı devletlerin aktif rol oynadığı ülkelerdeki krizlerin çözülmesi şart.

        “Suriyelileri, Afganları iktidara geldiğimizin ertesi günü göndereceğiz” açıklamalarının tümü palavradır ve gerçeklikle hiçbir alakası yoktur.

        Bu uluslararası bir sorundur.

        Dolayısı ile Türkiye çok güçlü bir diplomasi çabasıyla konuyu uluslararası boyutta gündeme getirmek zorunda.

        Suriyeli milyonlarca göçmeni orada güvenli bölgeler oluşturmadan, katil Esed'in ellerine teslim etmek, ilk fırsatta yeni katliamlara ve yeni göç dalgalarına neden olur sadece.

        1 MİLYON GÖÇMEN GÖNDERİLEBİLİR Mİ?

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı 1 milyon göçmeni yerleştirecek bir iskan projesi soruna geçici çözüm olabilir sadece. Orada konutlar inşa edilse bile güvenlik tam olarak sağlanamadığı sürece göç dalgalarını önlenmesi mümkün değil. Suriyeli sayısının da resmi olarak 3.7 milyon olduğunu unutmayalım.

        Bu nedenle uluslararası bir planla Esed’in yakınlarını öldürdüğü bu insanlara dokunmaması için BM düzeyinde bir garantörlük gerekir.

        ÜÇ ŞEYE İHTİYAÇ VAR

        Göçmen sorununu çözmek için üç adım atmamız gerek:

        1. Göç sorununu Avrupa ve BM gündemine zorla sokmalıyız. Afganistan, Pakistan, Mısır, Libya’daki krizleri/yoksunluğu uluslararası gündeme taşımalıyız. Suriye içinde Esed’in karışamayacağı ve insanların güven içinde yaşayacağı güvenli bölgeleri BM garantörlüğünde kurmalıyız.

        2. Türkiye diplomasiden entegrasyona, sağlıktan ekonomiye, iskandan eğitime kadar güçlü/bütüncül bir göç/göçmen politikası üretmek zorunda. Bunu uygulayacak kurumsallaşmaya gitmeli.

        3. Milletin göçmenler konusundaki kaygılarını giderecek iletişim, sosyal, ekonomik alanlarda paketler hazırlanmalı.

        Başka türlü sorunu çözmemiz imkansız. Boşuna kendimiz kandırmayalım.

        Diğer Yazılar