Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’de 15 Temmuz’da vizyon şansı bulan “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?” (“Where to Invade Next?”) ve “Soygun”u (“Braqueurs”) ele aldım.

        “ŞİMDİ NEREYİ İŞGAL EDELİM?”: BARIŞÇIL VE HINZIR BİR MİLİTARİZM ELEŞTİRİSİ

        Michael Moore, şüphesiz 25 yılın en başarılı belgeselcilerinden. 1989 tarihli “Roger & Me”den bu yana yaptıkları, Oscar ve Altın Palmiye ödülleri derken kendini ispatladı. İğneleyici üslubu, özenli hazırlık süreci, siyasi tespitleri ve sahne kimliğiyle de alanında bambaşka bir figüre dönüştü. Sanatçılara bolca malzeme sunan ülkemizde de ‘Michael Moore’ gibi cesur bir sinemacı çıkmasını kim istemez ki? Şimdilik güzel bir hayal diyelim…

        “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”de (“Where to Invade Next?”, 2015) alaycı belgeselciyi ABD’nin şovenist savaş politikalarını ti’ye alırken görüyoruz. Ama olabilecek en ‘savaş’sız haliyle… Ortaya çıkan çalışma, rahatlıkla bir ‘anti-savaş belgeseli’ olarak anılabilir.

        Moore, emperyalizmin anavatanının sayısız savaşa girmesine karşın, ne kadar başarısız olduğunu anlatıyor önce. Ama araya ironik ve imalı diyaloglar da serpiştiriyor, ‘adını bile bilmediğimiz ülkeler’ lafını not düşmeyi unutmuyor. ‘Barış elçisi’ olarak da kendisini görevlendiriyor. Görev tanımı ise: ‘Yabancı ülkeleri kağıt üstünde işgal ederek onların faydalı taraflarını ABD’ye getirmek’.

        Sinemacı bu amaçla yola çıkıp kadın hakları, hapishane sistemi, eğitim sistemi gibi birçok konuyu inceliyor tek tek. Bunu yaptıktan sonra elindeki kocaman Amerikan bayrağıyla ‘izninizle bu bilgileri ülkeme götüreceğim’ diyor, görevlilere, yetkililere, başkanlara… Aslında bu sayede de ‘göstermelik işgal’ ve ‘barışçıl militarizm taşlaması’ devreye giriyor. Hilary Clinton’ın başkanlığa oynadığı, seçilmesi halinde Donald Trump’ın savaş çıkarmasına kesin gözüyle bakıldığı bir döneme, 2016 seçiminin bir yıl öncesine çok yakışıyor bu belgesel.

        “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”, bireysel silahlanmayla ilgili “Benim Cici Silahım”dan (“Bowling for Columbine”, 2002) bu yana en güncel, iyi ve çarpıcı çalışması Moore’un. Siyasi imalarda sınır tanımayan sinemacı, bu kez Finlandiya, Tunus, İzlanda, Almanya, Portekiz, Slovenya gibi ülkelerdeki ‘dost’ isimlerle buluşuyor, kıskandığı insanların ortak görüşlerini kameraya alıyor. Kendisi de 60’ını geçmesine karşın muhalif ruhundan bir şey kaybetmediğine dikkat çekiyor.

        Aslında bu etkileyici belgesel, bir tez çalışması olarak da güncel siyaseti inceleyenlere teslim edilebilir. Sözgelimi; ‘Verginin yüzde 60’ının orduya gittiği bir ABD, nasıl da savaş yanlısı olmaz?’ sorusu yerinde. Moore’un kabuğundan çıkmayan halkına Avrupa’da, Afrika’da da yaşam olduğunu göstermesi ise ibretlik bir tabloyu gözler önüne seriyor. “Şimdi Nereyi İşgal Edelim?”, barışçıl bir militarizm eleştirisi/taşlaması ya da iğneleyici bir anti-savaş belgeseli olarak ‘fırsatlar ülkesi’nin göründüğü kadar refah dolu olmadığını yüzümüze vuruyor. Bunun altını da görsel malzemeyle, önemli detaylarla ve nokta atışı yorumlarla dolduruyor üstelik. Hem kanıtsız bırakmadığı bilgilerle hem de uyguladığı yöntemle zihinlere kazınıyor.

        FİLMİN NOTU: 6.7

        “SOYGUN”: AKSİYON SAHNELERİYLE OYALIYOR

        Üç suçlunun soygunla, suçla ilişkisini resmeden Fransız etiketli aksiyon filmi… “Soygun” (“Braqueurs”, 2015) ülkenin geleneğinden beslenen, temeli sağlam bir tür örneği... Rachid Bouchareb filmlerinden tanıdığımız Sami Bouajila, “Attila Marcel”in (2013) başrolüyle çıkış yapan Guillaume Gouix ve iç piyasada tanınan Youssef Hajdi’nin oluşturduğu bir ekibin vukuatlarına bakıyor.

        Elbette 2015’te bir yeniden çevrime malzeme olan ‘soygun filmi’ omurgalı aksiyon klasiği “Kırılma Noktası” (“Point Break”, 1991) kadar sağlam sonuç vermiyor. Ama 90’lar ruhunu akla getiren yapıtta, çatışma ve araba takip sahnelerinin gayet iyi çekildiği, tansiyonun doğru ayarlandığı söylenebilir. Güncel Fransız sinemasının popüler kanadına dahil edilebilecek Julien Leclerq, 2007’de “Chrysalis” adlı “Gizemli Şehir” (“Dark City”, 1998) etkili bilimkurgu ile çıkış yaptığında Hollywood’a transfer olabilecek kumaşı olduğunu ispatlamıştı.

        Dördüncü uzun metrajı “Soygun”da da aslında bu konudaki iddiasını sürdürdüğünü gösteriyor. Ama burada da el attığı ‘ortak senaristlik’e girmeden daha etkili olabileceği kesin. Bu durum 2.35:1 çekilen filmi onca ‘noir’ etkili film arasında ‘özel’ değil, aksine ‘zanaatıyla anılır’ bir yere yerleştiriyor. Mavi-gri arası renk skalası aksiyona hizmet ediyor.

        Kurgusundan sinematografisine kadar jeneriğe paralel akan futbol sekansında da, seks sahnesinde de ne yapacağını bilen bir reji gözü var. Ama iş soygunlardan uyuşturucuya kayıp, arkadan bıçaklamalar, para peşine düşmeler, açgözlülükler devreye girince dramatik yapının zayıflığı filmi zedeliyor. 81 dakikalık sürenin sebebi bu zafiyet gibi. Ucu açık final ise sinemasal açıdan iyi bağlanmış.

        FİLMİN NOTU: 5.1

        Diğer Yazılar