Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ABD’nin yeni başkanının Trump ya da Biden olmasının Türkiye açısından farklı sonuçlar doğuracağını, Ankara’nın ise her iki senaryoya da hazırlıklı olduğunu yazan gazeteci meslektaşlarım oldu. Bu analizler beni bir parça gülümsetti açıkçası çünkü şahsen ben Ankara’nın Biden ihtimaline pek de hazırlıklı olmadığını, hatta başta Cumhurbaşkanı ve dış politika ekibi olmak üzere morallerin hafif bozuk olduğunu düşünüyorum. Daha doğrusu duyuyorum.

        Önceki gün Biden’ın seçilmesi durumunda ABD-Türkiye ilişkilerinin nasıl şekilleneceğini dış politikanın belirleyici isimlerinden biriyle konuşuyorduk.

        “Biden’a hazır mısınız?” diye sordum, “Asıl Biden Erdoğan’a hazır mı?” diye espriyle yanıt verdi.

        O espri olarak söylese de aslında biraz düşününce bu soru ciddi anlamlar içeriyor. Çünkü Biden’ın başkan yardımcısı olarak görev yaptığı 2016’dan bu yana köprünün altından çok sular aktı. Hem Erdoğan hem de Türkiye kamuoyu açısından ilişkilerin kaldığı yerden, eski kodlarıyla devam etmesi mümkün değil. Sebeplerini tek tek anlatayım…

        Erdoğan’ın siyasi söylemi değişti

        2016 sonrasında Erdoğan öncülüğünde kurulan Cumhur İttifakı’nın dış politika tercihleri ABD ve Batı’ya bağımlı olmama doktrinine dayanıyor. Hatta bağımlılığın da ötesinde 15 Temmuz’un yarattığı travma ve Suriye’de PYD meselesi nedeniyle ABD ve Batı en büyük tehdit kaynağı olarak görülüyor. "Milli beka" söylemi öne çıkıyor. Ekonomideki daralmalar dahi “Dış güçlerin oyunu” olarak yorumlanıyor.

        Bu atmosfer içinde, ABD’yi karşısına alma pahasına Rusya’dan S400’leri satın alan, Avrupa’nın itirazlarına rağmen Doğu Akdeniz’de kendi tezlerinde ısrar eden ve Azerbaycan’ı destekleyen bir Erdoğan portresi ile karşı karşıyayız.

        Üstelik dış politika, iç politikanın en önemli dinamosu haline geldi. Böyle bir ortamda Biden’ın Erdoğan’a kendi tezlerini kabul ettirebilme ya da yaptırımlar üzerinden geri adım attırabilme olasılığı neredeyse hiç yok. Aksine, tıpkı Macron örneğinde olduğu gibi her türlü sıkıştırma çabası içeride Erdoğan’ı daha da güçlendirir.

        Türkiye’de politik atmosfer değişti

        Biden’ın ve ekibinin ıskalamaması gereken bir başka mesele de bu süreçte Türkiye’deki sosyolojik havanın değişmiş olması. 2016 sonrası Türkiye’de sağ-milliyetçi-bağımsızlıkçı söylem ciddi oranda yükseldi. Cumhur İttifakı’nın öne çıkardığı değerler milliyetçi muhafazakâr kitleyi dönüştürdü. Ulusalcıların bir bölümü de dış politikada milliyetçi-muhafazakârların tezlerine yaklaştı.

        Öte yandan Avrupa Birliği’ni destekleyenlerin oranı dramatik bir biçimde düştü ve ABD karşıtlığı belki de hiç olmadığı kadar yükseldi.

        Muhalefet değişti

        Bu süreçte şüphesiz muhalefet de değişti.

        Cumhur İttifakı’nın "Milli beka" söylemine karşılık muhalefet, Türkiye’de asıl sorunun demokrasi, hukuk ve özgürlükler olduğunu ifade etse de dışarıya karşı 'bağımsızlıkçı' söylemin onlar da arkasında duruyor ya da durmak zorunda hissediyorlar.

        “Dostlarımızı artıralım, düşmanları azaltalım, bölge ülkeleriyle barışalım” deseler de açıkça ABD yanlısı bir tutum izleyecek herhangi bir parti yok.

        Unutmayın, Biden’ın New York Times’a verdiği röportajda “Türkiye’de muhalif liderleri desteklediğimizi açıkça göstermemiz lazım” sözü yalnızca iktidardan değil muhalefetten de çok sert tepki gördü.

        Bundan böyle ABD’nin, hele hele Biden’ın yanında yer alacak herhangi bir lider, parti ya da STK’ya ancak 'hain' gözüyle bakılacaktır.

        Lafın kısası Ankara’nın Biden’a hazırlanması kadar Biden’ın da Erdoğan’a ve ‘yeni Türkiye’ye hazırlanması gerekir.

        Eski ezberlerini sürdürerek, muhalefeti destekleyeceğini söylemek, Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesine tepki göstermek ya da Azerbaycan politikasına karşı çıkmak gibi adımlar atacak olursa her fırsatta eleştirdiği Erdoğan’ın elini güçlendireceğini ve Türk kamuoyundaki ABD karşıtlığını daha da körükleyeceğini anlaması lazım…

        Dünya da değişti

        Aslında yukarıda anlattığım dönüşüm yalnızca Türkiye’ye has değil. Dünya genelinde liberal demokrasinin ve küreselleşmenin gerilediği, milliyetçi-sağ siyasetin yükseldiği bir döneme giriyoruz.

        Biden, seçimlerden önce Foreign Affairs için yazdığı bir makalede, eğer kazanırsa ABD’yi yeniden dünya lideri devlet pozisyonuna taşıyacağını, demokratik kurumları güçlendireceğini ve 2. Dünya Savaşı sonrası ABD öncülüğünde inşa edilen uluslararası sistemi onaracağını vaat ediyordu.

        Son aylarda Biden’ın dış politika tercihlerini analiz eden onlarca makalede de Trump’ın “Önce Amerika” sloganıyla yükselttiği milliyetçi-popülist söyleme karşın, Biden’ın misyonunun ABD öncülüğünde liberal-demokratik düzeni geri getirmek olacağı öne sürüldü.

        Oysa bunun ne kadar zor olduğunu, korona salgını sürecinde açıkça gördük. Bu günlerde “Trump gitse bile Trumpizm yaşayacak” denilmesi boşuna değil…

        Öyleyse yazıyı şu soruyla kapatalım; Biden yeni dünya düzenine hazır mı?

        Not: Ankara Biden’ın kazanması durumunda nasıl bir politik çizgi benimseyecek? AK Parti’nin Biden kampanyasına bağış yaptığı doğru mu? Bunların yanıtını da bir sonraki yazıya bırakıyorum.

        Diğer Yazılar