Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Yeni Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, ayağının tozuyla gündemin merkezine oturdu. Daha atanalı 4 gün olmadan 4 farklı nedenle eleştiri yağmuruna tutuldu.

        Önce geçmiş tweet'leri deşildi, sonra İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkan, KADEM’le kavgalı radikal dinci bir grup tarafından “Bekâr bir kadın nasıl aile değerlerini savunacak?” denilerek ahlaksızca saldırıya uğradı. Sonra 23 Nisan’da makamında ağırladığı 10 yaşındaki çocuğu ramazan gerekçesiyle eli boş gönderdi. Üstelik koruma altında olduğunu açıklayarak gizlilik ilkesini zarara uğrattı. Ve son olarak Sümeyye Erdoğan’ın sözleri üzerinden 'torpille göreve geldiği' algısı oluştu.

        Üst üste yığılan bu olaylardan hareketle Derya Yanık hakkında kısa yoldan tek bir yargıda bulunmak yerine olayları tek tek ele almayı deneyeceğim.

        Öncelikle göreve daha başlamış sayılmaz. Kadın hakları konusunda aktivist bir isim olması nedeniyle başta kadına şiddet meselesi olmak üzere önemli ve cesur adımlar atabilecek potansiyeli var, neler yapacağını izleyip görmek lazım.

        Ben kendisini 18 Ağustos 2020’de İstanbul Sözleşmesi tartışması üzerine muhafazakâr kesimden 3 önemli kadınla yaptığım programda tanıdım. O yayında İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasının neden yanlış olacağını tane tane anlatmıştı. Yani kendi mahallesindeki erkek egemenlik yanlısı kişilere de bayrak açmış kadınlar arasında yer alıyor. Sadece muhafazakâr kesimin hassasiyetlerini önceleyecek bir isim olarak görmek yanlış olur.

        REKLAM

        Medeni durumu üzerinden hakarete uğraması tek kelimeyle alçaklık. Son dönemde AK Parti’ye büyük zarar veren malum radikal kesimin iğrenç saldırısı karşısında yalnız bırakılması üzücüydü. Seküler kesimin bu saldırı karşısında başını kuma gömmesi, kadın hakları mücadelesi veren AK Partili kadınların yalnız bırakıldığını bir kez daha göstermiş oldu.

        23 Nisan meselesinin ise eleştirilmesi son derece doğaldı. 10 yaşındaki çocuktan oruç tutmasını beklemek ya da eli boş göndermek hiç yakışık almadı. Keşke bu konuda samimi bir özeleştiri yapsaydı. Geçmişteki kimi paylaşımları da pot kırmaya müsait bir yapısı olduğunu gösteriyor. Kendisine derhal sağlam bir iletişim ekibi kurmasında fayda var.

        Ve son olarak gelelim Sümeyye Erdoğan Bayraktar’ın sözlerine... Sosyal medyada Derya Yanık için "Donanımı ve yetkinliği nedeniyle tercih edildi” dediği öne sürüldü ve “Aile bakanlarının kim olacağına Sümeyye Erdoğan mı karar veriyor?” eleştirisi yükseldi. Gerçekten böyle bir açıklaması olsaydı ben de çok yanlış bulurdum fakat röportajı dikkatle okuyunca yine bir cımbızlama durumunun olduğunu fark ettim.

        Röportajı yapan gazeteci, “İki dönemdir KADEM’den isimleri görüyoruz Aile Bakanlığı koltuğunda. Bu konuda çeşitli yorumlar da yapılıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?” diye soruyor. Yani biraz üstü kapalı da olsa "Bu isimlerin seçilmesinde sizin etkiniz var mı?" demeye getiriyor.

        Sümeyye Erdoğan’ın yanıtı tam olarak şöyle: “Son iki dönemin üst üste gelmesi tabii ki bir tevafuktan ibaret. Şunun altını çizmek isterim, her iki bakanımızın da tercih edilme nedeni, onların KADEM’le ilişkileri değil, kişisel yetkinlik ve donanımlarıdır. Zaten yetkinlikleri dolayısıyla KADEM’de bulundular. Bu da KADEM’in potansiyelini ve liyakatini gösteren bir durum.”

        Yani sözleri tam da tersini anlatıyorken, sanki Derya Yanık’ın göreve getirilmesi hakkında ahkâm kesiyor gibi yansıtıldı.

        Sümeyye Erdoğan’ı şahsen tanımıyorum ama verdiği demeçlerden izlediğim kadarıyla kadın hakları konusunda samimi bir çabası olduğu halde ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabiliyor. Asıl kendi mahallesi içinde savaş verirken Cumhurbaşkanı’nın kızı olması nedeniyle muhalif kesim tarafından önyargılı bir biçimde sürekli iğneleniyor.

        REKLAM

        Yeni Şafak’a verdiği röportajdaki şu sözlerine bir bakalım:

        “Kadını, kendine göre ikinci sınıf görmeye alışmış zihniyet için, kadınların, toplumun her alanında söz sahibi olması gerektiğini söylemek kolayca kabul edilemiyor.”

        “İstanbul Sözleşmesi’nin feshini sanki kadına şiddetle mücadeleyi düzenleyen 6284 sayılı kanun da iptal edilmiş gibi anlayan, böyle düşünmeye yatkın bir kesim var. Özellikle sahada şiddetle mücadelenin uygulayıcılarında böyle bir algının görülmesi çok tehlikeli sonuçlar doğurur.”

        “Erkeklerin ev ve aile işlerine destek olmasının aşağılanması, dul kadınların tekrar evlenmesinin onaylanmaması, zina/aldatma kadınlar için 'öldürülme sebebi' iken, erkeklere adeta hak görülmesi gibi durumlarda kendini gösteren sorunlu zihniyet, sadece dindarlar arasında değil, diğer kesimlerde de fazlasıyla yaygın.”

        “Yerleşik düşüncede, ailede huzurun tesisi kadına yüklenmiş. Kadının çalışması veya sosyal hayatta aktif olmasının, mutlaka ailenin bozulmasıyla sonuçlanacağı inancı hâkim. Kadın köyde, tarlada çalışırken aileyi bozmuyor da şehirde çalışırken mi bozuyor?”

        Elinizi vicdanınıza koyun, bu cümleleri karşı mahalleden bir kadın aktivist söylemiş olsa ayakta alkışlanmaz mıydı?

        Lafın kısası, Türkiye o kadar kutuplaştı ki her iki taraf da ne söylendiğine değil kimin söylediğine bakar oldu. Bu ortama inat eğer amaç kadınların daha eşit ve adil bir düzene kavuşması ise yeni Aile Bakanı Derya Yanık’a da Sümeyye Erdoğan’a da daha objektif bir pencereden bakılması gerekir.

        Diğer Yazılar