Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bülent Arınç, geçen gün katıldığı bir yayında “Kemalist, laikçi Baykal çizgisinden çıktığı için CHP’nin oyları artıyor ve daha da artacak” diye bir açıklama yaptı.

        AK Parti’den tepki görünce de sözlerinden geri adım atmadı. “Halk ile CHP arasındaki buzların erimeye başladığına işaret ettim. Bu tespitte AK Partililerin gocunmasını gerektirecek bir durum yoktur” dedi.

        Peki Arınç haklı mı?

        Güvenilir kamuoyu araştırmalarına bakılırsa haklı değil çünkü parti olarak CHP oylarında dikkate değer bir artış yok.

        Arınç’ın “AK Partililerin gocunmasını gerektirecek bir durum yok” demesi ise anlamlı zira AK Parti’den kopup doğrudan CHP’ye kayan oy da pek yok.

        Ankara’da Mansur Yavaş’a, İstanbul’da tekrarlanan seçimde Ekrem İmamoğlu’na oy veren AK Partililer olmuştur ama ikisi de ortak adaydı ve sağ siyaseti temsil ediyordu.

        CHP’nin eski katı laiklik anlayışını terk etmesi için en çok Kemal Bey uğraştı. Çok da iyi yaptı ancak bu muhafazakârların sandık davranışını değiştirmeye yetmedi.

        Kılıçdaroğlu giderek daha etkili bir siyaset yürütüyor, yaptığı çıkışlarla gündem belirliyor, lider algısı güçleniyor ama oyları dişe dokunur oranda yükselmiyor.

        İster Türkiye sosyolojisi deyin, ister yıllara yayılan imajı, CHP’nin Türkiye siyasetinde birinci parti olması çok zor.

        “İmkânsız” demiyorum ama bunun için Kılıçdaroğlu’nun “Kazandık geliyoruz” psikolojisini bir kenara bırakıp ekonomiyi nasıl toparlayacağını, istihdam yaratacak büyük projelerinin neler olacağını, S-400’den PYD’ye, Doğu Akdeniz’den Libya’ya dış politikada hangi çizgide duracağını, milli savunma teknolojilerine ne kadar yatırım yapacağını anlatması ve bütünlüklü bir strateji izlemesi gerekiyor.

        Tabii bir de son yaptığı bürokrat çıkışı gibi muhafazakâr kararsızları endişeye sevk edecek adımlardan uzak durması…

        Keşke Arınç “CHP’nin oyları artacak” derken bunları da hesaba katmış olsaydı.

        Cübbeli Ahmet Hoca'ya kısmen katılıyorum

        Cübbeli Ahmet Hoca'ya kısmen katılıyorum
        0:00 / 0:00

        Cübbeli Ahmet Hoca, “Elimde olsa seçme-seçilme hakkını 40 yaşından sonraya veririm” demiş.

        Başıma bir şey gelmeyecekse ben de sözlerinin seçilme kısmına biraz katılıyorum.

        Seçmen olma yaşını erkene çekmekte zarar yok. Elbette gençlerimizin oy kullanması, taleplerini dillendirmesi lazım.

        Ama seçilme yaşının 18’e inmesi bana da biraz erken geliyor ne yalan söyleyeyim...

        40 değil ama eskisi gibi 30 olarak kalsaydı, en azından üniversiteyi bitirip mesleğini bulmuş daha olgun milletvekillerimiz olurdu.

        Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u 21 yaşında fethetmişti fakat şimdiki gençler o yaşta daha baba eline bakıyor.

        Belli bir yaştan sonra siyaset yapmanın yasaklanması da aklımdan geçmiyor değil ama 95 yaşında olmasına rağmen 'yılın yaşlısı' ödülünü geri çeviren İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in neşeli hallerini gördükçe vazgeçiyorum!

        Güneştekin surdan atılan tabutu saklasın

        Güneştekin surdan atılan tabutu saklasın
        0:00 / 0:00

        Dün Arter’in Istanbul Dolapdere’deki yeni mekânını gezdim. Hem mimari hem de tasarım olarak çok güzel olmuş; emeği geçenleri tebrik etmek lazım.

        Arter, İstiklal Caddesi’ndeki ilk galerisini açtığı günden bu yana, temsil ettiği sanatçılar ve düzenlediği sergilerle güncel sanatın iyi örneklerine ev sahipliği yaptı. Şişirme sanatçılara ve uyduruk sergilere prim vermedi.

        Yeni yerinde de aynı çizgisini sürdürüyor.

        Şu an gösterimde olan 7 sergi arasından küratörlüğünü Emre Baykal’ın yaptığı 11 farklı sanatçının işlerinden oluşan 'Tedbir'i sevdim.

        Geçen yıl İstanbul Modern’in kapsamlı retrospektifi sayesinde çok sayıda eserini bir arada görme şansı yakaladığımız Canan Tolon’un, Arter’deki 'Tedbir' sergisine damgasını vuran iki farklı yerleştirmesi vardı.

        Canan Tolon 'Tedbir'
        Canan Tolon 'Tedbir'

        “Mekânda sahiden tadilat mı var yoksa bu bir sanat eseri mi?” diye bir anlığına duraksadığınız inşaat iskelesi, sergiye adını veriyordu.

        Fakat ben ondan ziyade 'Hasar' adını verdiği seriyi daha çarpıcı buldum.

        Canan Tolon 'Hasar'
        Canan Tolon 'Hasar'

        1989’daki San Francisco depremi sırasında zarar gören, nakliye kazalarına uğrayan, zaman içinde bozulup artık sergilenme değerini yitiren eserlerine ikinci bir şans verdiği kolajlar, en az 'sağlam' eserleri kadar, hatta belki onlardan daha etkileyici olmuş.

        Hasar demişken, Serkan Özkaya’nın 'Dear Sir Madam' adlı çalışması serginin en matrak bölümünü oluşturuyordu.

        REKLAM

        Özkaya, dünyanın önde gelen müze ve kültür kurumlarına, kafa bulmak için mi yoksa ciddi mi belli olmayan 'çılgın' projeler önermiş ve aldığı yanıtları paylaşmış.

        Serkan Özkaya 'Dear Sir Madam'
        Serkan Özkaya 'Dear Sir Madam'

        Louvre’da önünde kuyruklar oluşan Leonardo da Vinci’nin Mona Lisa’sını baş aşağı asmak; Alexander Brener’in Stedelijk Museum’da Maleviç’in bir resmi üzerine dolar işareti yapıp tutuklanmasından hemen sonra, Mondrian’ın MoMA’daki 'Broadway Boogie Woogie' adlı resmine dolar işareti yapmak gibi kabul görmeyecek mümkün olmayacak fikirlerden söz ediyoruz.

        MoMA direktörünün Özkaya’yı “Maleviç resmine dolar çizilmesini örnek almaya utanmıyor musunuz, sanata karşı korkunç bir saldırıydı” diyerek azarlamasına gülmeden edemedim.

        Sonra sosyal medyada neler oluyor diye telefonuma bakınca Ahmet Güneştekin’in olay yaratan Diyarbakır sergisine saldırı olduğunu, tabutlardan birinin surlardan aşağı atıldığını öğrendim.

        'Tedbir' sergisi ile Güneştekin’in tabutlarının uğradığı şiddet arasındaki bağlantıyı düşündüm ister istemez.

        Güneştekin’in sergisine veya sergi sonrasında verilen pozlar ile yaşanan acılar arasındaki çelişkiye kızanları anlıyorum.

        Sanatçılar eleştirilebilir, medeni sınırlar içinde protesto edilebilir ama sonuçta eserlerin tahrip edilmesine varan vandalca saldırıları kabul etmemiz mümkün değil. Keşke hiç yaşanmasaydı.

        Öte yandan, itiraf etmeliyim ki aşağı düşmenin etkisiyle ezilip surun dibinde ters dönmüş vaziyette duran tabut yukarıdaki renkli halinden çok daha etkileyici göründü bana. 'İkinci kez öldürülmek' daha hakiki bir sanat eserine dönüştürmüştü Güneştekin’in tabutlarını sanki…

        Eserlerinin yıllar önce başka sanatçıların yaptığı eserleri andırdığından bahsettiğim bir önceki yazım kendisini kızdırmıştır muhtemelen ama Güneştekin’in yerinde olsam aşağı atılan tabut heykelini saklar, düştüğü yerdeki halinin görüntüsünü kaydederdim.

        Kim bilir, belki o da Tolon’un hasar gören işlerini yeniden sergilemesi gibi düşen tabuta ikinci bir şans verebilir. Hatta Özkaya’nın 'saldırıya uğramış Modrian' çalışması gibi MoMA’ya bir sergi teklifinde dahi bulunabilir.

        Madem böyle tatsız bir olay yaşandı; buradan ilkinden daha gerçekçi bir devam eseri üretebilir yani…

        (Tabii Cüneyt Özdemir’in de dediği gibi nihayetinde ben Ayşegül Sönmez gibi bir sanat eleştirmeni değilim. Fikrim uygunsuz ve yersiz bulunursa özür diler, Serkan Özkaya’ya müzelerden gelen ret mektuplarının yanında sessizce tek ayak üstünde bekleyebilirim.)

        Diğer Yazılar