Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        ABD, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası Fethullah Gülen’i iade etmediğinde...

        PYD’ye TIR’lar dolusu silah yardımı gönderdiğinde...

        Trump, Rahip Brunson’ın tutuklanmasına karşılık “Ekonominizi mahvederim” dediğinde, Barış Pınarı Harekâtı öncesinde hadsiz bir mektup yazdığında...

        Rusya İdlib’de 33 askerimizi şehit ettiğinde...

        Doğu Akdeniz’de arama yapan gemilerimiz taciz edildiğinde...

        İrini Harekâtı'nda görevli Alman firkateyni, Libya'ya gıda taşıyan Türk gemisini izinsiz bir şekilde aradığında...

        Eğer ki ilgili ülkelerin büyükelçileri 'istenmeyen adam' ilan edilseydi millet o kararın arkasında dururdu.

        En azından Cumhur İttifakı seçmeni “Bravo, işte dik duruş budur” derdi...

        Ama bütün bu olaylar karşısında “Krizi tırmandırmayalım” düşüncesiyle ihtiyatlı davranıp diplomasiyi devreye sokmuşken...

        Yargılanma süreci yıllardır tamamlanmayan, varsayımlar üzerinden suçlu ilan edilen Osman Kavala hakkındaki AİHM kararının uygulanmaması nedeniyle Türkiye’yi eleştiren 10 büyükelçiyi kınamakla yetinmeyip istenmeyen adam ilan ederseniz...

        Dolar 9.60’ı geçmişken ABD, Almanya, Fransa dahil 10 ülkeyle ilişkileri en alt düzeye çekerseniz...

        Bu sefer kamuoyundan beklediğiniz desteği alamazsınız.

        Kurmaylarınız bile bu tepkinin 'fazla' kaçacağını görüp krizi nasıl aşacağına dair kara kara düşünür.

        İktidara en yakın kalemler dahi eleştirel yazılar yazar.

        Türk Lirası daha da değer kaybeder ama karşılığında ülkenize gelecek yabancı yatırımcı bulamazsınız.

        Turizm gelirleriniz kötü etkilenir.

        Yıllara yayılan denge politikası dengesizleşir. Muhalefetin 'Dış politikada yalnızlık' eleştirisini haklı çıkarmış olursunuz.

        Ve sonunda AK Parti seçmeni de “Ekonomi bu haldeyken ne gereği vardı bu adımın?” diyerek politikalarınızı ciddi ciddi sorgulamaya başlar.

        Kısacası bu sefer ikinci bir “One minute” etkisi yaratamazsınız. İnandırıcı olmaz.

        İYİ parti 4 yılda neleri başardı, neleri başaramadı?

        İYİ parti 4 yılda neleri başardı, neleri başaramadı?
        0:00 / 0:00

        İYİ Parti dün 4'üncü kuruluş yıl dönümünü kutladı. Meral Akşener’in Haliç Kongre Merkezi’nde yaptığı konuşmayı televizyon ekranından izlerken zihnimde bir İYİ Parti muhasebesi yaptım. Şöyle bir tablo çıktı ortaya:

        4 yaşında bir parti olmasına rağmen Türkiye siyasetinde sağlam bir yer edindi.

        Oylarını artırma eğiliminde olduğu hemen hemen tüm anket şirketlerince kabul ediliyor. CHP’yi yakalaması hatta geçmesi, gelecekte merkez sağın birinci partisi olması imkânsız değil.

        Muhafazakârların ve milliyetçilerin oy vermekten çekinmeyeceği, CHP’lilerin de kendine yabancı hissetmediği kucaklayıcı bir çizgide duruyor.

        Bir ara parti içindeki çekişmelerle dağılmıştı, toparlandı.

        Ümit Özdağ’ın ayrılmasından veya Buğra Kavuncu hakkındaki iddialardan fazla yara almadı.

        Pandemi dönemini en iyi değerlendiren parti oldu. Akşener’in yurda yayılan esnaf gezileri ve grup konuşmaları, siyasette kendisine ciddi bir etki gücü kazandırdı.

        Medyada konuşmayı bilen, belagati güçlü bir kurmay kadrosu var. Yavuz Ağıralioğlu, Bahadır Erdem, Musavvat Dervişoğlu, Uğur Poyraz… Siyasette yükselen bir vitrin oluşturuyorlar.

        “Cumhurbaşkanı değil başbakan olacağım” sözleri, Akşener’i muhalefet bloku içinde oyun kurucu konumuna taşıdı.

        Bunlar avantajları... Peki dezavantajları neler?

        Bence sağ parti dediğin projeci olur ama İYİ Parti’nin dişe dokunur projesi yok.

        Artagan ve Rüzgâr Gülü adında iki proje açıkladılar. İkisi de isimden sınıfta kalıyor. Sokaktan 10 kişiyi çevirip 9’una sorsak, “İlk kez duyuyorum” der. İletişimi başarısız, içerik olarak ise Demirel’in değil Ecevit’in açıklayacağı türden projeler.

        Dış politikada kurmayları iyi konuşuyor ama bütünsel bir perspektifleri tam olarak yok. Erdoğan’ın ‘milli beka’ söylemi karşısında milliyetçi muhafazakâr kesimi koparıp alacak yeni bir anlayış getiremiyorlar.

        Seküler tarafı muhafazakâr tarafına ağır basıyor. Oysa oy potansiyeli solda değil sağda daha fazla.

        İşte tam da bu noktada dünkü törenle duyurulan yeni “Ömer’in Yolu” kampanyasına dikkatli bakmak lazım.

        Daha önce AK Parti için çalışan Faruk Acar’ın elinden çıkan bu reklam filmi İYİ Parti’yi sağ ile solu birleştiren bir yolun üstünde gösteriyor.

        Kudüs’ü fetheden Hz. Ömer’den Fatih Sultan Mehmet’e, Atatürk’ten Demirel’e, Erbakan’dan Ecevit’e, Alparslan Türkeş’ten Turgut Özal’a bir ortak miras söylemi ile İYİ Parti tam manasıyla merkez parti açılımı yapıyor.

        AK Parti seçmenine doğru ilk kez net bir adım atarken, İYİ Parti’ye oy veren muhalif tabanı da ürkütmemeye çalışıyor.

        Cumhurbaşkanlığı için hazırlanan “Kızıl Elma” gibi kampanyaları andırıyor ama bu durum dezavantaj değil aksine avantaj da olabilir.

        Asıl zor olan seküler kimliği korumaya çalışırken muhafazakar kesimi kendine çekebilmek. Bu da sadece semboller üzerinden değil etkileyici projeler açıklayarak olur. O alanda da bir açılım yapacaklar mı göreceğiz.

        Diğer Yazılar