Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AB için referandum açıklamasıyla Türkiye dünden itibaren yeni bir sandık yoluna daha girdi.

        Her sandık söylemi gibi bir kez ağızdan çıktı mı geri dönüşün kolay olmayacağı da aşikar...

        İngiltere’nin AB’den çıkışı sağlayan Brexit’i gibi Türkiye de eninde sonunda “TREXİT” sandığını kuracaktır.

        Zamanı konusunda ise iki farklı görüş var.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadesinden yola çıkarsak bu yıl içinde olabileceği gibi yerel seçimle birlikte iki sandığın yan yana kurulabilmesi de olası...

        Çünkü Erdoğan, zamanı konusunda "Önümüzde bir de yerel seçim var" diye göndermede bulunurken aynen şöyle devam etti:

        “Bu mantıkla giderse (AB) bize düşen de 81 milyona gitmek; 81 milyon ne karar veriyorsa ona bakmak. Arkadaşlarımla da bir masaya yatıralım. 'Tamam' denildiği anda hemen adımımızı atarız. Öyle Avrupa ülkeleri var ki bakıyorsunuz bir sene içine 2- 3 referandum sıkıştırıyor. Referandumlara da aslında alışmak lazım...”

        HANGİ TİP OLACAK?

        Ancak referandumun olabilmesi için bir yasal zemininin de sağlanması gerekiyor.

        Çünkü Türkiye bugüne kadar “karar referandumu” denilebilecek sandıkla hiç karşılaşmadı.

        Yani istişari veya bağlayıcı tarzda referandum olmadı, çünkü Anayasa buna müsait değil.

        Özal’ın 1987’de siyasi yasakların kaldırılması için yapılmasını sağladığı referandumda “istişari karar referandumu” diye bakılabilir ancak onun da Anayasa değişikliğine dayanan yasal zemini vardı.

        Ayrıca Anayasa'ya göre referandum ancak Anayasa değişikliği için söz konusu olabilir.

        İSTİŞARİ OLABİLİR

        Danışma, yani istişari anlamda bir referandumun olabilmesi için de önce bir kanun gerekiyor.

        Anayasa hukukçusu Doç. Dr. Ozan Ergül de dünkü sohbetimizde bu duruma dikkat çekip ekledi:

        “Bağlayıcı bir referandum yerine istişari referandum olabilir. Bunun sonucuna göre hükümet karar verecek diye danışma amaçlı yapıldığı vurgulanan kanun teklifi parlamentoya sunulabilir. Türkiye, saf temsili demokrasiyi kabul ettiği için parlamentoyu bağlayıcı bir referandum Anayasa’ya aykırı olabilir. Ama istişari anlamda yapılmasında sakınca görünmüyor. Bunun da bir kanuna dayanması gerekir ki Seçimlerin Temel Hükümleri Kanunu’na göre yapılacağı, YSK’nın sandık kurmada ve oy sayımında yetkili olacağı gibi konular hüküm altına alınabilsin.”

        Önünde bir engel olmadığına göre yapılacağı zaman önem kazanıyor.

        Partisinin önceki günkü grup konuşmasında Erdoğan’ın yerel seçime verdiği önem dikkate alındığında, seçimin hemen öncesinde veya ikisinin yan yana olduğu sandık daha ağır ihtimal gibi görünüyor.

        Henüz çok taze olmakla birlikte AK Parti yöneticileri de yerel seçimle birlikte olmasına daha sıcak bakıyor.

        ***

        Mahkeme kararı öncesi Sekai aileyle buluştu…

        Naim Süleymanoğlu’nun vasiyeti dün sonlandı.

        Son dileğinin gerçekleşmesiyle, bir süredir hırpalanan ruhu da sonunda revan olmuştur…

        Aslında bu süreçlerin hiçbiri yaşanmadan sonlanabilirdi…

        Çünkü her şey açıktı ve ortada da Naim Süleymanoğlu’nun ailesine ve çok yakın arkadaşına bıraktığı vasiyeti vardı…

        Her şey de Naim Süleymanoğlu’nun geçen yıl Hakka yürümesinden bir ay kadar sonra başladı…

        Kardeşi Muharrem Süleymanoğlu ile en yakın arkadaşı eski Halter Federasyonu As Başkanı Zeki Türkeş’in tek talepleri vardı:

        “Naim vefatı öncesi bize vasiyet bıraktı. Japonya’da yaşayan bir kızı olduğunu söyledi. Kızının annesini tanıyoruz, bir gazeteci. Ankara’da bir süre Naim ile birlikte yaşadılar. Mirasında Japonya’daki kızının da payı var, hak geçmesin. Bulunmasına yardımcı olur musun?”

        Talepleri, ırak bir diyarda 127 milyon Japon nüfusunun içinde iğne aramak gibi bir şeydi…

        Ayrıca Ankara Zekai Tahir Burak Büyük Doğumevi’nde 1991’de Kyoto Mori’nin çocuğu olarak dünyaya geldiği bilgisi dışında da elde veri yoktu…

        BÜYÜKELÇİ’NİN ÇABASI

        İlk köşe yazımın yayınlanmasının ardından Türkiye’nin Tokyo Büyükelçisi Murat Mercan’ı aradığımda gelişmelerin bu denli hızlı olacağını tahmin etmemiştim.

        Büyükelçilik çalışanları Kyoto Mori ve kızı Sekai Mori’yi tanıyordu; hatta bir Türk turizm işletmecisinin de aile dostuydu, kızıyla birlikte büyümüştü.

        Şunu belirtmeliyim ki Büyükelçi Mercan bu süreçte yoğun çaba gösterdi, elinden gelen tüm gayreti sergiledi…

        Ancak anne Kyoto Mori Türkiye’den istenmeyen duygularla ayrıldığı için Naim’in ailesinden gelen talebe mesafeliydi.

        Sonunda Naim Süleymanoğlu’nun kardeşi Muharrem Süleymanoğlu devreye girdi, yeğeni ve yengesi ile konuşup Türkiye’ye davet etti.

        Muharrem Süleymanoğlu’nun aktardığına göre Naim’in diğer iki eşinden olma ikisi İstanbul, biri Ankara’da yaşayan kızlarının annelerinden biri tanışmak istemedi.

        ANKARA’DA 4 GÜN

        Muharrem Süleymanoğlu ile dün konuştuğumda öğrendim ki Kyoto Mori ve yeğeni Sekai Mori’yi ikna etmiş ve Türkiye’ye gelmelerini sağlamış.

        Yakın çevresinden de sakladığı ziyaret Mart ayında gerçekleşmiş.

        Ağabeyinin üçüncü eşi Kyoto Mori ile yeğeni Sekai Mori’ye 4 gün Ankara’yı gezdirmiş…

        27 yıl önce ayrıldıkları kenti dolaştırıp Sekai’ye Mori’ye doğduğu yeri göstermiş…

        “O BENİM YEĞENİM”

        Muharrem Süleymanoğlu dünkü sohbetimizde bunları anlattıktan sonra mahkemenin kararıyla ilgili de şunları söyledi:

        “Benim için Sekai Mori her zaman ağabeyimin kızıydı ve mahkeme kararına da ihtiyacım yoktu. Mirasta da ilk günden beri bir an olsun gözleri olmadı; olgun ve bonkör davrandı. En son geldiklerinde de beni çok duygulandıran iki davranış gösterdi. Naim’in vasiyeti var, mirasından hak kimseye geçmeyecek, gönlüm huzur içinde…”

        Yeğeninin hareketlerinin ağabeyinin davranışlarına çok benzediğinden de söz etti, bundan böyle de sıklıkla görüşeceklerini söyledi.

        “NE GEREĞİ VARDI…”

        Öldüğü ana kadar yanından ayrılmayan Naim Süleymanoğlu’nun en yakın arkadaşı Zeki Türkeş de mahkeme kararından memnundu.

        Ancak, Naim Süleymanoğlu’nun bu süreçte mezarının açılmış olmasından, aile içi istenmeyen süreçler yaşanmasından rahatsızdı.

        “Ne gereği vardı Naim’i ebedi mekanında huzursuz etmeye?” diye söze başladı; sesi titredi, ağzından sert cümle çıkacak gibi oldu, derin bir nefes alıp sustu…

        Bu tavrı da her şeyi anlatmaya yeterdi…

        ***

        Fırat’ın doğusu

        Suriye’de üçüncü aşamaya geçildiğine ilişkin bir veri de dün geldi.

        YPG’nin başını çektiği Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) siyasi kanadı, Şam rejimi ile bir süredir devam ettirdiği müzakere sürecini sonlandırdığını açıkladı.

        Adını Suriye Demokratik Meclisinden (DSM) alan YPG’nin yeni siyasi görünür yapısının yöneticileri bu açıklamayı yaparken, Şam’ı suçladı.

        Şam ise DSM’nin sonlandırmasını ilginç bir nedene dayandırdı:

        “ABD görüşmelere devam etmelerini istemedi…”

        RAFA KALKTI

        Böylece daha önce yapılan 3 görüşmede varılan uzlaşılar da sonlandırılıp rafa kaldırıldı.

        Ancak bu durum Şam rejiminin Fırat’ın doğusundaki amacını da sonlandırdığı anlamına gelmiyor.

        Ayrıca YPG’nin hakimiyetinde olan Fırat’ın doğu yakasındaki bölgenin belirli kesimlerinde Şam rejimine ait güçler de var.

        Bunlardan biri de Nusaybin’in yanı başındaki Kamışlı’daki 3 mahalle ve bir havaalanı…

        Halep’te ise daha önce elinde tuttuğu 6 mahalleden 4’ünü Şam rejimine terk eden YPG/PYD 2 mahalledeki kontrolünü sürdürüyor.

        Taraflar arasındaki görüşmeler bittiğine, Şam rejimi de Fırat’ın doğusundaki hakimiyet iddiasını sürdürdüğüne göre bundan sonra ne olacak?

        ŞAM NE YAPAR?

        Aslında görüşmelerin sonlanmasının ABD’nin Fırat’ın doğusunda kalıcı olduğunu açıklamasıyla birlikte okumak gerekiyor.

        Çünkü ABD, Suriye’de sağlanacak siyasi çözüme kadar PYD/YPG bölgesine siyasi statü kazandıracağına inanıyor.

        PYD/YPG sırtını ABD’ye dayamayı garantiye aldığı için Şam’a ihtiyaç duymuyor.

        Zaten Şam ile yürütülen görüşmelerde bir noktaya varmalarının olanağı da görülmüyordu.

        Ancak bu aşamada İdlib bölgesini kendisi için garantiye alan Şam rejiminin Fırat’ın doğusuna yönelik nasıl bir davranış sergileyeceği önem arz ediyor.

        Bir süre önce uluslararası bir toplantıya katılan Şam rejiminin önde gelen isimlerinin şu cümlesi de bu davranışın nasıl olacağını özetlemeye yetiyor:

        “Burası benim toprağım. Eğer oradaki sorunu diplomatik yolla çözemezsek meşru müdafaa hakkımızı sonuna kadar kullanırız…”

        Bu cümleyi daha önce Afganistan ve Irak’ta da kuranlar olmuş, ABD açısından ciddi bir yıpratma savaşına dönüşmüştü.

        Washington yönetimi de askerlerini çekme kararı almıştı.

        Diğer Yazılar