Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        REKLAM

        Cumhuriyeti kuran parti olduğunu her daim dile getirir ama CHP’nin iç cumhuriyeti hep sorunludur.

        Bunun en net ortaya çıktığı zamanlar da sandık dönemleridir.

        CHP’de önceki gün başlayıp, dün sabahın ilk saatlerinde sona eren aday belirlemesinin yapıldığı Parti Meclisi (PM) toplantısına da bu açıdan bakmak gerekir.

        Aslında, sistemin demokratik kurum ve kurullarıyla işleyişi açısından oldukça demokratik bir yapıda seyretmediği savlanabilir…

        Partiye hükümet eden kadroların listeleri hazırladığı, demokratik bir şekilde bunu Meclise getirdiği, üyelerin de yine demokratik yolla oylayıp sonuca vardığı vurgulanabilir.

        Bu zaviyeden kerteriz alınarak hedefe daha sağlam gidilmesi için 31 Mart odaklı yapılıyorsa mesele değil…

        CHP’DE OLANIN SAVAŞI

        Ancak tartışmanın odaklandığı, istifalara neden olan seçim bölgeleri açısından bakıldığında durumun hiç de öyle olmadığı açık.

        Çünkü adaylık mücadelesi yapılan yerlerin hepsi CHP’nin güç çekirdeği niteliğinde olan yerler.

        Yani kimse Bağcılar, Beykoz, Ümraniye, Sultanbeyli mücadelesini yapmıyor; buralardan aday olabilmek için kıran kırana yarışmıyor.

        Haydi, CHP buralarda zayıf olduğu için gerekçesini gösterelim; iyi de geçen seçim az oy farkı ile kaybettiği Üsküdar’da niye yapmıyor.

        Bütün mücadelesini CHP’li seçmenin yoğun olduğu, güç çekirdeğini oluşturan ve zahmet gerektirmeyen bölgelerde iç kavgaya dönüştürüyor.

        BİR ÇEKİMSER OYLA

        İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun istifa edip geri almasına neden olan Ataşehir, Kadıköy, Bakırköy ve Şişli de bunun en iyi göstergesi…

        Özellikle de Kadıköy; mesele o noktaya gelmiş ki mevcut Başkan Aykurt Nuhoğlu’nun yerine gösterilen ve bir çekimser oyla aday olan Serdil Dara Odabaşı’nın durumu iyi bir örnek.

        Ya da Bakırköy’ün mevcut Belediye Başkanı Bülent Kerimoğlu’nun içine sokulduğu durum.

        İl Başkanı istemediğini söylüyor, ama Genel Başkan dahil MYK ve PM Kerimoğlu’na tam destek veriyor; oylamaya dahi sokma gereği duymadan kabul ediyor…

        Bunlar yaşandığı dakikalarda en radikal muhalif parti mensuplarının dile getirmekten kaçınacağı cümleleri, adaylık yarışına giren CHP’lilerin destekçileri slogan olarak atıyor.

        Bir diğerinin de etnik kimliğinden girip, soy kimliğinden çıkıyor; partisinin Belediye Başkanı hakkında iftira olduğu mahkemelerce de kanıtlanmış belgeleri etrafa saçıyor.

        Şimdi sorarım, bütün bunları 31 Mart’ta daha iyi bir adaya ulaşmak için mi yapıyor?

        Tam tersi belediyeyi almak yerine partiyi almayı hedeflemesi bütün bunların sebebi…

        GELECEK 10 YIL PLANI

        Ancak bu sefer iki dikkat çeken gelişmeye tanıklık edildi.

        İster dukalık, ister derebeylik olarak isimlendirilsin, geçmişte yerelden gelen itirazlar, tepkiler önem arz eder ve adaylık süreçleri buna göre şekillenirdi.

        CHP tarihinde uzun bir süreden sonra yerelin baskısı işe yaramadı.

        Ne Aziz Kocaoğlu’nun Tunç Soyer itirazı geçerli oldu ne de İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun “istemezuk…” istifa resti…

        Bunlar kamuoyunda görünenler; başka restler veya “hepimiz istifa ederiz” tehditleri de sonuç getirmedi…

        Genel Merkez, “İstifa eden etsin, PM’den çıkan karar kesindir” deyip yoluna devam etti.

        Aktarıldığına göre Kılıçdaroğlu partide her dönem etkin olan güç merkezlerini kırılma konusunda kararlı.

        Bu kararlılığa varılmasına da son kurultaylarda belediye başkanlarının odağında hareket eden delegeler neden olmuş…

        “Derebeylik içinde derebeylik yapılanmasıyla, CHP’yi kemiren kliklerin yeniden hortlatmasına müsaade edilmeden”, parti içi yerine dışarıya odaklı mücadeleye dönük yapılanmanın adımı atılmış.

        Dediler ki “10 yılın yapı taşları bugünden oluşturuldu…”

        İyi de, bunun olabilmesi için yapı taşlarının da yerine oturması, sandıktan çıkması gerekir.

        Oysa son yaşananlar yapı taşlarının sağını solunu kırdı, çatlattı, hatta parçaladı; yara bere içinde bıraktı.

        Böyle bir ürünü seçmen tercih eder mi?

        ***

        Dervişoğlu’nun Soyer'e Türkeş gözüyle bakışı...

        “Evladınişlediği suçtan baba, babanın işlediği suçtan da evlat sorumlu tutulamaz, suçlanamaz…”

        Bu sözleri dün aradığım İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı, aynı zamanda da İzmir milletvekili olan Musavvat Dervişoğlu aktardı.

        Dervişoğlu’nun bunu söylemesine neden ise yönelttiğim şu soru:

        “Darbe döneminde yargılandığınız davanın savcısı Nurettin Soyer’in oğlu Tunç Soyer’in ittifak içinde olduğunuz CHP’nin İzmir Büyükşehir adayı olmasından rahatsız mısınız?”

        Her zamanki güçlü ses tonuyla, “Asla…” diye söze girdi…

        TÜRKEŞ DAVADA SÖYLEDİ

        Sıkıyönetim döneminin savcısı Nurettin Soyer hakkındaki düşünceleri için konuşmayacağını belirtip ekledi:

        “Sıkıyönetim mahkemesindeki o davada Alparslan Türkeş benim gerçekleştirdiğim ileri sürülen suçlardan ötürü idamla yargılanıyordu. Türkeş o davada ne dedi biliyor musun?”

        Soruyu sormasıyla girişteki cümleyi bir çırpıda söylemesi bir oldu devam etti:

        “Ne evladının suçu babaya, ne de babanın suçu evladı yüklenir. Bu sözü söylemiş olan o davanın sanığı Türkeş’tir. Ben şimdi nasıl çıkıp da babasından ötürü oğlunu suçlarım veya sorumlu tutarım…”

        O GÜN DEMEDİM DE

        Bugüne kadar Tunç Soyer’in adaylığından rahatsız olduğuna ilişkin en küçük bir imada dahi bulunmadığını belirtip sözlerini sürdürdü:

        “Tunç Soyer’i yeni tanımıyorum ki… 2009’da ben de belediye başkan adayıydım. Diğer seçimde İl Başkanıydım ve Expo’da da birlikte çalıştım. Bir gün benim ağzımdan kimse olumsuz bir cümle duymamıştır. Ben o günden bu yana hiçbir şey dile getirmemişim de şimdi mi dile getirir olmuşum? Bunlar bize yakışmaz…”

        Bununla birlikte çekincesini de söylemekten kaçınmadı:

        “Ama siyasi partiler de baba kimliği üzerinden sıkıntı yaratacak çevrelere karşı da hassas olmalı, oluşması muhtemel aykırılıkları giderecek yaklaşım göstermeli…”

        Bu Soyer’e dolaylı karşı çıkış mıydı?

        Dervişoğlu gür sesiyle yine bir “Asla…” çekti ve telefonu şu cümleyle noktaladı:

        “Hem sağda hem soldaki insanlara en ağır işkencelerin yapıldığı o günleri hiç kimse savunamaz, babasından dolayı da hiçbir evlat suçlanamaz…”

        Diğer Yazılar