Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        “Gıda, giyecek, battaniye her şey fazlasıyla var; birinci sorun barınma. Bir an önce çözülmeli…”

        Depremin etkilediği memleketi Malatya’nın köylerinde dolaşırken telefonla ulaştığım CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, dün söze böyle başladı.

        Mersin Büyükşehir Belediyesi’nin Doğanyol'a kurduğu TIR mutfağın özelliklerini anlatırken, vatandaşın yardımlardan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.

        KÖYLÜNÜN BARINMA SORUNU

        Bir dağ köyüne giderken heyelandan dolayı toprak kayınca geri dönmek için uğraşmakta olduklarını söyledi.

        Barınma sorununun dağ köylerinde daha öne çıktığını belirterek, şu noktaya dikkat çekti:

        “Çadır var, yok değil; ama köyler de ilçeler gibi bir noktada toplu değil ki, hepsine bir anda ulaşılabilsin. Köydekiler sadece kendileri için değil, kendileri kadar önemli olan hayvanları için de barınacak yer arıyor. Ahırlar yıkıldığı için, geçiminin tek varlığı olan 2 ineğini bazen kendinden önemli görüyor. Kendinden önce onlar için yer arıyor.”

        GÖÇÜ TETİKLEMEMELİ

        Köylere TOKİ mantığı içinde yaklaşılmaması gerektiğini de belirtti.

        “Eğer ilçelere beton konut dikip, orada yaşam bulmalarını istersek, göçü yeniden hareketlendiririz ve tarıma bir daha ihanet etmiş oluruz” dedi.

        Bu nedenle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, “Depremden etkilenen köylere çelik konstrüksiyon prefabrik evler yapalım” tespitini önemsediğini bildirdi.

        “İMAMOĞLU’NA KALMA BURADA DEDİM”

        Bu aşamada sözü İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na getirdim.

        Malatya ve Elazığ’da deprem bölgelerini dolaştıktan sonra, Erzurum Palandöken’de kayak tatili yapmasını nasıl karşıladığını sordum.

        Samimi ses tonuyla şunları söyledi:

        “İmamoğlu buradan gitmek istemedi ki, kalmaya gelmişti. Yardımların hepsi dağıtılıp, sorun bir nebze olsun çözülünceye kadar da kalmak niyetindeydi. Ama biz 'Kalma burada, git' deyip yolladık…”

        Sözlerini açmasını istedim, anlatmaya başladı:

        “Telefon kayıtları ortada. Şu an öğle saatine geliyor, sadece bugün sabahtan şu ana kadar 8-10 kez aradı. Biraz önce son aramasını kapattım; Pötürge’nin Bakımlı Köyü’nün çadırlarında sorun varmış, ‘Ne yapabiliriz?’ diye soruyor. Burada olup da meseleye bu denli vakıf olamayan, işi takip etmek yerine poz verip gezinen onlarca isim sayarım. İmamoğlu’nun kendi burada olmayabilir ama aklı bir an olsun buradan ayrılmıyor, buna sadece ben ve arkadaşlarım değil, köylüler de tanık.”

        “NEDEN GİT DEDİM…”

        Neden gitmesini istediğini sorduğumda yanıtı aynı samimi ses tonu içinde oldu:

        “İmamoğlu, tanınmış bir isim. Öyle olunca birçok insan işi gücü bırakıp yanına gitmek için didiniyor. Kurtarma ve yardım işi aksıyor. Bu tür felaketlerde, yerel olmayan siyasi kimlikler olay yerinde bulunmamalı. Çünkü işin aksamasına neden oluyor.”

        Haksız değil, Japonya bunun en iyi örneği...

        Japonya'da bir felaket yaşandığında siyasi kimliklerin bölgeye gitmek yerine, Tokyo’da kurulan kriz masasında görev almaları tavsiye ediliyor.

        Ayrıca Ağababa’yı da yıllardır tanırım; Malatya sevdalısı atom karınca gibidir, samimidir, nettir; bir şeye inanıyorsa, politik davranmaz, kim olduğuna bakmadan her şeyi doğrudan yüzüne söyler...

        *

        Kırmızı çizgi M-4 otoyolu

        Geçen hafta İdlib bölgesindeki gelişmelere vakıf tanıdığımla konuşurken şu bilgiyi aktardı:

        “Ruslar Şam’ı, 'M-4 son çizginiz, oradan yukarı çıkmayacaksınız, burası sadece Türklerin değil, bizim de kırmızı çizgimizdir' diye uyardı.”

        Sözünü ettiği yer, bugün Türkiye sınırına doğru yaklaşık 1 milyon 750 bin kişinin hareket ettiği, İdlib kent merkezinin hemen güneyinde kalan otoyol.

        Ruslar da Şam yönetimi gibi, Irak’tan başlayıp Şam’a kadar uzanan ve M-4 adını alan otoyolun güvenliğini her daim önceledi.

        Son yapılan Barış Pınarı harekatının da yine sınır çizgisi haline geldi.

        SOÇİ’NİN MİHENK TAŞI

        Soçi’de 2018’de imzalanan İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi Mutabakatı’nın da mihenk taşı yine bu otoyoldu.

        Soçi Mutabakatı gereği Türkiye, İdlib bölgesine zorla sürülen aşırı dinci örgütlerin Rus, İran ve Şam güçlerine saldırısını engelleyecek, İdlib sınırından içeri doğru 5 kilometre ağır silahlarını çekecek ve M-4 ile M-5 otobanından sevkiyatın akışını engellemeyecekti.

        Heyet Tahrir Şam ve El Nusra’ya bağlı güçler, önce desteklerini açıkladıkları mutabakatın hayata geçmesi konusunda Ankara’ya yardımcı olmak bir yana, işi sıkıntılı noktaya taşıdı.

        Rusların Lazkiye’deki üssüne dronlar da dahil olmak üzere onlarca kez saldırı düzenledi.

        Rusya da bunu gerekçe bilip, İdlib’in güneyinden itibaren süpürme harekatını başlattı.

        Havadan kendisi vururken, karadan da Şam birliklerinin ilerlemesini sağladı.

        Bunun için güvenliğini gerekçe göstererek yeniden çizdiği sınır, aynen Barış Pınarı Harekatı bölgesinde olduğu gibi M-4 ve M-5 otoyolu...

        EN BÜYÜK İLÇE DÜŞTÜ

        İdlib’in en büyük ilçesi Maaret El Numan’ı dün itibarıyla ele geçirmesi ve kuzeye doğru ilerleyişini sürdürmesinin nedeni de buna dayanıyor.

        Şurası açık ki; bir süre sonra M-4 ile de kalmayacak.

        Geçmişte Halep, Hums, Hama, Doğu Guta’da yaptığı gibi, bu kez de, “otobandaki trafik akışının tehdit altında olduğunu” ileri sürüp, İdlib kent merkezini hedefine koyacak.

        Ankara da baştan bu yana sergilenen oyunu gördüğü için, iki haftadır Moskova ile konuyu tartışıyor; daha ileri gidilmesi halinde olabilecekleri sıralıyor.

        “GÖBEĞİMİZİ KESERİZ...”

        Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan da dün yurda dönüşte uçakta, Rus tarafına, “İdlib’de bombalamaları durdurdunuz, durdurdunuz. Bu bombalamaları durdurmadığınız takdirde bizim sabrımız tükeniyor. Bundan sonra ne gerekiyorsa biz de bunu yapacağız” mesajını ilettiklerini açıkladı.

        Erdoğan, “Bunlara bir süre sabrederiz, ama ondan sora biz göbeğimizi keseriz” uyarısında da bulundu.

        MOSKOVA’DAN ŞAM ORDUSUNA DESTEK

        Görünen o ki, Moskova da durumdan rahatsız; Ankara’dan gelen mesajlara yanıt verme gereği duyuyor.

        Geçmişte olduğu gibi, bu kez de Moskova’nın Suriye mesajını Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov verdi.

        Lavrov, İdlib Gerginliği Azaltma Bölgesi’ne yönelik soruya yanıt verirken, ocak ayı başında Türkiye ile birlikte ateşkesin sağlandığını anımsattı.

        Heyet Tahrir Şam ve Nusra Cephesi kontrolündeki militanların ateşkes anlaşmasını sürekli ihlal ettiklerini belirtip ekledi:

        “Bu tür silahlı provokasyonlar karşılıksız kalmaz. İdlib’de provokasyonların kaynağını yok etmeye çalışan Suriye ordusunun eylemlerini destekliyoruz.”

        Soçi Mutabakatı’na da atıf yapıp, “bölgenin teröristlerden arındırılması gerektiğini” anımsattı.

        YURTSEVER SİLAHLI MUHALEFETE DESTEK

        “Konuyu mevkidaşı Türkiye Dışişleri Bakanı ile telefonda görüştüğünü” de belirtip sözlerini şöyle sürdürdü:

        “Biz Suriye’deki siyasi süreçte yer almaya hazır olan yurtsever silahlı muhalefetin, teröristlerden ayrılmasına ilişkin anlaşmaların uygulanmasıyla ilgili çalışmaları devam ettirme konusunda anlaştık. Bu anlaşmaların uygulanması gerekir. Silahlı grupların teröristlerle irtibatını tamamen kesmesi gerekir.”

        Özetle diyor ki; HTŞ ve El Nusra odaklı aşırı dinci gruplar ile bölgedeki yurtsever silahlı grupların birbirinden ayrılması sağlanmalı. Bunu yapacak olan da Türkiye.

        M-4 KARARI VE TEDBİRİ

        Bu sağlanmadığı sürece de Moskova M-4’e kadar ilerlemekte kararlı; Şam güçlerinin de M-4’ten yukarı çıkmaması konusunda ise tedbirli.

        Burada kalır mı derseniz, çok ihtimal dahilinde görülmüyor.

        Hatta dün bölgede bulunan bir tanıdığımın aktardığına göre Maaret El Numan’ın ardından, M-4 üzerinde bulunan Ariah, Furaykah ilçelerinden de çok sayıda insan göç etmeye başlamış.

        Hatay’ın Reyhanlı ilçesine bir kilometre uzaklıktaki Atme Kampı bölgesinin 10 kilometre kadar ilerisinde bir alana yönelmişler.

        Bu alana gelen kişi sayısının 400 bin civarında olduğunu belirtti.

        Ağırlıklı bölümünün de kuzeye, Cinderes- Azez bölgesine doğru ilerlediğini vurguladı ve “Gelen sayısı o denli çok ki saymanın imkanı yok. Bu bölgeye gelen sayısının 1,5 milyona ulaşma ihtimalinden söz ediliyor” dedi.

        HER ZEYTİN AĞACI ALTINDA BİR AİLE

        Cinderes- Azez bölgesine gelenlere barınmaları için naylon ve çadır temin etmeye çalıştıklarını belirtip gözlemini şöyle aktardı:

        “Durum hiç iç açıcı değil. Hepsi zeytin ağaçlarının altında verdiğimiz naylonları gerip kendilerine yuva yapmaya çalışıyor. Dağıttımız gıdalarla karınlarını doyurma çabasındalar.”

        Bu aşamada önemli bir uyarıyı da yapmadan geçmedi:

        “Bu bölgede daha önceden gelmiş 65 bin kadar HTŞ, El Nusra militanı var. Bunlara sivil insanların arasına karışıp gelenler de ekleniyor. Bölgede silah bulmaları sorun değil. Azez- Afrin bölgesi en sakin alandı, şimdi burada da sorun çıkarırlar kaygısındayız.”

        KORONA’DAN DAHA AĞIR

        Bu sütunda daha önce de birkaç kez değindim, yeni gelenler daha öncekiler gibi eline hiç silah değmemiş, tarlasında, bahçesinde tırmığını, çapasını, evinde kepçesini bırakıp kaçanlar değil.

        Yeni gelenler yanında en az bir ölüm olayı veya çatışma yaşamış, elinden veya motosikletinin üzerinde omzundan silahını eksik etmemiş, onunla yaşam bulmuş insanlar.

        Bundan dolayı, sınırın 20-30 kilometre kadar içinde yapılacak briket evlerde kalmaları sadece Türkiye değil, diğer ülkeler açısından da önemli.

        Çünkü terör, korona virüsünden çok daha çabuk bulaşıyor ve bir o kadar da ağır ve kalıcı etki bırakıyor.

        Çünkü teröre karşı aşı üretilemiyor.

        Diğer Yazılar