Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        TÜRKİYE benzer süreçleri yakın geçmişte iki büyük göç hareketinde yaşadı.

        İlki Bulgaristan’dan zorla göç ettirilen soydaşlardı; Türk kökenli olmaları ve akrabalarının bulunması nedeniyle toplum içinde çok çabuk eridi.

        İkincisi ise Saddam döneminde Irak’tan kaçıp gelenlerdi.

        Halepçe katliamı sonrası Türkiye sınırındaki dağların yüzeyi insan ile bezenmişti.

        Nitekim, 1988’de başlayan ve 1991’de Türkiye sınırına on binlerce insanın yığılmasına neden olan sığınmacılar sorunu, Ankara Bağdat görüşmeleri ile aşılamayınca, devreye Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) girdi; onun gözetiminde geri dönüş mümkün hale gelebildi.

        Zaten ardından da Çekiç Güç operasyonu başladı.

        O dönem Bağdat’ın ilan ettiği genel af kapsamında kendi başına gitmeleri sağlanabilirdi, ancak orada başlarına gelebilecek herhangi bir sorunun yüklenicisi olmayı kimse istemedi.

        ESAD GİTMİYOR Kİ…

        Benzer durumun bugün Suriye sahasında da geçerli olduğu unutulmamalı.

        Şam yönetimi ile sağlanacak bir siyasi temasın Türkiye’deki sığınmacıların dönüşünü kolaylaştıracağı sanılmasın.

        Böyle bir dünya yok…

        Ayrıca da dün Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun da açıkladığı gibi, Özbekistan’da toplanacak Şanghay İşbirliği Örgütü toplantısında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Esad’ın görüşmesi söz konusu değil; Esad da o zirveye gitmiyor.

        SAHANIN GERÇEKLERİ

        Bütün bunlara karşın Ankara, daha önce askerler, son dönem de istihbarat örgütleri aracılığıyla devam eden teması bir üst aşamaya, diplomatik seviyeye çıkarmak istediği de bilinen bir gerçek.

        Bunu uzun süredir Rusya kadar ABD de istiyordu; belki de sahada iki büyük gücün ortaklaştığı ender konulardan biri...

        Ancak bunun da ilk aşamada Dışişleri Bakan yardımcıları seviyesinde olması söz konusu.

        Dışişleri Bakanlığı da bu temasın da Suriye resmi muhalefetini gölgeleyici bir tavır içinde olmamasına özen gösteriyor.

        Bunlar işin diplomatik cephesi...

        Bir de sahanın gerçekleri var..

        Öyle, “Suriyeliler gitsin…” diye slogan atarak gitmelerini sağlamanın olanağının olmadığını herkes görmeli.

        Bu meselenin gittikçe seçim propagandası zeminine taşınmasının yaratacağı ağır yükün sorumluluğunu da bu sloganları atanların bugünden üstlenmesi gerekir.

        ÜÇÜNCÜ ÜLKE ARAYIŞI

        Konu üzerinde yıllarını harcamış, İGAM Başkanı Metin Çorabatır ile dün sohbet ederken, şu tespiti yapıp, önemli bir soruyu yöneltti:

        “En büyük yanlışı 2020 yılında kapıları açarız, mültecileri yollarız hatasına düşerek yaptık. Türkiye’nin oradaki askeri aynı zamanda, vatanına geri dönüp yatırım yapmış 500 bin Suriyeliyi koruyor. Bunların garantisi kim olacak?”

        Yani bir zamanlar Saddam’ın Bağdat yönetiminde yaptığı gibi tek başına genel af çıkarması meselenin çözümüne yetmiyor.

        O nedenle Türkiye’nin gönüllü geri dönüş ile birlikte, gitmek istemeyenler için ne yapacağını da bugünden konuşması gerekiyor.

        “Kamyonlara bindirir yollarız” denilmesi de imkansız bulunuyor…

        Çorabatır’ın tespitine göre sığınmacıların en büyük endişesi sadece Esad ile anlaşma olup, zorla geri gönderilecekleri değil.

        Bir iktidar değişimi halinde Türkiye'de yaşamalarının da zorlaşacağı korkusu...

        Çünkü ultra milliyetçi partilerin geliştirdiği söylemlere tıpkı Fransa’da Le Pen’in yükselişine faktör olan örneklerde de görüldüğü gibi merkez partiler de sarıldı; bu da onların yükselişine neden oldu.

        O nedenle üçüncü bir ülkeye gitmek isteyenlerin sayısında ciddi artış ortaya çıkmaya başlamış.

        Bu da gösteriyor ki yakın gelecekte Yunanistan başta olmak üzere komşularla yeni bir mülteci krizi kapıda bekliyor.

        VATANDAŞLIK BİR YILDIR VERİLMİYOR

        Vatandaşlık ile ilgili iddialar da resmi rakamların açıklamalarına göre gerçekçi değil.

        Çorabatır’ın mülteci kuruluşlarına dayanan gerçek verilerine göre, 1,5 milyon vatandaşlığa alınan olmadığı gibi, en son bir yıl önce alım yapılmış ve aradan geçen 12 aydır da vatandaşlık verilmemiş.

        Yıllardır göç üzerine akademik çalışmalar yapan Prof. Dr. Murat Erdoğan’ın tespiti de farklı değil.

        Suriyeliler Barometresi’nin yenisini çıkarmak üzere olan Prof. Dr. Erdoğan, dün şu önemli tespitte bulundu:

        “İnsanlar doğup büyüdüğü topraklara bir süre sonra hasret duyar, geri gitmek ister. Ama Suriye’de 10 yıl sonraki geleceğinin ne olacağını görmeyince geri dönmekten korkuyor. Ayrıca Esad ile ya anlaşma olmazsa ne olacak onu konuşan yok…”

        ÇÖZÜM İÇİN TEK FORMÜL YOK

        Mesele burada da bitmiyor, işin bir de güvenlik boyutu var.

        Bölgedeki en aktif güçlerden biri olan Rusya ve güvenlik üzerine çalışmaları ile bilinen Prof. Dr. Mitat Çelikpala’nın dünkü sohbetimizdeki şu sözü de aslında işin doğasını yansıtıyor:

        “Esad, kendisine karşı olan, başını ağrıtanlardan kurtuldum diye bakıyor. Ayrıca herkesin affedildiği bir yapının Suriye’de olmasının imkanı yok. Belki Donörler Konferansı düzenlenip Suriye’ye yardım karşılığı, silah bırakmak şartıyla olur. Ama onun da garantisi yok…”

        Aslında kim ne derse desin, Suriyeliler olarak genel adlandırılan mülteciler sorununun şıp diye çözecek ne bir yapı, ne de tek formül var.

        Şam ile can ciğer kuzu sarması kanka da olsanız, bu meselenin çözümü yıllar alır…

        Diğer Yazılar