Milyon dolarlık evde uyanmak
Hani her gittiğim ülkede insanlarla kısa sürede o kadar iyi ilişkiler kuruyorum ki duruma ben de şaşıyorum. Ben mi çok sıcak kanlıyım, onlar mı yalnızlıktan kafayı yemek üzere anlamıyorum ama yakın arkadaşları oluveriyorum. Amerika'da da böyle bir durum yaşandı işte. Geçen gelişimde evinde verdiği bir partide tanıştığım Maria, Noel tatili için annesinin yanına gittiğinde bir gece köpeğine bakmamı istedi. Yanında biri kalmazsa gece bir saatten sonra ağlamaya başlıyormuş çünkü. Söz konusu ev 5. Cadde'de, Orlando Bloom-Miranda Kerr çiftinin altındaki daire olunca, köpekleri de sevdiğimden kabul ettim gitmeyi. Zaten apartmanın girişinden karşılayan kapı görevlisi sizi asansöre yönlendirdiğinde başka bir boyuta adım attığınızı anlıyorsunuz. Kapı açılınca etrafa parti kokusu siniyor zira asansörün içi yüzlerce küçük aynayla kaplı. Sanki bir disko topunun içine girmişsiniz gibi bir his düşünün, işte öyle. Aslında köpeklerle çok iyi anlaşırım, hatta bahçede baktığım bir sokak köpeği vardır ama Himeno'nun o sinir bozan hiper aktivitesi bir anda 10 milyon dolarlık evden soğutuverdi beni. Biraz vakit geçirmek için attım kendimi sokağa. İki sokak ileride bulunan ve 2009'un en iyi gay barı seçilen Splash'a gittim. Mayosunun arka bölümünü poposunun altına indirmiş barmenlerin olduğu tuhaf bir kulüp. Hani bir ara dışarıya çıktığımda yanıma gelip 5 dolara el falıma bakan travesti falcı bile şaşırtmadı beni. Her biri Türkiye'deki dizi başrollerinden bin kat daha yakışıklı erkek dansçıların şovuna biraz takılıp sosyetenin Bambi Cafe'si diyebileceğim Caferterria'nın yolunu tuttum. 24 saat açık olan mekana gittiğim 03.30'da bile rezervasyonsuz almadıklarını, çok bekleyebileceğimi söylediler. İçeride sol köşede Jay Z, pencere kenarında da Gwen Stefani arkadaşlarıyla oturuyordu. Gecenin o saatindeki kalabalığı görmenizi isterdim. Millet bizdeki çorbacılar gibi bir yer açmışlar ama her şey lüks! Sağlam bir para bayılıp döndüm milyon dolarlık daireme. Köpeği salona bırakıp kendimi küçük bir odaya kitleyerek uyudum! Sabah kalktığımda gıcık köpek Himeno zıplamaya devam ederken ben de yeni bir maceraya doğru yola çıktım.
Herkes NBA'de
"Amerikaya gelmişken" yapılacak yüzlerce şeyden biri de basket maçına gitmekti. Hem de Noel gününün hemen ertesi sabahı. Bizim milletin sabah evden çıkıp akraba ziyareti yaptığı saatlerde burada basket maçı var yani. Bir de biraz geç aklımıza geldiğinde sadece VIP biletler kalmış, gereksiz pahalı olmasına rağmen bizi evin önünden limuzinle aldıklarını da duyunca kabul dedik. Knicks'in Miami Heat'e karşı oynayacağı Madison Square'e geldiğimde basketten çok bir ödül töreni gecesine katıldığımı hissettim. İhtişam şaşırtıcıydı. Arada Samuel Jackson, Adam Sandler ve Ben Afleck ekrana yansıyıp "Make Some Noise" (Biraz gürültü yapın) diye bağırınca ortalık alkış yağmuruna tutuluyor. Milyon dolarlar kazanan oyuncular sahada mücadele ederken en ufak bir mola olursa ortaya pon pon kızlar çıkıyor falan. Hatta öyle ki bir ara bir yerde kavga çıktı, onu bile kimse önemsemeden kızlara kenetlendi. Maç arasında dünyanın en lezzetli sosislilerinin yanında bira içebildiğinizi de söylemeliyim, keyif büyük!
Travesti kraliçesi
Kiraladığım evde 250 kanallı kablolu yayını karıştırırken Logo adında sürekli gay temalı programlar yayımlayan bir kanalla karşılaştım. Programları filmleri geçtim reklamları bile gay! Reklamlarda iki gay'i mutlu yuvalarını satın alabilmek için bankaya giderlerken ya da aynı bardaktan pipet aracılığıyla içtikleri diyet kolanın tanıtımını yaparken görebiliyorsunuz. Kanalın hit programı ise dünyanın en ünlü travetisi RuPaul'un sunduğu "Drag Race." Programda bizim Popstar yarışmaları gibi bir düzende en iyi travesti seçiliyor. Her hafta yarışmacılar hangisinin daha başarılı bir travesti olduğunu ispat etmeye çalışıyor. İşte o zaman Huysuz Virjin'i ne kadar özlediğimi hatırladım. Ülkemizdeki haksızlıkların ne zaman sona ereceğini ve gerçekten demokratik bir ülkeye ne zaman kavuşacağımızı merak ederek o sinirle kanal değiştirdim!