Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ahmet Sami Özbudak, tiyatronun tüm temel öğelerinden beslenerek şiirsel gerçekçi bir oyun yaratmış. Kısmen yaşanmış ve kısmen tasarlanmış gerçeklikten doğan oyun, gerçek ile hayali ve iki efsane karakteri bir anlatıcı aracılığıyla bağdaştırıp kurmaca düzenin malzemesine hayat veriyor. Genç yazarın zengin ve ayrıksı dağarcığı tiyatromuzda mihenk taşı iki dev karakteri revize ediyor ve pırıltılı bir dokunuşla başka bir yerden bakışı mümkün kılıyor. Afife Jale ve Bedia Muvahhit’e ezbere bilinen çileli sanat aşkları perspektifinden değil salt kadın ve insan olarak bakma ve yaklaşma cesaretinde bulunuyor. Hatta Özbudak karakterleri yüceleştirmek yerine onları eksikleri, aksilikleri ve yanlışlarıyla sevmemizi sağlayacak bir açı genişletiyor. Tüm insani zaafların karakter bütünlüğünde belki de kişinin tam da o kişi olmasını sağlayan asıl nüve olduğunu gösteriyor.

        Karakterlerin davranışlarının tutarsızlığından ve özellikle Afife’nin nihilist yaşam biçiminden şiirsel bir dil çıkarmak ve bu dili gerçeklere oturtmak güçlü bir kalemin ve isabetli sahnelemenin sonucunda seyri müthiş bir oyun oluveriyor. İki asi kadın karakterin lirik bir yaklaşımla realizm ve sürrealizmi tutkallayan sahneleri, bütününde yaşama anarşik bir yaklaşımı romantize ettiğinden metin yumuşacık kadifemsi bir duygu yaratıyor.

        Tarihi akışa yaslanan gerçek an ve fotoğraflarla beslenen metnin temeline hayaller, elbette yazarın sezgileri, özlemleri ve nesnel olmayan duygusu dahil edilerek aslında bir araştırma çalışması olan tarihi kahramanlar biyografi, kurgu ve masal karışımı bir dille şiirsel gerçeklik kazanıyorlar. Adeta Fransız şiirsel gerçekçi sinemasını anımsatan şiir enstalasyonu tadındaki görselliği güçlü sahnelerle gerçek ve melankolik melodram karakterlerinin dizeleri gibi somutlaşıyor. Sahnelemede lirizmin egemen olduğu loş ışıklandırma eşliğinde karamsarlıkla umudun sürekli yan yana ilerlemesi zaman, mekan ve eylem birliğiyle senkronize olduğundan hayaller gerçek, gerçekler hayale dönüşüyor. Böylece gerçekte karşı karşıya gelmemiş tiyatronun iki efsane isminin sahnede buluşması sahte, zorlama veya gereksiz değil tam aksine arzu edilen bir buluşmayı mümkün ve gerçek kılıyor.

        Tarihî karakterler de aranmayan bireysel veya toplumsal yaratıcılık Hayali Temsil’de Özbudak’ın kalemi ve Yiğit Sertdemir’in kurduğu yapıyla hayal, hatıra ve gerçek arasında gidip gelerek kuru bir araştırma yerine delilleriyle masalsı dünyayı ortaya koyuyor. Farklı bağdaştırıcı öğeleri ve birbirileriyle olan ilişkileri denk düşürerek sandıklardan ve çekmecelerden fışkıran hatıralar metnin kendisine ve dışına güçlü göndermeler yapıyor. Oyun tekrarlı nidalar ve sözcüklerle ortak duygu ve düşüncelere hizmet ederken birbirine uzak veya zıt duran ikilikleri de yaklaştırıyor ve açıklayarak doğruluyor. Anlamsal bütünlüğün olanaksızlığını da bizatihi metnin kendisi ön gönderimlerle deklare ederek hayal ve gerçek karışımı bir akış sağlanıyor. Böylece kendi yalanını bağıran metin kendisini sağlama almış oluyor.

        Tüm metin ve yapıyı besleyen, güçlendiren ve tek başına diğer öğeleri gölgede bırakan en güçlü unsur ise müziktir denilebilir. Oyuncuların şarkı performansları kusursuz bir nostaljik romantizmle tüm sahneyi ve her detayı havalandırıyor ve nağmeler seyirciyle duygusal bir bağ kurmayı ilk andan itibaren başarıyor. Ortak hafızanın tanıdık melodilerine eklemlenen yeni bir şarkı ise listeleri zorlayacak kadar popüler olmaya çoktan göz kırpıyor.

        Şebnem Köstem, Hümay Güldağ ve Yiğit Sertdemir’in rol adığı oyun da her biriyle başrolleri paylaşan müzisyen Tuluğ Tırpan tüm katmanları ayrıca derinleştiren müzikleriyle oyuna başka bir tat, derinlik ve estetik kazandırdığı için ayrıca alkışlanmayı hak ediyor.

        Diğer Yazılar