Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        73 yaşındayken 1993 yılında ölen büyük yönetmen Federico Fellini’nin 100’üncü doğum yılının anısına geçen sene tüm filmlerini içeren bir kutu seti çıkarıldı.

        Onun kadar olmasa da büyük yönetmenlik skalasında hayli önemli bir yer kaplayan bir başka büyük yönetmen Martin Scorsese setin içindeki filmlerden yola çıkarak Fellini’yi anlatan ve filmlerini değerlendiren bir yazıyı Harper’s dergisinde yayınladı. (Il Maestro; Federico Fellini and the Lost Magic of Cinema)

        Filmlerini biliyorum da ben Scorsese’nin bu kadar iyi bir yazar da olduğunu doğrusu bilmiyordum.

        Fellini’nin gotik dünyasında ve bilinçaltında bizleri gezindiren yazısını Scorsese bir film yönetir gibi yazmış. Sanki kamerasının başında Fellini’nin hayatını ve filmlerini gözlemler gibi yazmış yazısını.. Belki de bu yazı tekniği yüzünden yazısı usta işi olmuş olabilir.

        ÇOK, ÇOK DUYGULANDIM

        Yazısının açılışı beni tam yüreğimden vurdu, okurken az daha gözyaşlarımı tutamayacaktım.

        Fellini'nin filmlerinin New York’ta seyredildiği kültürel ortamı anlatmak için Scorsese yazısının başında kendisini sanki şehrin Village bölgesinin sokaklarında dolaşmaya çıkan bir gencin omuzuna yerleştirdiği kameradan etrafa bakıyormuş gibi düşünüyor.

        REKLAM

        Tanımladığı genç insanın bir elinde Village Voice gazetesi var ve o bölgedeki sanat filmleri oynatan sinemalardan hangisine gireceğine karar vermek için yürüyor sokaklarda.

        O GENÇ YOKSA BEN MİYDİM

        Master yaptığım okul o bölgede olduğundan üç yıl kadar gündüz gecem bu bölgede geçti.

        Scorsese’nin yazısında anlattığı sinemalarda çok mutlu saatler yaşamıştım.. Yazı dolaşmakta olan gencin gözünden etrafta bulunanları anlatırken gençlik günlerime döndüm, hatta bir ara acaba hayal ettiği o genç ben miyim ki diye düşündüm. Çok kez aynı o genç gibi kolumun altında Village Voice gazetem sorumsuzluk ve delikanlı heyecanlarla dolu olarak o sinema senin bu sinema benim dolaşmışımdır o sokaklarda.

        Fellini’nin 8 1/2 filmini de ilk bu bölgede seyrettim. Galiba Bleecker Street Sinema olabilir seyrettiğim sinemanın adı şu an tam hatırlamıyorum. Yönetmen Passolini'nin filmleriyle de ilk kez bu bölgede tanıştım. Claude Chabrol, John Casseteves, Godard gibi büyük yönetmenlerin de filmlerini ilk kez bu bölgedeki sinemalarda seyrettim.

        BOHEM HAYATI

        Bölge 1970’ler 1980’lerde daha bohem karakterini kaybetmemişti.

        Biz üniversite öğrencileri film çıkışlarında sokağa masa atmış kafelerde buluşup o hafta çıkan yeni filmlerin entelektüel içeriklerini ve film ekollerini hararetle tartışırdık. Daima yanımda taşıdığım Vilage Voice’da yazan film eleştirmeni Andrew Sarris filmlerde tek önemli olanının yönetmen olduğunu, yönetmenin bir yazar gibi, filmin de bir roman gibi düşünülmesi gerektiğini söylediği auteur teorisini savunurdu. New Yorker dergisinin eleştirmeni Pauline Kael ise filmlerin sadece yönetmenin ürünü olmadığını, ortaya çıkan ürünün senarist ve kameraman başta olmak üzere bir kolektif çalışma ürünü olduğunu söylerdi ve Village Voice’daki Sarris ile neredeyse kanlı bıçaklı düşmandılar birbirlerine. Biz bohem gençlerin ise en büyük keyfi o hafta bölgede seyrettiğimiz filmden çıkınca yakındaki kafede bu iki eleştirmenin biraz önce seyrettiğimiz film üzerinde birbirleriyle nasıl tartıştıklarını okuyup bunu konuşmaktı.

        REKLAM
        "8 1/2"
        "8 1/2"

        ENTELEKTÜEL TATMİN

        Scorsese’nin dediği gibi o günlerde film seyretmek seyirciye keyfin yanı sıra entelektüel tatmin de veren bir şeydi. O dönem sinemanın sanat olarak sinema olduğu günlerdi.

        Şimdi ise filmin başarılı olması neredeyse ortalama seyirci beklentilerinin algoritmasına indirgenmiş, büyük bütçeli ve bol gürültülü filmler destek görüyor .

        İlk seyrettiğimde çok beğenmeme, neredeyse büyülenmeme rağmen Fellini’nin '8 1/2' filmini fazla anlamamıştım.

        Ama Scorsese’nin filmi anlatmasından sonra tekrardan izledim filmi şimdi yine büyülendim ama bu defa anlayarak.

        Film bitince de aynen Scorsese gibi sinemayı sanat olarak sinema yapan o günlerin bitmesine ve o ustaların artık olmamalarına, sokağında tasasız yürüdüğüm Village günlerimi de hatırlayarak hüzünlendim. Fellini’nin tüm filmlerini içeren o kutu seti de mutlaka edineceğim ve evde de sürekli yanımda tutacağım.

        Diğer Yazılar