Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Osman Kavala’nın müebbet hapis cezası aldığını duyduğumda ilk tepki olarak ruhumun derinliğinde inanılmaz bir boşalmışlık duygusu hissettim.

        Bu sadece onunla yıllar önce Birikim Dergisi'nden arkadaşlarla bir toplantıda bir arada olmamın getirdiği şahsen tanımaktan gelen bir duygu değildi, gençlik yıllarımdan bu yana ülkem için biriktirdiğimi sandığım bütün fikirlerin bütün birikimlerimin, olmasını hayal ettiğim daha adil, daha güzel bir ülkem olabilmesi için okuduğum onca kitaptan gelen aklın sanki içimden uçup gittiğini hissettim. Ülkem o an bana boşa yaşanmış bir hayata sahip olduğum duygusu veriyormuş gibiydi sanki.

        Kavala ile uzun yıllar önce o toplantıda bir arada olmamız tesadüf değildi tabii ki. İkimiz de kendimizce doğru olan biçimde ülkede özgürlük, eşitlik, adaletin olması için mücadele eden gençlerdik o zaman.

        Osman bu mücadelesini, bugüne kadar ilkeli biçimde sürdürdü.

        İlk tepkimle gelen bu boşluk duygusuyla bir şekilde mücadele etmem gerektiğini görüyordum.

        Çünkü bu duygular yenilmişliğe ait bir duyguydu.

        Oysa bütün bunlar gelip geçici olmalıydı çünkü bu şekilde sürmesine imkan yoktu.

        REKLAM

        Bu ülke için daha aydınlık, daha güzel, daha demokratik günler olmasını isteyenler özelikle bu karardan sonra adalet ve adil olmak nedir kavramları üzerine esaslı düşünüp tartışmalıydık.

        Bu yüzden ilk şokumdan sonra içimden çıkıp gittiğini sandığım yılların birikimini, özgürlük için üzerinde çalışılmış düşünceleri bırakmamaya onlara sahip çıkıp kendimi toparlamaya karar verdim.

        1971 yılına kadar gittim. O yıl Amerika’da üniversitede ilk yılımdı. Bir gün üniversite genelinde hangi dalda olurlarsa olsunlar bütün bilim insanlarının aynı kitaptan bahsetmeye başladıklarını gördük.

        Felsefe hocalarım sosyoloji dersinde, matematik derslerinde bile, aynı kitabın öneminden bahsedilip, bu kitaptan sonra ne siyasette, ne toplumda, ne de bilim aleminde hiçbir şeyin artık eskiden olduğu gibi olamayacağını söylüyorlardı.

        Kitabın adı ‘A Theory of Justice’dı ( Bir Adalet Teorisi). Yazarı ise John Rawls.

        Okunması zor bir kitaptı. Okuyabilmek için Immanuel Kant felsefesine aşina olmak gerekiyor olabilirdi. Liberal teorinin asıl kaynaklarına kadar inip bunları okumuş olmak da yardımcı olabilirdi Rawls’u okumak isteyenlere.

        Gerçekten de kitabın çıkmasıyla birlikte ortalık resmen darmadağın oldu. Felsefeciler ve hukuk teorisyenleri kitapta ortaya atılan adalet teorisini yoğun tartışmaya başladılar.

        Rawls’un adalet tezine karşı çıkanlar bile hayatlarının geri kalan bölümünü onun tezlerini çürütmek için karşı tez üreterek geçirdiler.

        Dolaysıyla denilebilir ki Rawls’un adalet teorisine karşı olanlar bile onun ortaya attığı fikirlerle oluşmuşlardır.

        Rawls da hayatının sonuna kadar kitabında düzeltmeler ve yenilemeler yaptı. İlk kitapta yazdığı fikirlerin açılımı için ek kitaplar da yazdı.

        REKLAM

        Sonunda 20’nci yüzyılda sosyal bilimlerde ve felsefede en etkili olan kitap haline geldi ‘Bir Adalet Teorisi’.

        Bu etki çağımızda hala daha sürüyor. Kavala hakkındaki kararın adalet diye verilebildiği bir toplumda Rawls’un kitabının Türkçe çevirisinin yaygın okunması ve tartışılması gerektiği bariz.

        Bu yazıda tartışmaya büyük katkı yapacağım iddiasında değilim. Çünkü ne felsefe ne de hukuk teorisi bilgim buna yetmeyebilir. Ama en azından bir hatırlatma ve bir başlangıç yapılmasına neden olsun diye umarak yazıyorum bunları.

        Bir Adalet Teorisi

        Bir Adalet Teorisi
        0:00 / 0:00

        John Rawls’ın ‘Bir Adalet Teorisi’ çalışması Immanuel Kant ve John Stuart Mill’in ahlak ve özgürlükler üzerine yapmış oldukları klasik kanonda yer alan çalışmaların yanında bulunması gereken değerde bir çalışma olarak kabul ediliyor.

        Rawls toplumlarda hakkaniyet, adil olmak gibi evrensel ölçüleri zedelemeyecek bir adaletin olabilmesi için doğru ilkeleri bilimsel açıdan saptamaya girişmiş. Önemli olan insanların konjonktürel iradelerine ve arzularına bırakmadan modern toplumlarda her zaman çalışacak ve insana ait durumlardan bağısız bir adalet kavramını oluşturmaktı.

        Toplumlarda özgür ve rasyonel bireylerin olduğunu varsayacağız...

        Ve ayrıca bu özgür bireylerin yaşadıkları toplumlarda bir ‘bilinmezlik perdesi’ arkasında hayat hakkında bazı orijinal pozisyonlar aldıklarını düşüneceğiz. Rawls’a göre bu varsayılan özgür ve rasyonel kişiler tolumdaki yerlerini, sınıfsal aidiyetlerini, ırklarını, cinsiyetlerini, yeteneklerini, zekalarını, güçlerini ve hatta kendi iyi ve değer kavramlarını bilmeseler dahi yani bir ‘bilinmezlik perdesi’ arkasındayken bile, üzerinde anlaşabilecekleri adaletin bazı doğru ilkeleri olduğunu öne sürer ve bu üzerinde anlaşılan adaletin doğru ilkelerinin ne olduğunu ortaya koyar.

        Rawls'ın adalet kuramı şu iki ana ilkeyle belirtilebilir. Bir; özgürlükler konusunda eşitlik. İki; toplumsal eşitsizliklerin toplumda dezavantajlı durumdakilerin yararı gözetilerek çözümlenmesi. Rawls, eşitlik esastır eğer dezavantajlı kesimin yararına ise eşitsizlik istisnası düşünülebilir diyor sonuçta.

        Rawls, türettiği adaletin iki ilkesinin, toplumdaki özgürlüklerin adil dağıtımını, sosyal ve ekonomik değerleri düzenlediğini iddia ediyor.

        Girişte de söylediğim gibi Rawls’un bu muhteşem çalışmasının iyi ve yeterli bir anlatımını yapabilecek donanımda bir insan olmayabilirim ama biraz önce verdiğim özet bile çalışmasının amacının ne kadar büyük ve önemli olduğunu göstermeye yetmeli.

        Onun adalet ile ilgili görüşlerinin yankı uyandırmasındaki en büyük etmen bir taraftan günümüz hakim ideolojisi liberalizmin savunuculuğunu yapması diğer taraftan liberalizmi sosyalist eleştirilerle törpüleyerek yani liberalizmi sosyalizmle rafine ederek günümüzde görece insancıl ve uygulanabilir bir sistem kurmaya çalışmasıdır. Böylelikle Rawls, liberalizmin özgürlüğünü, sosyalizmin eşitliğiyle uyumlaştırarak adil bir toplum oluşturulabileceğini göstermeye çalışmıştır.

        Ve bu da bu yüzden 21’inci yüzyılda başta Türkiye olmak üzere tüm toplumların acil ihtiyacı olduğu ve düşünceli, felsefi duyarlılıkla ulaşılması gereken bir adalet sistemidir.

        Bitmeyen tartışma

        Bitmeyen tartışma
        0:00 / 0:00

        Bir insan, John Rawls gibi, bu boyutta, bu kadar zor bir konuda çalışma yaptığında ve bunun üstelik Kant ve Mills gibi dev düşünürlerin yanına yakışacak kalitede bir kitap olduğu söylenince, o insan kendi hayatının bu çalışma ile yönetilmesi fikrine kendini alıştırmalı ve hayatının sonuna kadar bu konuda tartışmaya da hazırlıklı olmalı.

        Bu tabii ki Rawls’un başına da geldi. Kitabı 1971’de yayınlanınca üstüne büyük tartışma, polemikler oluştu.

        Rawls hayatının sonuna kadar ‘Bir Adalet Teorisi’ndeki fikirleri geliştirmek üzerine düşündü ve yazdı.

        Uluslararası adalet hakkındaki görüşlerini en bütüncül haliyle açıkladığı 'The Law of Peoples' adlı kitabını tamamladı ve ölümünden kısa süre önce Kasım 2002'de 'Bir adalet Teorisi' adlı kitabına yönelik eleştirilere cevap niteliğinde 'Justice As Fairness: A Restatement'ı da yayınladı.

        Rawls ve Osman Kavala

        Rawls ve Osman Kavala
        0:00 / 0:00

        "Peki bütün bunların Osman Kavala kararıyla alakası nedir?" diye düşünüyor olabilirsiniz. Tamam Rawls bir etik ve hukuk felsefecisiydi ve evet toplumlarda geçerli olacak hakkaniyetli bir adalet sistemi üzerinde düşünüyordu. Kavala için verilen hükmün ne kadar adil olmaktan uzak ve adalet normlarına aykırı olduğunu düşünsek dahi Rawls gibi liberal toplumlarda geçerli olabilecek sistemleri düşünen bir felsefecinin bizim yaşadıklarımızla ne alakası olabilir diye düşünebilirsiniz.

        Kavala kararı bir sonuçtu. Onun bir insan olarak karşı karşıya kaldığı haksızlığa üzülüyor olabiliriz ama burada aslında önemli olan Kavala değildi sadece. Onun hakkında verilen ağırlaştırılmış müebbet kararı ile sadece onun hakkında değil bu ülkede var olan sistem hakkında da bir karar açıklanmış oldu. Ve bu ikincisi bizler açısından daha önemli olmalı. Çünkü bu kararın gösterdiği gibi bir ülkede hiçbir çağdaş adalet normu olmaz ise, adil olma arayışı ve hakkaniyet artık tamamen bir kenara bırakılırsa o toplumun bütün kurumlarıyla, ki buna ekonomisi de dahildir, çöküntüye uğraması ihtimali olabilir.

        Yukardaki yazılar içinde bütün toplumların Rawls’ın formüle ettiği türde adil bir adalet sistemine ihtiyacı olduğunu söyledim. Bu ihtiyaç bugün dünyada bence en çok Türkiye’de duyuluyor olmalı. Çünkü üzerinde düşünülmüş hakkında felsefi tartışmalar yapılmış bir adil adalet sistemi olamazsa Türkiye hiçbir zaman hak ettiği güce kavuşamayacak ve hak ettiği yere de gelemeyecek. İşte bu yüzden bir başlangıç yapmak için Kavala kararı önemlidir, bunun üzerine düşünüp, düşünceli ve felsefesi sağlam tavırlar almalıyız hepimiz.

        Diğer Yazılar