Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BİRÇOĞUMUZUN gündelik yaşamımızın her alanında şahit olup da şimdiye kadar dillendiremediğimiz vahim bir gelişme var.

        Türkiye'de yaşamın her alanında vasatlık hâkimiyet kazanıyor.

        Bu sadece siyasette olan bir şey değil. Hayatın her alanında, her kurumda, her ilişkide aniden saldırıya geçti vasatlık.

        Vasat, İngilizce "mediocre"dır; hayatın her alana yaygınlaşmasıyla bir iktidar türü de ortaya çıkar ki bu da "mediocracy"dir (vasatizm).

        Türkiye'de bu yaşanan aslında sürpriz değil; çünkü vasatlığın tırmanışını inceleyen yazarlar, bunun eşitlikçi popülarizmin yoğunluk kazandığı toplumlarda kendisine çok uygun gelişme koşulları bulduğunu söylüyor. Bu toplumlarda her türlü yaratıcı, farklı düşünce de tehlikeli bulunur ve vasatlık en rağbet edilen insan özelliği olur. Vasatı tutturan korunup kollanır, ona fırsatlar açılır.

        VASAT OLMAYANLAR HİZAYA SOKULACAK

        Bu tür toplumlarda iktidarlar görünürde son derece eşitlikçi bir söylem kullanırlar, ama aslında o söylem, vasatı koruyup kollayan "paternalist elit"i kollamak için oluşturulmuştur. Çünkü aynı söylem, paternalist eliti eleştirebilecek olanları da dışlamak ve kontrol altında tutmak için kullanılır.

        "Mediocracy: Inversions and Deceptions in an Egalitarian Culture" adlı kitabında Fabian Tassano, bu yönleriyle vasatizmin komünizmle paralellikleri olduğunu söylüyor.

        Aleksandr Soljenitsin, Batı toplumlarında yaygın olan vasatlığı birçok yazısında eleştirmiştir.

        Çağdaş Batı toplumlarında vasatlık, çoğunlukla siyaseten doğruculuk (political correctness) ideolojisiyle empoze edilir, hizadan çıkanlar o söylemle hizaya sokulur.

        Vasatın tırmanışta olduğu Türkiye'de, siyaseten doğruculuğun da tırmanışta olduğunu görelim. Hâkim söylemin dışına çıkabilecek potansiyel düşünceler daha önceden karalanıp neredeyse suçlu duruma düşürüldüğünden, vasatın hâkim olduğu tek tip insandan oluşan Türkiye'ye hızla gidiliyor.

        HÜRRİYET ÖRNEĞİ

        Hayatın her alanında bu gelişme yaşanıyor; ben kendi mesleğimden örnek vereceğim.

        Zaten otosansür kıskacı altında bulunan gazetelerin çoğu deneysel olandan, farklı olandan kaçındıkça, vasata onları ilgilendiren haberlerle hitap etmeyi ön plana çıkardıkça, çoğu birbirine benzemeye başladı ve hızla vasatlaştı.

        Bu trendi en güzel Hürriyet Gazetesi'nin yaşadığı süreçte görebilirsiniz. Sitcom gazeteciliğine en fazla tepkiyi yine vasat gazeteciler duymuştur. Vasatlık, en rahatlatıcı ideolojidir; çünkü vasat olmayı kabul ettiğinizde, yeni olanı, farklı olanı yapma zorunluluğundan kurtulursunuz, orijinal hiçbir fikir oluşturmadan gazeteci olabilirsiniz.

        BU BİR TEHLİKE

        Hızla yaygınlaşan ve hegemonyasını sağlamlaştıran vasatlık, Türkiye için neden büyük bir tehlike biliyor musunuz?

        Geçenlerde yazdım, Türkiye bugün ekonomisinde, dış politikasında dünyada takdir toplayan başarılar kazanıyor, en fazla gelecek vaat eden ülke olarak görülüyor.

        Bu çok güzel de acaba toplum olarak bunun içini doldurabilecek miyiz?

        Bu gelişme hızı ve varılacak nokta, toplumdan belirli bir kalite düzeyi de ister. Siz dünya gücü olma hayalinizi sadece ekonomik gücünüzle, dış politika manevralarınızla gerçekleştiremezsiniz. Eğer kaliteye de yatırım yapmazsanız bütün başarılarınızın içi boş kalır. Bu nedenle Türkiye'nin bu aşamada vasatlaşmak yerine hızla vasatlıktan çıkmaya, yaratıcı ve farklı düşünen insanlara ihtiyacı var.

        Vasatın hegemonyasının demokrasinin büyük başarısı olduğunu zannedenler, bunun aynı zamanda demokrasinin sonu olabileceğini görmeliler. Çünkü vasatın iktidar olduğu yerde otoriter ya da faşist yönetimlerin iktidara gelmesi çok daha kolaydır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.

        Vur Deyince Öldürüyor

        ÇOK önceden Rana'ya, "Keşke eski MAD dergilerini tekrar okuyabilsem" demiştim.

        Önceki gün telefon etti, "Birkaç dergi buldum, alayım mı sana" dedi.

        Onun alışveriş âdetlerini iyi bildiğim için aslında temkinli olmam gerektiğini biliyordum ama heyecanlanmıştım ve zırhımı indirmiştim.

        Geçmişte bir dükkânda öyle hızlı ve fazla alışveriş yaptı ki, dükkânın bir süre renovasyon için kapatılması gerekti. Çünkü içeride bütün malların yeri değişmişti. Örneğin, ayakkabı reyonunda mantolar, manto bölümünde ise çantalar vardı, Rana dükkândan çıktıktan sonra.

        Stokları bile eritecek düzeyde alışveriş yaptığından dükkâna bir kamyon getirtmek zorunda kaldık.

        Az alışveriş yaptığını söylediği gün başta sevinmiştim. Gerçekten de sözünü tuttu, ama aldığı şeyi görünce yıkıldım. O mantonun kredi kartı borcunu üç yılda temizleyebildim.

        Umarım tehlikenin boyutunu anlamışsınızdır.

        Neyse, telefondan bir saat sonra eve geldiler. Onlardan sonra eve büyük bir koli de geldi. İçinde 200 adet eski MAD dergisi vardı. Onun "birkaç adet" nosyonu böyle işte, ben ne yapayım?

        Müthiş bir eski MAD dergisi koleksiyonum olmuştu, çok da sevindim ama birdenbire halüsinasyonlar görmeye başladım. Hayatımın sonuna kadar kredi kardı borcu ödediğimi gördüm hayalimde. Neyse ki baba tarafından Kayserili olduğundan çok iyi pazalık da yapar Rana. Bir defasında Kenya'da Masala kabilesi ile pazarlık yaptığı için kabile az daha bizi kesip yiyecekti. "Palavra atma" diyen olursa, dikkatli olun, bu olayın elimde fotoğrafları var, yayınlarım utanırsınız sonra.

        Bir pazarlıkta karşısındaki bıkıp "Al sana bedava veriyorum" dediğinde bile, "Yanında promosyon yok mu?" diye sorabilir. MAD dergilerini de uygun fiyattan almış, nakliyata ödediğimiz para hariç tabii ki.

        Çin'i izliyorum

        RECEP İvedik'in bebeğini üretip piyasaya sürdükleri için Çin Halk Cumhuriyeti'ni yakından incelemeye karar verdim.

        Böylesine tuhaf düzeydeki girişimciliği düşünebilen bir toplum, başka hiçbir neden olmasa bile sadece bu fikir nedeniyle saygıyı hak ediyor. Bebek, Recep İvedik gibigülüyormuşda üstelik.

        Beklediğimden çok ilginç ve heyecan verici şeyler oluyor Çin'de.

        Konuyu olgunlaştırdığım zaman yakında yazacağım.

        Naklen yayın

        AMERİKA'da fahişeye giden her insanda, bu kaçamağının mutlaka televizyonda yayınlanacağı beklentisi oluşmuş. Fahişelerin birçok olayda müşterilerini televizyona çıkıp anlatmaları ve hatta gizli çekilmiş filmlerle bunu desteklemeleri, insanlarda bir korku yaratmış. Birkaç olay da üst üste gelince, "Acaba yeni bir trend mi oluştu?" düşüncesinin doğmasına neden olmuş.

        Bizde bu trend henüz başlamadı. Bizde fahişeler henüz ketumlar, sadece müşterileri hakkında daha sonra arkadaşlarıyla telefonda dedikodu yapıyorlar. Ve tabii ki olayın biraz gecikmeyle olsa dahi medyada yer alma şansı var. Bu konuda da Amerika'dan geride kalmamamız beni çok sevindirdi.

        Diğer Yazılar