Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sanat eserlerinin korumasını amaçlayarak hazırlanan bir uluslararası sözleşmeye (Bern Konvansiyonu) göre bir eserin sahibinin ölümünün üzerinden 70 yıl geçerse artık varislerine telif hakkı ödemeye gerek duyulmuyor. Ömer Seyfettin ve Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi edebiyatçıların da varislerine artık tek kuruş ödenmediği ve her yayıncının bu yazarların eserlerini basabileceği gibi. Son konuşulanlar, Sabahattin Ali ile ilgili. Hakkında solculuktan açılan davalar nedeniyle kendini güvende hissetmediğinden yazar, Bulgaristan’a geçmeye çalışırken Kırklareli’nde ormanlık bir arazide hunharca öldürülmüştü. Yıl 1948 idi. Yani aradan 70 yıl geçtiği hesaplandığında Sabahattin Ali’nin varisi tek kızı müzikolog Filiz Ali de artık yazarın kitapları ne kadar satarsa satsın hiç bir telif ücreti alamayacak.

        Sabahattin Ali’nin kitaplarının yayın hakkı 1997 yılından 31 Ocak 2018’e kadar Yapı Kredi Yayıncılık’ta (YKY) idi. 21 yılda YKY, yazarın 30 kitabını yayınladı. Tekrar ve yeni basılan kitapların sayısı, toplam 501 baskı ile 5 milyon adete yaklaşıyor. Sadece kitap basmak mı? Sabahattin Ali ile ilgili 167 etkinlik yaptılar, 4 de sergi açtılar. 1943 yılında ilk kez basılan Kürk Mantolu Madonna, açıklanması zor bir biçimde, son zamanlarda bestseller oldu ve 92 baskı yaptı. 1937’de basılan Kuyucaklı Yusuf 82 baskı ve 1940’da ilk kez basılan İçimizdeki Şeytan da 51ci baskıyı yaptı YKY’da. Yani okurlar 21 yılda 5 milyon Sabahattin Ali kitabı aldı. Telif hakkı 2019’un ilk günü kalktı ya, Epsilon, Everset, Can Yayınları, Doğan Kitap, İthaki ve Altın Kitaplar gibi yayınevleri yepyeni kapaklarla harıl harıl baskıya girdiler. Hatta Epsilon için Mert Fırat yazarın bazı kitaplarını ve şiirlerini seslendirecek.

        Ancak şöyle bir durum var; yazarın ölüm haberi ailesine 1949 yılında geldi ama cesedi ailesine teslim edilmediğinden hukuken kayıptı. Hala da bir mezarı yok ve hiçbir zaman aileye teslim edilemedi. Ölüm yani veraset ilanı ancak 1953’te alındı. Kitapları 1944 ve 1948 yıllarındaki Bakanlar Kurulu Kararıyla yasaklandı. Taa ki 1965 yılına kadar. Yani yazar Sabahattin Ali’nin 70 yıllık telif hakkı süresi 1949 yılından mı yoksa kitaplarının baskıya girmesine izin çıktığı 1965 yılından mı başlamalı? Varisi Filiz Ali’nin çözümünü istediği konu da bu; kayıp 17 yıl, telif hakkının kullanılmadığı 17 yıl bu süreye eklensin.

        Sabahattin Ali
        Sabahattin Ali

        Bundan önceki Kültür ve Turizm Bakanı Nabi Avcı, Mayıs 2017’de basınla yaptığı bir toplantıda Sabahattin Ali’nin ölüm yılı olarak bilinen 1949 esas alındığında 70 yılın dolacağını söyleyerek ancak 21 yıllık bir kayıp olduğundan bahsederek bir düzenleme yapılacağı ümidini vermişti. Hatta dahası da var, Bakan Avcı, "Mahkeme, Ali’nin eserleri kamu malıdır, isteyen basabilir dese bile büyük yayıncılar örnek tavır sergileyerek hukuken hakları olsa bile 21 yıl boyunca en azından Ali’nin kitaplarına kamu malı muamelesi yapmalılar. Bu Ali’nin hatırasına yakışan bir uygulama olur" demişti. O konuşmasında benim hoşuma giden bir şey daha söylemişti, demişti ki; "2 ayrı Bakanlar Kurulu kararıyla yasaklanan Sabahattin Ali kitapları Sırça Köşk ve Değirmen, ve Dağlar ve Rüzgar’dı. Ama Türkiye’deki atmosferi çok iyi biliyoruz, bir yazarın iki kitabı yasaklandıysa, diğer kitaplarını basmak yürek ister."

        Konuyu iki tarafa da, hem varisi, kızı Filiz Ali’ye hem de 1997 yılından beri resmi yayıncısı olan Yapı Kredi Kültür Sanat ve Yayıncılık Genel Müdürü Tülay Güngen’e bir sorayım dedim.

        BABAMIN ÖLÜMÜNÜ ALTINCI SINIFTA OKULA GELEN İKİ GAZETECİDEN ÖĞRENDİM

        Serfiraz Ergun: Filiz Hanım, daha önceki röportajlarımda da size anlattırmıştım ama babanız Sabahattin Ali’nin ölüm haberini ne zaman ve nasıl almıştınız?

        Filiz Ali: Ankara Kız Lisesi’nde altıncı sınıftaydım, esasında epey bir zamandır babamdan haber alamıyorduk. Annem merak ettiğini bana belli etmiyordu ya da nasıl olsa haber gelir diye düşünüyordu herhalde. Yüksek sınıflardan biri geldi, hocaya birşeyler söyledi beni sınıftan aldı götürdü. Avluya çıktı. Avluda iki tane gazeteci vardı. Gazetecilerden bir tanesi benim fotoğrafımı çekti, "Öldürülen Sabahattin Ali’nin kızı bu mu?" diye sordu, diğeri de "Evet" dedi, ben de böylece öğrenmiş oldum.

        SE: Ne yaptınız?

        FA: Valla ne yaptım, çok şaşkındım. İnandığımı sanmıyorum. Çünkü eve geldiğimde anneme de birşey söylemedim. O akşam o iki gazeteci eve geldi.

        SE: O arada anneniz öğrenmiş miydi?

        FA: Hayır. Dediler ki, ki bunu kaç kez başka yerlerde de anlattım, çok hatırlamıyorm, sonradan anlatıldığı şekilde sana naklediyorum; "Sabahattin Ali’nin gazetede öldürüldüğü haberi çıktı, ama doğru değilmiş, ne dersiniz?" diye sordular. Sonra ertesi günkü gazetelerde haberi çıktı. Yani bize önce ‘haber çıktı ama esasında öldürülmemiş’ olarak gelmişti. Gazeteciler birbirleri ardından gelip bizi rahatsız etmesinler diye o zamanki Hürriyet Gazetesi’nin Ankara Temsilcisi Emin Karakuş, babamın ve annemin çok ahbabıydı, "Bizde kalın" dedi. Bir süre biz onların evinde kaldık. Doğrusunu istersen ben hala anlamış değildim, sürekli konuşuluyor. Çok müphem, hiç birşekilde aydınlatılmadı. Ne kadar peşine düştüysek de o konu bugüne kadar aydınlığa kavuşmadı. Hala işte onu kavuşturmaya çalışıyoruz.

        SE: O günlerin gazetesinde çıkan Ali Ertekin diye bir isim var, onun öldürdüğü söylenmiş. Size de öyle mi söylemişlerdi?

        FA: Valla bize hiç öyle söylenmemişti, biz basından öğrendik. Biz Ankara’da oturuyoruz, olaylar Kırklareli'nde gelişiyor, gazeteler İstanbul’da basılıyor, Ankara’ya gelmesi bir gün sürüyor... Davalar tabii ki bizim dostlarımız ve annem tarafından izleniyordu. Böyle bir katilin ortaya çıktığı, milli hislerinin galeyana gelmesinden ötürü öldürdüğünü söylediği, o ifadeyi sonradan geri aldığı anneme söylenmiş. O yıllarda gazetelerde uzun uzun tefrika edildi. Altan Öymen iki cilt halinde çıkardığı anılarında çok güzel bir şekilde anlattı.

        SE: Annenize giderken babanız "Peynir almaya gidiyorum" mu demişti, kamyonla mı yola çıkmıştı?

        FA: Bir kamyon var zaten. Kamyonla önce Urfa’ya gitti babam. Bizim sonradan yaptığımız yoruma göre herhalde o sınırdan geçemeyeceğini anladı. Urfa dönüşünde Ankara’ya uğradı. O işte benim babamı son defa gördüğüm zamandır. İstanbul’a gitti, İstanbul’a gittikten sonra zaten neler yaptığı hep başkaları tarafından anlatıldı. Yoksa anneme "Ben peynir almaya gidiyorum" falan demedi. Sonradan bize Mehmet Ali ve Adalet Cimcoz tarafından anlatıldı ya da o yılki gazetelerdeki haberlere göre ‘Peynir almak üzere Edirne’ye doğru yola çıktı.’ Rasih Nuri İleri (TKP üyesi, yazar) bu işi en iyi bilen kişiydi. Onun anılarında vardır babamın o günleri. Biz de öyle başkalarından öğrendik.

        Filiz Ali
        Filiz Ali

        BABAMIN HİÇBİR DAVASINDA AVUKATI YOKTU

        SE: Babanızla ilgili bir konuyu daha sormak istiyorum. Babanız tutuklanıyor ama sonra öğretmen olarak atanıyor, daha sonra devlet memuru olması yasaklanıyor. Konya ve Sinop Cezaevleri'nde yatıyor, 10'uncu yıl genel affından yararlanarak çıkıyor. Bir süre sonra da Talim Terbiye’ye yani devlet memurluğuna yine atanabiliyor. Nasıl oluyor bu kadar sakıncalıysa devlet memuru olmasına izin çıkıyor? Yani devlet bu kişiyi devlete memur olarak alacak kadar güvenilir buluyor mu yoksa aman komunisttir, bizden uzak dursun mu diyor?

        FA: O zamanın Türkiye’sini bilmek lazım. Yoruma bağlı. Devlet, Atatürk zamanında yurt dışına öğrenciler gönderiyor. Sınav açılıyor. Babam da sınavı kazanıp 1928’de yurt dışına giden öğrencilerden biri. Demek ki devlet bu öğrencisini geri dönsün devlete yararlı olsun diye okumaya göndermiş. Babamın karakterini bilmek lazım. Orda da bir olay çıkartıyor, 2 yıl kalacakken 1.5 yılda geri dönüyor. Ama Almanca öğretmeni olarak Türkiye’ye döndüğünde tayini çıkıyor. İlk tayini Aydın ortaokuluna oluyor. Oradaki öğretmenler ve onu tanıyanlar Sabahattin Ali’yi aşırı buluyorlar. Bizim topluma uymayan bir karakter babam.

        SE: Fikirleri mi, davranışları mı, giyimi kuşamı mı nesi aşırı?

        FA: Öğrencilerine arkadaş gibi, neler okumaları gerektiğini salık veren, onların problemleriye ilgilenen bir hoca. Şüphe çekiyor tabii niye ilgileniyor diyorlar; eden öğrencilerin kafalarına olmadık fikirler sokuyor. İlk ihbar Aydın’da oluyor. Tevkif ediyorlar fakat sonra dava sırasında savunmasını çok güzel yapıyor, o savunma da aslında Mahkemelerde kitabımızda vardır, beraat ediyor. Ondan sonra Konya’ya tayin oluyor.

        SE: Avukatı var mıydı savunmaları esnasında?

        FA: Hayır babamın hiç bir davasında avukatı yoktu. Tüm savunmalarını kendisi yapmıştı. Bir avukattan daha iyi. Mahkemelerde kitabında hepsi var. Bazı o savunmalar geri tepebiliyor. Mesela bir tanesinde "Adalet karşısında benim bu savunmalarımdan sonra zaten bana beraat vermek zorundasınız"diye birşeyler söylemiş. Bunun üzerine 1 yıl daha eklemişler mahkumiyetine.

        SE: Siz babanızın öldüğünü 1948 yılında duydunuz değil mi?

        FA: 1949’da.

        SE: ‘Yok B’şey Acımadı Ki’ kitabınızda "1948 yılında Anadolu’nun herhangi bir yerindeki okula parasız yatılı olarak gönderilmek üzereydim" diyorsunuz. Necil Kazım Akses sizin babanızın yakın dostu ve o sırada Konservatuar’ın da müdürü. Sizi parasız yatılı sınavına sokuyor ve siz piyano bölümünü kazanıyorsunuz. Annenizin de elinde olmadan evde estirdiği kasvetli havadan kurtulduğunuzu yazıyorsunuz o kitapta.

        FA: 1949’da girdim ben konservatuara. Yani babamın ölüm haberini aldıktan sonra 49 yılının Eylül ayında girdim.

        SE: Evdeki hava nasıldı?

        FA: Ahh çok kötüydü şekerim. Evdeki hava gayet kötüydü. Çok çok zor günlerdi. Çünkü normal bir ölüm değil, öldürülmüş, öldürüldüğü yetmiyormuş gibi müthiş bir baskı çevreden. Annem herhangi bir şekilde dayananağı olan bir kadın değil. Aile, hem baba tarafım hem anne tarafım korkudan aradan çekilmişler. Kimse yok ortalıkta.

        SE: Para da yok, iş de yok...

        FA: Annem tek başına kaldı. Amcam hayatta, halam hayatta ama onlar da korktular. Onlar da teması kestiler. Annem sadece babannemle mektuplaşıyor. İkisinin de ortak yanı çok acılı olmaları. İki acılı kadın. (Bu noktada ikimizin de sesi düşüyor, biraz susuyoruz.)

        SE: Siz okulda ‘bu koministin kızı’ muamelesi gördünüz mü?

        FA: Tabii canım, yazmıştım zaten. Öyle. Arkamda sivil polis dolaşırdı daima. Ne okuyor, kimlerle görüşüyor, ne konuşuyorlar... Bütün bunlar tabii üzerimde bir baskıydı. Annemin de peşinde devamlı polis vardı. Artık biz biliyorduk peşimizde polis olduğunu. Zaten babam hayattayken de peşinde polis vardı. Ben çok iyi hatırlıyorum, İstanbul’da sokakta yürürken mesela babam arkaya bakar "Haa geliyor bizimki’ derdi.

        YASAKTAN SONRA İLK VARLIK YAYINEVİ BASTI KİTAPLARI

        SE: Anladım, söyleyecek söz bulamıyorum. Sizi de bu psikolojiye soktum. Gelelim telif haklarının sona ermesine. Yapı Kredi’den yani 1997’den önceki yayıncınız kimdi?

        FA: Valla, annem uzun bir süre kitapların yayınlanmaması konusunda dertliydi. Zaten 1950’ler ve 1960’larda hiç bir kitabı yayınlanmadı. 60’lara gelindiğinde ihtilalden sonra, 1961 Anayasası'yla birlikte bir demokratikleşme havası esti Türkiye’de. Liberal ve demokratik bir Anayasa idi. Onun üzerine annem de cesaret alıp babamın da arkadaşı olan Yaşar Nabi Nayır’a (Varlık Yayınevi sahibi) mektup yazdı ve dedi ki; "Siz Sabahattin’in arkadaşıydınız, eserlerinden hiç birisi yayınlanmıyor, artık siz yayınlar mısınız?" Onun üzerine Yaşar Nabi yayınlamaya başladı 1965’te ilk olarak. Bütün kitaplarını yayınladı ama Sırça Köşk’ü yayınlamadı. Sırça Köşk hala yasaklı olarak belleniyordu o zaman. Çünkü Bakanlar Kurulu kararı resmen kalkmamıştı. Sonra zannediyorum Bilgi Yayınevi sahibi Ahmet Tevfik Küflü annemden bir randevu istemişti onların yayınevine geçmemiz için. Bizim o sırada bir ajansımız yoktu. Doğrudan herkes annemle görüşüyordu. Hatta babamın kitapları Rusça ve Bulgarca’ya da çevrilmişti onlardan telif geliyordu bize o sıralar. Öylece kitapların yayın hakkı Bilgi Yayınevi’ne geçti. Onlar da ‘Sırça Köşk’ün içinden cımbızla çekip aldılar sakıncalı yerleri neme lazım diye. Sonra 1970’lerde Cem Yayınevi’ne verdik. Ve ajansımız da ONK Ajans oldu. Yani Osman N. Karaca ile anlaştık ajans olarak 1970’lerde. 1997’de de Yapı Kredi Yayınevi’ne geçtik.

        SE: Sadece YKY döneminde 5 milyon kitap satmışlar. Bugüne kadar toplam kaç Sabahattin Ali kitabı satılmıştır?

        FA: Babamın kitapları hep satılırdı da son on yıldır böyle çok satılmaya başladı.

        SE: Sizce ne oldu da böyle Sabahattin Ali kitabı okumak adeta moda oldu? Yoksa Türk halkı kitap okumaya mı başladı?

        FA: Valla o benim içn de bir muamma. Bir bilsem. (İkimiz de gülmeye başlıyoruz) Galiba öğretmenlerin tavsiye ettiği kitaplar arasına Kuyucaklı Yusuf ve Kürk Mantolu Madonna kitapları girdi. Ortaokul ve lise öğrencileri ders olarak okumaya başladı. O zaman bir furya oldu. Bu son on yıllık bir olaydır. Beni okullarına davet ettikleri zaman bunu farkediyorum, gözleri yaşararak babama hayranlıklarını ifade ediyorlar.

        BABAM BANA HALA BAKIYOR

        SE: Siz özel bir soru soracağım. Bu satışlardan gelen telif haklarından aylık nasıl bir gelir gelir size? Nasıl bir maddi durumdan mahrum kalacaksınız bundan böyle?

        FA: Valla son on senelerde hakikaten iyi bir gelir geldi. Hatta ben o sıralarda emekli olmuştum ve babam bana hala bakıyor demiştim. Toptan bir para geliyordu bütün eserlerinden yeni baskılar yapıldıkça. 20 bin 30 bin lira toptan geliyordu. Aylık değil tabii. Ne kadar sattıysa onun telifi ajansımıza gelir. Sattıkça geliyor, maaşlı gibi değil.

        SE: Kural nedir? Sanat galerilerinin yaptığı gibi yayınevleriyle yarı yarıya mı bölüşürsünüz?

        FA: Hayır hayır, yüzde 10. Yani satış üzerinden yüzde 10 alırız. Bunun içinde ajansın da komisyonu vardır. Ajansınız yoksa doğrudan size gelir.

        SE: Babanızın romanları önce dönemin Tan, Ulus, Hakikat gibi gazetelerinde tefrika halinde yayınlanıyordu sonra kitap olarak baskıya giriyordu. Nedeni neydi? Okuyucu mu alıştırılıyordu, trend mi buydu o dönem?

        FA: O zamanın usulü öyleydi. Kitap yayınlanmadan önce gazetelerde tefrika yapılırdı. Bir de ben şunu hatırlıyorum. Yazarlar makale gibi düşünürlerdi. Haftadan haftaya yazarlardı.

        BABAM ASLINDA KAYIPTI VERASET İLAMINI GEÇ ALDIK

        SE: Bugünün dizileri gibi. Haftadan haftaya yazılıyor. Bu gelir sizden gitti böylece. Ancak Sabahattin Ali uzun bir süre yasaklıydı. Hatta babanız 1948’de ölmüş olsa bile ortada çıplak bir gerçek yoktu. Herşey müphemdi. Hatta ölüm ilanını bile 1953’te verdiler size.

        FA: Veraset ilamını 1953’te verdiler. Zaten bizim bütün hukuki argümanımız oradan kaynaklanıyor. Veraset ilamını annemin bu kadar geç alma nedeni, babamın aslında kayıp oluşuydu. Bir insanın öldüğünün ispatlanması için aradan o kadar sene geçmesi gerekiyormuş. En az beş sene sonra bu adamın cesedi bulunmadıysa size veraset ilamını veriyorlar.

        SE: Cesed bulunmadı değil mi hiç?

        FA: Bulunduğunu söylediler ama bir mezarı yok. Nerede gömülü olduğu belli değil.

        SE: Size neden teslim etmediler naaşını?

        FA: Bilmem.

        SE: İstemediniz mi? Verin babamızı bir mezar yaptıralım demediniz mi?

        FA: Demedik. "Kurcalamayın" dediler bize.

        SE: Anladım. 1953’te veraseti aldınız. Ondan sonra yasaklıydı, aradan 21 yıl geçti kitaplarının baskıya girebilmesi için. Böylece bir kaybınız doğdu.

        FA: 1965’e kadar yayınlanmadı. Yasak olduğu sanıldı herhalde. Korkuldu. Cesur bir yayınevi çıkmadı. Ancak 1960’tan sonra ortalık daha rahatladı, ancak o zaman yapabildik.

        SE: İlk basılan kitabı hangisiydi?

        FA: Kuyucaklı Yusuf. Zaten ilk romanı da odur. Varlık Yayınları önce Kuyucaklı Yusuf’la başladı, sonra İçimizdeki Şeytan ve sonra da Kürk Mantolu Madonna geldi. Ondan sonra sırayla gittiler. Kürk Mantolu Madonna’nın bu kadar popüler olması yeni bir iş.

        SE: Siz şiirlerinden, onlardan yapılan şarkılardan, sahneye koyulan oyunlardan, doldurulan CD’lerden de telif hakkı alıyor muydunuz?

        FA: Tabii tabii.

        SE: Toptan kesildi hepsi yani. Birçok böyle yazar var ölümünün üzerinden 70 yıl geçen ve varislerina artık telif hakkı ödenmeyen. Hiç istisnası var mı bunun? Hepsinin mi telif hakları kesildi? Siz bu kuralın sizin lehinize geri döndürülebileceğine inanıyor musunuz?

        FA: Ben istisna olarak düşünmüyorum. Kanunsa tamam, ama ortada bir haksızlık var ama o haksızlığın bir şekilde giderilmesi için uğraşmaya devam ediyorum. Telafi edilmesini istiyorum. O telafi Telif Hakları Kanunu’nun değiştirilmesi değil. Kanun değiştirme peşinde değilim. Sadece Sabahattin Ali’nin kayıp haklarının iade edilmesini istiyorum. 17 yıl kaybımız var.

        SE: Nereden başlıyorsunuz saymaya?

        FA: En son çıkan kitabı 1948’de çıkan Sırça Köşk’tü. 48’den 65’e kadar hiç bir eseri yayınlanmadı. 17 yıl telif kaybı var.

        SE: Hukuken mücadele ediyor musunuz?

        FA: Mücadele değil, hukuk yoluyla bu işi bir şekilde halletmeye çalışıyorum.

        SE: Dava açtınız mı?

        FA: Dava açmadın. Sadece hala konuşmalar sürüyor. Yayınevinin avukatlarıyla bir süre görüştük fakat onlar bizi pek cesaretlendirmedi. Bundan bir iş çıkmaz dendi. Ben aynı fikirde değilim. Ben ortda bir haksızlık olduğunu ve bunun düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bir kere öldürülmüş bir yazar var, öldürüldüğü sabit fakat kendisi kayıp. Eserleri yasak ve korku nedeniyle 17 yıl yayınlanmamış.

        SE. Siz bu suikastı MİT’in yaptığını düşünüyorsunuz değil mi?

        FA: Ben birşey düşünmüyorum şekerim. Esrarengiz bir öldürülme olayı. Esrarı hala çözülmemiş. Bir suikast vakası. Bu bir siyasi suikast. Tetkçisi var. ‘Ben öldürdüm’ diyen kişinin tetikçi olduğu kesin. Ama kimin elinde öldüğü belli değil. Pek çok şahidi var. Ama o şahitlerin hiçbirisi de ispatlayamıyor. Mutlaka derin devletimizin bir yerinde bütün bunlar belgeleriyle hazırdır.

        SE: Kültür Bakanlığı’yla görüşüyor musunuz?

        FA: Onlarla da görüşmüyoruz. Kültür Bakanı Nabi Avcı anlayış göstermişti ve yayıncılara ‘örnek tavır sergileyerek yayınlamayın’ demişti. Ve Bakanlar Kurulu’ndan karar çıkartmak için görüşmeler yapıyoruz demişti. Ama o görüşmelerin Nabi Avcı bakanlıktan ayrıldıktan sonra yapılıp yapılmadığını bilmiyorum.

        Sabahattin Ali’nin varisi kızı Filiz Ali’nin düşünceleri böyle. Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık Genel Müdürü Tülay Güngen ise hukuken kendilerine bir görev düşmediğini söylüyor.

        YKY NE DİYOR?

        SE: Yapı Kredi Yayıncılık Sabahattin ali kitaplarının tek yayıncısıydı, bitti, şimdi ne yapacaksınız?

        Tülay Güngen: Yaptıklarımızı yapmaya devam edeceğiz. Kitapları yayınlamaya, etkinlikleri yapmaya devam edeceğiz. Yasal durum bunu gösteriyor. Sabahattin Ali’nin ölüm tarihi 1948 olarak gözüküyor. 70 yıl dolduğuna göre ve bunu değiştiren yasal bir durum olmadığına göre Ocak 2019 itibariyle alenileşmiştir. Devam edeceğiz herkesle beraber. Burada olsa olsa dikat edilecek husus eğer Osmanlıca’dan çevrilerek yayınlanmış belgeydi, kitaptı, eserdi varsa orada hazırlayanın haklarına diğer yayıncıların dikkat etmeleri gerekir.

        SE: Filiz Ali de bundan böyle hiç telif hakkı ücreti alamayacak.

        TG: Öyle görülüyor. Filiz Hanım olduğu için değil, yasal varisi olduğu için. Biz üç sene önce bu konuda birşeyler yapmaya çalıştık, her zaman destek olduk, yine de oluruz ama orada bir gelişme sağlanamadı.

        SE: Yani Bakan Nabi Avcı gittikten sonra mı sağlanamadı?

        TG: E Nabi Avcı zamanında da sağlanamadı. O bu konuda bir iyi niyet belirtti. Başka fiili durum yaratacak herhangi birşey yapmadı ve söylemedi. Sadece bir niyet belirtti. Bu konunun muhatabı Kültür Bakanlığıdır.

        SE: Siz yeni Turizm ve Kültür Bakanımız Mehmet Nuri Ersoy’a bir yaklaşımda bulundunuz mu?

        TG: Biz hak sahibi olmadığımız için bulunamayız. Filiz Hanım’ın hakları devrettiği ONK Ajans’tan geçici olarak aldık yayın iznimizi. Bizim söz söyleme hakkımız yok ama bu durum için destek olmaya çalıştık. Biz taraf değiliz burada ne yazık ki. Bizim sözleşmemiz ONK Ajans’la idi ve biz onlardan ‘şu baskı için şu kadar adet’ olarak sözleşme yapan bir kurumduk. Sabahattin Ali’nin varisleri dünyada yayın haklarını yönetmesi için ONK Ajans’a yetki vermiş. ONK Ajans da Türkiye’de Türkçe basım haklarını gayet kontrollu bir şekilde bize devretmişti. Bizim sözleşmemiz ONK Ajans’la idi. O da yasal olarak bitti.

        SE: Sizin bu kitapların satışının artmasında emeğiniz var. 30 kitabın tekrar tekrar yayınlamasının dışında 167 etkinlik ve 4 sergi açtınız, filmlerini gösterdiniz. Sizde de bir mağduriyete uğradığınız duygusu yok mu? Ben bunları hem bir kültürel altyapı hem de halkla ilişkiler çalışması olarak görüyorum.

        TG: Kesinlikle. Zaten neden son beş yılda bu kadar Sabahattin Ali kitaplarının satışı arttı? Ben burada bizim yaptığımız etkinliklerin ve çalışmaların katkısının çok olduğunu düşünüyorum. Böylece duyuldu, daha çok duyuldu, duyuldukça daha çok sevildi, sevildikçe daha çok okundu. Öğrenciler, eğitimciler ve kütüphaneciler için okullarda ve Yapı Kredi Kültür Sanat binasında yaratıcı okuma atölyeleri düzenledik, Filiz Ali ve Sabahattin Ali kitaplarının editörlüğünü yapan Sevengül Sönmez ile Türkiye’nin birçok şehrine gittik; Sabahattin Ali Edebiyat Okulu kurduk, okulumuz dört dönemde 160 mezun verdi; Sabahatti Ali arşivinden çıkan belgeleri gün yüzüne çıkartan çalışmaları destekledik ve bunları bastık; Sabahattin Ali’nin bütün eserlerini, tek kaynaktan sunan Delta dizimizde biraraya getirdik; etkinliklerle binlerce okura ulaştık. Sabahattin Ali gençlerle de buluşmuş oldu. Gençlere göre kitaplar yaptık resimli. Yani çok destekleyici tanıtım çalışmaları yaptık. Yapılabilecek herşeyi yaptık diyeceğim.

        SE: Yani Yapı Kredi Yayıncılık da bir haksızlığa uğramış gibi hissetmiyor mu kendisini?

        TG: Haksızlık değil. Yasal uygulama bu. Küçük Prens’te bunu yaşadık, Halit Ziya’da bunu yaşadık. Biyografisinde Sabahattin Ali’nin ölüm tarihi 1948 yazıyor. Üzerine 70 yıl koyunca 2018’e varıyoruz mecburen. Yasaya aykırı bir durum yok.

        SE: Siz hangi dönemlerde telif ödersiniz? Kitaplar yeni baskıya girdikçe mi?

        TG: Basıldıktan sonra hemen kısa bir süre içinde öderiz biz. Yani yeni baskının tükenmesini beklemeyiz. Yani ödemek için satmayı beklemeyiz. Satamazsak o bize kalır.

        SE: Kapak fiyatından mı ödüyorsunun, ne kadar bir miktardan bahsediyoruz?

        TG: Evet KDV hariç kapak fiyatından ödüyoruz ama kendi kitapevlerimizde yüzde 20 indirimle satıyoruz, yüzde 40-45 indirimle dağıtıcıya veriyoruz. Yani biz böyle bir para kazanmıyoruz.

        SE: Telif sahibi bunun ne kadarını alır?

        TG: Sözleşmemiz onunla neyse onu alır. Yüzde 8 alan da var 15-20 alan da var. İçinden bir kısmı da ajansa gider.

        PASTA BÜYÜYECEK

        SE: Bu dönemden sonra diğer yayınevleri de kolları sıvadı ve yazarın kitaplarını basmaya başladı. Siz Sabahattin Ali kitapları piyasasının yani pastanın büyüleceğini mi küçüleceğini mi düşünüyorsunuz?

        TG: Bizim de görmemiz lazım. Ama büyüyeceğini öngörüyoruz. Geçen sene telifi biten Antoine de Saint-Exupéry’nin Küçük Prensi’inde, Virginia Woolf, Stefan Zweig ve Franz Kafka gibi yazarların kitaplarında da gördüğümüz gibi Sabahattin Ali’nin yeni baskılarıyla pasta büyüyecektir.

        Diğer Yazılar