Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KATLİ VACİP:

        Bu ülkenin en ciddi sorunu yüzde 50-50 bölünmesi değil; sık sık birleşmesi!

        2000 sonunu hatırlamak kimine yaşça, kimine de başça nasip olmuyor:

        O vakit, cezaevlerinde kıstırılmış insanların öldürülmesi için “laik, cumhuriyetçi, büyük medya” fetva veriyordu.

        Mutlu, Özkök, Yılmaz gazeteleri, iktidar uğruna yanlı-canlı-kanlı yayınla; insanların öldürülmesinin zemini hazırlıyor, devlet katliamını mazur, makul gösteriyordu.

        Bir tür köşe yazarı, ki bugün “polis şiddetine eleştiri” konusunda hepimizi geçtiler; “devlet şiddeti”safında, Hayata Dönüş Cinayetleriyanında, Tufan Operasyonu propaganda kadrosundaydı.

        Öldürülenlerin ölümü nasıl hak ettiğini yazıyorlar; düzmece foto, manşet, haber diziyorlar; muhabirlerin haberlerini sansürlüyorlar; birçok yazarı, çalışanı da sessizliğe gömüyorlardı. Yahut onların kimi gönüllü maymunlaşıyordu.

        Bugününün “demokratlar”ı da “Ethem öldürülmeyi hak etti” dizisine başladı.

        Muhafazakâr ahlâkları, öldürülmüş insana saygıya yetmiyor.

        İnancın insani neyi varsa, üstüne basıp bir ölüyü de kurşuna diziyorlar.

        13 yıl önce, cezaevinde kimyasalla yakılmış, dumanla boğulmuş olanların cesedinin bile kurşunlanması gibi.

        “Sık sık birleşme” dediğim bu. Ne farkları var?

        Tarih, bir gün beriki böyle cinayetleri meşru saysın; başka bir gün bu cellâtlığı öteki devralsın diye akıyorsa, zahmet ediyor.

        Burada akmasın; bu sefillikler ardından bakmasın!

        En aşağılığından yüzde 100 pişkinlik, yüzsüzlük:

        İnsanların öldürülmesine eşlik, yataklık, çanaklık etmiş olanların; yıllarca devlet şiddeti yanında saf tutanların bugünkü ikiyüzlülüğü…

        Bugünkü otorite yanaşmalarının da, demokratlıklarını, propaganda üzeri cellâtlıkla taçlandırması.

        Bir insanın kim, kimden, neci olduğu; hatta suç dediğiniz silahsız hangi eylemi, böyle öldürülmesini meşru kılar?

        Gazeteciliğin hele; yargısız infaz insafsızlığına batması ne büyük utançtır!

        Gazetecilerin hele; bir gün öyle bir gün böyle, bir gün beriki bir gün öteki, infaz timinde görevli olmaları ne iğrençtir!

        TAKSİM RUHU:

        Haksız, adaletsiz, adil yargısız biçimde hapiste olan; uzun tutukluluklara mahkum edilen nice insan var ülkede. Eskiden de vardı. Çoğunu ne cumhuriyetçi görürdü, ne muhafazakâr. Şimdi de var. Bir kısmı da “Silivri”de.

        Ama aynı yerde, nice acılı-kanlı dönemin, darbe tasavvur ve planlarının “Küçük-Büyük” temsilcileri de var.

        Sadece haklı-haksız “içeride” olanlar değil; “dışarıda” da bir “Silivri ruhu” mevcut. Bir kısmı adaletsizliğe, haksızlığa, orantısız yargıya maruz ve karşı insanlar; bir kısmı ise, darbeciliğin, cumhuriyetçi kibrin, bugünkü iktidarın da benzeştiği aşağılamacı, küçümsemeci, dışlamacı kadim tavrın mensupları.

        Bazen “Bir kısım Silivri” de, “Her yer Taksim (Gezi), her yer direniş” diyor.

        Bilmiyorum, kimse adına da konuşamam, ama sorabilirim:

        “Gezi Ruhu”nun (Taksim’in) ne kadarı “Her yer Silivri” diyebilir!

        ŞAHSİYET, HAYSİYET, HAYATİYET:

        Dolmabahçeli “Müezzin”in, her ahval ve şeraitte “içeride içki içen yoktu” demesi, bunu resmi ifade de tekrarlaması; baskı ve endişe yüzünden veya önyargıyla, düşmanlıkla “hakikati yamultan” herkese, hepimize insanlık dersi olmalı.

        Bir kişiyi 10 kişi dövenlerin, göze nişan alanların “kafadan kahraman” sayıldığı tarih diliminde, “Müezzin” insanlık vaazıyla başka bir tarihe kahraman yazılacak.

        12 Eylül öncesi kontrgerilla ve devlet cinayetleri peşine düşmüş Savcı Doğan Öz öldürüldüğünde, korkmadan tanıklık yapan “Kapıcı Hayati” gibi.

        Katliamların, kırımların alevi arasında bile komşusuna kapısını, yüreğini açan mert insanlar gibi.

        Tabii hayat böyle “basit” değil.

        Baskı yahut bir vakitler işkenceyle “sipariş itiraf”a zorlanan da çok olmuştu.

        Bir de “mecburi sessizlik” var; devlet, örgüt, camia, cemaat, mahalle endişesiyle.

        Bir de hayat, geçim işte.

        Polisten linç gibi dayak yiyen gençlerden polis çocuğu olanın da, “tam babasının tayin döneminde” şikayetçi olmamaya karar vermesi gibi.

        Zalim ve ıssız bir hayatın orta yerinde, onu da saygıyla anlamak lazım!

        Çünkü hak ve özgürlük yalanı ardında nice esaret var ki, cesaret için için kurumak zorunda kalıyor.

        Diğer Yazılar