Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir gelenek olabilir artık.

        Kurban Bayramı’nda koç kesmek gibi…

        24 Temmuz’da, “Sansürün kaldırılış yıldönümü” diye kutlanan garip “Gazeteci Bayramı”nda da gazeteciler kurban edilir.

        Tabii ki her gün edilebilir; ağanın elini tutan yok.

        Ama o gün özellikle, kesilir.

        ***

        Galiba Sabah, “ombudsman”i kesmek için o mübarek günü bekledi.

        Hem de tüm arşiviyle, yazıların soyuyla birlikte kazıdılar Yavuz Baydar’ı.

        Etik temizlik” olmalı!

        Baltalar elde “odunsman” kesilecek değil ya.

        “Odunsman”; tahtadan kukla, küfür kıyamet, mobbing rezalet olarak gazete yönetebilir.

        12 Eylülcülüğü, 28 Şubatçılığı, hatta 27 Nisancılığı tescilli birine dahi bu yaptırılır.

        Tam takım teslim olan, tepeden tırnağa esir düşer, çürümüş tırnak gibi düşer çünkü.

        Sabık biri sadık olunca, “mobbing bobisi” halinde alttakine buyruk üsttekine kuyruk olunca, düdükleşiyorlar.

        Kıvıra kıvıra, boyun eğe eğe, her makama uygun zurna oluyorlar.

        ***

        Mevzu esasen genel siyaset ve medya konusu.

        Benim için çok şahsi yanları da var.

        (Birinci tekil şahıs konuşunca, ayıplamayın):

        Memleket medyasına “ombudsman”lik, “okur temsilciliği” denen şeyi ben getirdim.

        98’de satılıp geri alınmış Milliyet’te, yönetmeyi değil, işin bir ucundan tutmayı kabul ederken, çok profesyonelim ya, tek şartım “ombudsmanlik” tesisiydi.

        Okurla iletişim içinde, hiyerarşiye tabi olmadan, gazetenin kıyasıya eleştirisini sayfalarında yapabilen biri.

        Gazete içinden “tayin” olmayacaktı.

        Aşırı profesyonel gazeteciden ziyade, medya adabı bilen biri olmalıydı. Medya hiyerarşilerinde pek yer almamış olmalıydı.

        O dönem, Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ni de yazmıştım. 3 binden fazla imza atılmıştı TGC’nin beyannamesine.

        Bir gazeteci “şöhret” olmak için daha ne yapar! Bildirgeden sonra bir de “ombudsman”!

        ***

        Yavuz Baydar bizim gazetede değildi. “Ombudsman”lik zaten memlekette yoktu!

        Konuştuk. Aklımız yattı. Genel yönetmen Yalçın Doğan olmuştu. O da benimsedi.

        “Hiç kimse karışamaz… Herkes eleştirileri kaldırır… Eleştiri de adil ve haklı olur” gibi şartlarla başlandı.

        İki yıl kadar hakikaten böyle oldu.

        Misal, gazetenin sahibi, nasıl olduysa Petrol Ofisi’ni kaptı!

        Gazetede bunun haberi yapılırken, başta Petrol-İş, karşı eylemler, eleştiriler, protestolar yer almadı haberlerde.

        Doğal otosansür refleksi işte! Sanki sen yok sayınca, yok oluyor olay!

        Bugün için zaten çok normal, değil mi!

        Haberin karşı yakasını sansürleyen Milliyet’te, “Petrol Ofisi satışı”na ne kadar karşı görüş varsa, gazetenin sansürü de eleştirilerek, Okur Temsilcisi sayfasında uzun uzun yer aldı. Kimse karışamadı!

        ***

        Sonra?

        Bir gün, “banka hortumları”nda sansürü istenen haber ve fotoğraf yayınlandı; yazı işleri sahip çıktı.

        Ertesi gün uçtuk. Yönetime Y. Yılmaz tayin oldu.

        Daha sonra?

        Gazetenin yadigârları dahil, özellikle Hürriyet ve Milliyet’ten TGC yönetiminde olup patronun sipariş yasasına karşı çıkanlar, iktidara vuranlar, Hayata Dönüş katliamına tepki verenler, 28 Şubat kara listesinde yer alıp o gün kovulmayanlar; bir 28 Şubat yıldönümü kovulduk.

        Epey sonra, sancılı süreçlerle “Ombudsman” de kovuldu.

        (Bu kovulmalarda, sotada köşe bekleyen veya köşede sessiz bekleyenlerin “aktüel” basın özgürlüğü tutkusu ayrıca duygulandırıyor! Ama böyle düşe kalka, omuz silke silke ve sikelene silkelene öğreniyoruz işte, hep birlikte!)

        ***

        Baydar’ın; kartel çukurundan sonra ve TMSF’den önce, 2002’de yeniden dirilmeye, itibar bulmaya çalışan Sabah’a “Ombudsman” yapılmasına da vesile oldum.

        Orada onca yıl daha önceki yönetimlerde pek sorun çıktığını sanmıyorum.

        Geldik bugüne. Hem içeriden, hem dışarıdan bakıyorum.

        Aklımda, onurlu insanları saygıyla selamladığımız ama adilerle de dolu basın tarihi.

        Ombudsman’in sansür-otosansür eleştirisine tahammül edemeyenler; kadın-erkek gazetecilere, çalışanlara, ilan-reklam servisinden sayfa taşıyan genç kadınlara dahi küfür eden, mobbing uygulayan birini en bi yönetici tutabilecek kadar titiz!

        Küfür yiyenler ise kolayca gidebiliyor.

        Başbakan ve o mevziden yazanlar Gezi’den çıkan küfürlerden yakınıyor ya…

        Mesela, ben de dahil, bir sürü insan ne yapsın?

        Başbakan’ın gezilerde eskort aldığı, TV söyleşilerinde karşısına koyduğu, kendisine çok yakın gazetedeki “odunsman”, alttakileri her gün ezip yüzlerine, enselerine saçtığı küfürleri, bir yandan çok korkak olduğu için, “çoluk çocuk sülalem”e de gıyapta, ama tanıklar önünde kustu.

        Bunu gazete yönetimi de biliyordu. Sustu.

        Orada olsan, kendini tutamazsın. Ama uzaktan sakin olmayı öğreniyor insan!

        Dişini sıkıyorsun ama unutmuyorsun.

        Odun değilsin çünkü!

        ***

        Yani sorun sadece sansür değil.

        Bir de böyle derin ahlaki sefalet.

        Gazeteciler susturuluyor, küfürbaz mobbingciler kusuyor!

        O yüzden…

        Siz ahlâk deseniz; hadi oradan derim!

        Basın ahlâkı deseniz, bastınız zaten, derim!

        Ahlâkınızı yerim!

        Times ilanı!

        İktidarı protesto için Times’a verilen “şöhretli ilanı” Mangocu “Oryantalist” metin!

        Kavram kargaşası, Gezi’nin “Göstericilerin sadece Atatürk’ün öngördüğü laik cumhuriyet olarak kalmasını isteyen gençler”le “Cumhuriyet mitingi” tadına indirgenmesi!

        Kazlıçeşme’ye Nuremberg denmesi de!

        Hükümet en şahin sözcüsü Akdoğan’la tepki açıkladı.

        Açıklamada ilanın kimi yanlışı var ama maddi doğruları hiç yok:

        5 kişinin öldürülmesi, gözlerini kaybedenler, aşağılamalar ve emri kimin verdiği!

        İktidar sözcüsü de olsa, “binalara saldırdılar” derken, 5 insanın öldürülmesinden bahsedemez mi akdoğan görünümlü bir vicdan?

        İlanda “oryantalist cehalet, önyargı ” olabilir; sözcününki de “yargısız harbi şiddet”!

        Ölenleri bir an olsun saygıyla, hatta utançla anamaz mı insan!

        Bu arada, kocaman harflerle köşe doldurup “akıl hocalığı”na soyunan; Times İlanı’nı insan haklarına tercüme edenler de kafayı yedirir insana.

        Sizin attığınız manşetlerle cezaevleri basılıp 30 kişi yakılarak, boğularak öldürüldüğünde, cesetlerine bile kurşun sıkıldığında onlar insan değil miydi?

        Avrupa sözleşmeleri vesaire yok muydu!

        Bunlardan duyduğunuz utanç herhangi bir kayda geçti mi, şöyle harbiden ama?

        Yok!

        O kandaşlar gidiyor (gitmiyor aslında); yenileri geliyor.

        Lanetli toprakların lanetli medyası!

        Diğer Yazılar