Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ESKİ düğünleri düşündüğüm zaman, şimdiki düğünlerin derinliği sığ sular gibi... Eskiden hatta hâlâ bazı köylerde yapılan düğünler o kadar anlamlı ve o kadar muazzam ki... Gelinler belki kalplerinin çok fazla çarpmadığı adamlarla evlendiriliyormuş ama huyuna suyuna göre de damat seçiyormuş aile. Sevmek bir görevmiş. Evlendiğin adamdan ya da kadından sıkılma, soğuma, boşanma gibi bir lüksün yokmuş. İş böyle büyük bir değişme ve yeni bir hayata adım atmakla alakalı olunca; herkes duygusallaşırmış. Kınalar, ağıtlar, damat kısmının gerdeğe hazırlanma süreci, gelin bohçaları... Her şey el emeği göz nuru...

        STRES BOMBASI YARATILIYOR

        Bir köyden bir diğer köye taşınan gelin için ne zor bir süreç. Anasından ilk defa ayrılan küçük kız çocukları... Kına gecesi ne kadar anlamlı bir geceymiş onlar için, aynı zamanda ne kadar buruk ve hüzünlü. Çok tuhaf ki bu bizim DNA'larımıza da işlemiş. İki arka sokağa taşınan kızı için perişan olan babalar hâlâ mevcut. Evlerini çoğu zaman yan yana yapan ya da aynı apartmanın içinde altlı üstlü oturan aileler var. Buna rağmen 'kız verme' konseptinin psikolojisi daha hâlâ değişmiş değil. Bana çok tuhaf gelen bir konsept bu. Eğer ailemden yarım saat uzakta oturacaksam kına gecesi, ağıt, üzüntü yapmamın nasıl bir anlamı var bir türlü anlayamıyorum. Sembolik olarak ya da kutlama olsun diye belki... Fakat yine de geleneksellikten bir hayli uzak.

        Modern kızın düğünü artık bunlardan çok farklı. Derinlikten ve duygusallıktan uzak bir ortam yaşanıyor. Kızının ya da oğlunun hayatının en büyük günlerinden birini yaşayacağı geceye hazırlandığı süreçte aileler duygusal bir perişanlık geçiriyor. Mesela bir supla (tabak altına konulan gösterişli ayrı bir tabak diyorum ben ona) yüzünden aile faciası çıkabiliyor. Bırakın kızın evden ayrılmasını, ağıtları, kutlamaları, gelenekselliği filan elbirliğiyle öyle bir stres bombası yaratılıyor ki sanırsınız NASA'da çalışıyorsunuz ve o gün geldiğinde uzaya fırlatılacaksınız.

        HAYATIMIN MACERASI...

        Bu strese dayanamayan evlenecek olan çiftse kendi psikolojilerini kurtarma mantığına geçiyor. "Ne olacak canım? En kötü boşanırız." Ortada neden çıktığı belli olmayan, insanı delirtebilecek nitelikte, aylarca durmadan üzerinize salınan öyle bir yük var ki, insan böyle düşünmeden edemiyor. Bir şekilde insanların rahatlaması şart! Hele ki gelin ile damadın. Evlenen onlar ya! Bütün bunlar olurken, etrafta sınırsız sayıda boşanmaya ya da evlenmemeye teşvik programı yapılıyor. İlişki uzmanları ve bazı psikiyatrlar evlenilecek kişinin sadece aşkla değil adeta bir şirket ortaklığı mantalitesi içerisinde düşünülmesi gerektiğini savunuyor. Bir yandan bunun için evlilik siteleri kuruluyor, öbür taraftan bakanımız evlilik kursları öneriyor. Bütün bunlara ve elimde kalanlara bakıyorum: Aşk olmasın, ortaklık, stres içinde bir aile, perişan bir gelin, depresyona girmek üzere bir damat adayı... Neymiş suplaymış! Sonra gel, böyle bir kaosun ortasına harika bir evlilik inşa et. Suplayla! Evliliğinin altına koyarsın, ışıl ışıl görünür ne de olsa!

        Oysa sevmek ve saymak görev olmalı. Bu sadece evlenen çiftlerin değil, ailelerin de önceliği olmalı. Bu ikiliyi ister evliliğinize koyun ister iş hayatınıza, ister dostlarınızla aranıza, ister hiç tanımadıklarınızla... Her zaman işe yarar. Bu ikilinin olmadığı yerde kaostan başka bir şey var olamaz. Şimdi ben bu ikiliyi alacağım, seçtiğim damat adayıyla birlikte uygulayacağım. Başıma gelenleri, gelmeyenleri samimiyetle buradan sizlere aktaracağım. Eskiyi yeniyle harmanlamaya çalışacağım. Kıs kıs gülenler vardır aranızda, "Herkes bu umutla başlar" diye. Benimki de aynı olursa oturur hep beraber yine güleriz işte! Bundan iyi gezi yazısı olmaz herhalde. Hayatımın macerasına çıkmak üzere olduğumu belirteyim. Bu kararın nasıl verildiğini de bir sonraki yazıma sakladım. Nerede o supla!

        Diğer Yazılar