Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Modern zamanlarda barışın garip bir kaderi vardır. Barışı anlatanlar, algısını yönetenler ödüllendirilirken; gerçekten barışı sağlayanlar ve onu sırtlayanlar görmezden geliniyor.

Nobel Barış Ödülü’nün hikayesi tam olarak bunun üzerinde ilerliyor.

Zira Batı, barışı anlatmayı sever, algısını üretmeyi, onu popüler kültürün öğesi haline getirmeyi, filmlerini, müziklerini, belgesellerini yapmayı sever. Ancak işin özü barışı yapmak gibi bir derdi de olmaz.

Barışın bedelini çoğu zaman Doğu öder; ama barışın hikâyesini Batı yazar.

Savaşların yükünü fiilen taşıyan ülkeler genellikle manşet olmaz. Onlar ödül törenlerinde görünmez. Onların barışı, madalya değil; istikrar üretir.

Buna karşılık Batı-merkezli normatif anlatılar, barışı çoğu zaman bir söylem, bir duruş, bir temsil meselesi olarak kurgular. Sonuçta ortaya şu çelişki çıkar.

Barışın sonucunu üretenler değil, barış hakkında doğru konuşanlar görünür olur.

Nobel Barış Ödülü tam da bu çelişkinin aynasıdır.

Doğu’da barış, çoğu zaman bir zafer değildir. Bir yangının başka bir sokağa sıçramamasıdır. Bir iç savaşın bölgesel bir patlamaya dönüşmemesidir. Milyonlarca insanın sınırda ölmemesidir. Ama bu tür barış, sessizdir. Diplomatik bir töreni yoktur. Alkışlanmaz. Hatta çoğu zaman normal sayılır.

Obama’ya verilen ama Gandhi’ye verilmeyen Nobel Barış Ödülü’nün Cumhurbaşkanı Erdoğan’a da henüz verilmemesi tam olarak bundandır.

ABD’nin eski Başkanı Obama daha göreve gelir gelmez Nobel Barış Ödülü aldı. Peki ne yapmıştı Obama?

Hiçbir şey.

Zira daha yeni göreve gelmişti. Ama Batı dünyası bize bunu barış umuduna verilen ödül diye paketledi.

Barışın umudu, barışa özlem, barışın romantize edilmesi yani. Ne kadar da idealist bir yaklaşım değil mi?

Ama ne yaptı Obama?

Libya müdahalesi bir devleti çökertti. Yemen, Pakistan, Somali ve Afganistan’da yargısız infazlar sıradanlaştı. Suriye’de kırmızı çizgi ilan edilip geri çekildi; savaş uzadı, milyonlarca insan yerinden edildi. Arap Baharı adı altında gerçekleşen süreçte birçok ülkede darbeler, iç çatışmalar, uzun yıllara yayılan savaşlar devam etti. Obama’nın kendisi bile Libya müdahalesini başkanlığının en büyük hatası olarak tanımladı.

Obama, fiilen barışı tesis edememiş olsa bile, hatta birçok yerde kan dökülmesine yol açmış olsa bile barış hakkında doğru dili konuşan, Batı’nın normatif evrenine uyumlu bir figürdü. Nobel tam da bunu ödüllendirdi.

Gandhi’de ise durum tam tersiydi.

Beş kez aday gösterildi ama hiçbirinde ödül almadı. Oysa Gandhi, şiddetsiz direnişi bir taktik değil, bir ahlak olarak inşa etti. Emperyalist işgalci bir ülkeyi kendi topraklarından silahsız geri çekilmeye zorladı. Barışı bir anlaşma metni olarak değil, bir yaşam pratiği olarak kurdu.

Gandhi’nin barışı, Batı’nın alışık olduğu türden değildi. Ahlakiydi. Temsil edilebilir değil, yaşanır bir barıştı. Algı değil, hakikat üzerine inşa edilmişti. İşte tam da bu nedenle Nobel’in ölçüm araçlarına sığmadı. Gandhi’nin dışlanması, bir hata değildi. Nobel sisteminin yapısal sınırlarının sonucuydu.

Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanımızın oğlu Bilal Erdoğan’ın konuşmasında tanık olduğumuz Nobel konusundaki itirazlarını dinleyince düşündüm bunları.

Haklı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın özellikle son yıllarda Suriye’de Libya’da Ukrayna-Rusya’da, Afrika’da ve daha birçok krizde üstlendiği barışçıl role dikkat çekerek bu ödülün kendi kararlarını kendisi veren yani bağımsız bir lidere verilmeyeceğini anlatıyordu.

Çünkü Gandhi’den esirgenen Nobel Barış Ödülü Recep Tayyip Erdoğan’a da aynı saiklerle verilmiyor.

Oysa sadece Suriyeliler için yaptıkları bile bu ve birçok ödülün verilmesini zorunlu kılardı.

Türkiye 2011’de Suriye’de patlak veren savaşta 5 milyon sığınmacıyı ağırlayarak BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin rakamlarına göre her yıl dünyada en çok sığınmacı ağırlayan ülke konumundaydı.

Mülteciler konusunun sadece Türkiye’de değil dünyada da seçimler kaybettirdiği bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan beş genel üç de yerel seçim geçirdi ve her seçim öncesinde Suriyelileri evlerine yollayacağız diyen muhalefete karşın Suriyelileri zorla göndermeyeceklerini, bunun hem insani hem İslami hem de güçlü devlet anlayışına sığmayacağını söyledi.

Her seferinde genel olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan “Suriyelileri göndereceğiz” derse oy oranını artıracak denmesine rağmen, kendisi bunun tam tersini yaptı ve Suriyelileri zorla göndermeyeceğini kamuoyuna ve hatta seçimlere birkaç gün kala hep söyledi.

Barış için, insan hayatı için bu ve nice siyasi ve ekonomik riskleri alabilecek başka bir dünya lideri yok gerçekten de.

Sadece Suriyeli sığınmacılar için gösterilen bu çaba, yıllarca devam eden bu mücadele ve emek, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Nobel Barış Ödülü’nü çoktan almasına yeterdi.

Afrika’daki üstlendiği barış anlaşmalarından, Ukrayna-Rusya arasındaki savaştaki barışçıl rolünden, dünyanın en büyük gıda krizine yönelik verdiği mücadeleden hiç bahsetmiyorum bile. Bunların her biri her seferinde kendisini dünyanın en barışçıl lideri olarak tarihe not düşülmesi için yeterliydi.

Bunlarla birlikte 15 Temmuz’da gerçekleşen darbe girişimine karşı sivil bir direniş örneği göstererek, demokrasi ve insan haklarını korumak için başlattığı direniş de yine bu ödülün çoktan verilmesi gerektiğini gösteriyor.

Burada mesele Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ödül verilip verilmemesi değil.

Mesele, Nobel’in barışı nerede ve nasıl aradığıdır. Eğer barış, savaş çıkmamasını sağlamaksa; eğer barış, bir krizin başka coğrafyalara sıçramasını engellemekse; eğer barış, milyonların hayatta kalmasıysa… O zaman Nobel’in terazisi uzun süredir yanlış tartıyor demektir.

Batı barışı anlatır.

Doğu barışı taşır.

Obama ödül alır.

Gandhi almaz.

Türkiye milyonları taşır; ama sessiz kalır. Tarih ise bu sessizliği not eder. Çünkü tarih, barışı en iyi anlatanları değil; barışı en ağır şekilde taşıyanları yazar.

Bu yüzden milyonlarca insanın gönlünde en büyük ödülü alan Recep Tayyip Erdoğan’ı da tarih yazacaktır. Hepimiz buna tanık olarak not düşmekle yükümlüyüz.

İlim Yayma Ödülleri Basın Lansmanı'nda konuşan Bilal Erdoğan "10-15 yıl içerisinde Nobel'i yakalayacağız" demişti. Bu, sadece Türkiye için değil; insanlık için çalışan, barış için çabalayan ve hakikati önceleyen tüm insanlar için değerli bir vizyondur.

İnşallah bizler, tarihin ilk yazılı barış anlaşması olan Kadeş Barış anlaşmasına ev sahipliği yapan bir ülke olarak "Kadeş Barış Ödülü" adı altında bu ödülleri gerçekten hak edenlere verebilir ve Batı'nın iki yüzlülüğüne karşı burada da bir direniş alanı oluştururuz. Bize yakışan da budur.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar