Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Anlatacağım anekdot, Halide Edip’in sürgündeyken İngilizce yazdığı, memlekete döndükten sonra önemli bir kısmını bizzat kendisi sansürleyerek Vedat Günyol’a dikte ettirip Türkçeye çevirttirdiği “Türk’ün Ateşle İmtihanı” adını verdiği hatıratında geçer.

En son 9 Eylül 1922’de İzmir de işgalden kurtulunca, o zamana kadar hep leşker kıyafeti içinde, omzunda tüfek cepheden cepheye koşmuş on başı Halide Edip; zaferin halesi bir gurur nişanesi olarak yorgun yüzünün her yerine yayılmış olan Mustafa Kemal’e mealen, “Şükür başardınız paşam, belli ki çok yorgunsunuz, artık biraz istirahat etmenin zamanıdır,” deyince, paşa geç bunları der gibi bir edayla, “Ne istirahatı çocuk, şimdi birbirimiz yiyeceğiz,” der.

*

Mudanya Mütarekesi’yle barış gelir, Cumhuriyetle memleketin idare şekli belli olur, Lozan’la “ülkenin tapusu” cebe indirilir, cepheler tamamen terk edilir, herkes rahat bir nefes aldık derken, memleket insanı o zamana kadar hesaba katmadığı en büyük düşman olan, bizzat kendisiyle karşı karşıya kaldığının aniden farkına varır.

Kemal Tahir’in, “Esir Şehir Üçlemesi”nin son romanı “Yol Ayrımı” hiç beklemediği bir anda yurt insanının karşısına çıkan işte bu yeni ve güçlü düşmanla olan kıyasıya çarpışmanın romanıdır. Romanın merkezine; 1930 yılının yazında, bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün izni ve talimatıyla kurulan, kurucularından genel başkanına kadar bütün yöneticilerini bizzat kendisinin belirlediği, hani korkan, çekinen olursa diye kız kardeşi Makbule Hanım’ı da partinin yöneticiler listesine yazan ve parti kurulduktan üç ay sonra yine bizzat kendisi tarafında kapatılan “Serbest Cumhuriyet Fırkası”nı alsa da aslında bu roman; her kitabında bir “tarih tezini” romanlaştıran Kemal Tahir’in Osmanlı’dan Cumhuriyete geçerek bir “yol ayrımına” gelmiş Türkiye toplumunun ideolojik, sınıfsal ve ahlaki bir “tercih anında” yaşadığı büyük dramının romanıdır. İstiklal Harbini verdiği halde Kemal Tahir’in deyimiyle “farkına varmadan gelip bir çıkmaza” girmiş, “muktedir olduğu halde”, “yenik düşmüş” bir Halk Partisi var iktidarda… Bu nasıl olur? Bütün bunları başarmış olan bir partiyi halk neden kendi partisi olarak görmüyor? Neden çatısı altında coşkuyla bir araya gelmiyor? Bu ne yaman çelişkidir ey ahali! Roman kahramanlarının aklı, işte bu yaman çelişkiye bir türlü ermiyor; bırakın roman kahramanlarını bizim de ermiş değil ve bu gidişle hiç ermeyecek gibi…

Sahiden; Halk Partisi kurucu partidir, bütün kurucu babalar partinin mensubudur, programına “muasır medeniyeti” koymuş, “durmayalım, düşeriz” demiş, anlayacağınız her şeyini halkın mutluluğuna, güvenliğine ve refahına vakfetmiş, “halk” için var olan bir parti dururken; Mustafa Kemal’in muhtemelen “hele bir ahalinin eğilimini” görelim diyerek kurdurduğu, amacı ve hedefi henüz belli olmayan yeni bir partiye neredeyse birkaç gün içinde memleket genelinde halkın top yekûn teveccüh gösterip kitleler halinde “hurra” diyerek onun flaması altında toplanmasının esbab-ı mucibesi ne ola?

İşte bu sorunun cevabını, yakın dönem tarihçileri o günden beri tartışıp duruyorlar.

*

“Serbest Cumhuriyet Fırkası”nın ömrü, parti ömürleri penceresinden bakarsak eğer kelebek ömrü kadardır. 8 Ağustos 1930’da kuruldu, 17 Kasım 1930’da kapatıldı. Topu topu üç aydan birazcık fazla yaşadı, o kadar.

Meseleyi biraz daha vuzuha kavuşturmak için, partinin kuruluşu ve kapanması üzerine çalışmış hocalara başvuralım önce.

Sanırım “Serbest Fırka” girişimini “güdümlü” bir girişim olarak nitelendiren ilk siyaset bilimci Prof. Tarık Zafer Tunaya’dır. Ona göre parti baştan ayağa Mustafa Kemal’in tasarımıdır ve bütün kurucuları “Gazi’nin elemanları”dır, hiçbirisi onun sözünden dışarı çıkamaz.

Prof. Erdoğan Teziç’ten Korkut Boratav’a, İdris Küçükömer’den konuyla ilgili çalışmış birçok akademisyene göre; 1930 yılına gelindiğinde Atatürk devrimleri gerçekleştirilmiş ancak bu devrimler halkın ekonomik refahını artıramamış, geçim dertlerine çare bulamamıştır. Üstüne 1929 dünya iktisadi buhranı gelince de Mustafa Kemal; için için kaynamakta olan muhalefet kazanını kontrol edebileceği, ama aynı zamanda uygulamakta oldukları ekonomi politikalara çok zarar vermeden dozunda bir muhalefet edecek bir girişime ihtiyaç duyar, “Serbest Fıkra” bu fikirden doğar.

Mustafa Kemal’in isteğiyle “emrivaki” bir şekilde parti kurucusu yapılan, birçok kez “görevden affını” rica ettiği halde onu ikna edemeyen Ahmet Ağaoğlu ise, “Serbest Fırka Hatırları” (İletişim Yayınları) adlı kitabında girişime farklı bir yerden bakar, der ki:

“Bütün bu olup bitenler, Serbest Fırka komedisi niçin oynandı sualine cevap vermektedir. Şimdi tamamen anlaşılıyor ki bu komedi sırf fırka teşkil, muhalefet fikri taşımak gibi cüretleri ta kökünden kesip atmak içinmiş.” (s.95)

Prof. Taner Timur da, Ağaoğlu’yla benzer fikirdedir, ona göre bu girişim bir “danışıklı dövüş”tü. Şunları söyler Timur:

“Serbest Fırka kapandıktan sonra, bürokratik baskılar artmış ve demokratik hak ve hürriyetler tamamen ortadan kalkmıştır.”

(Bütün bilgi ve alıntılar için bkz, Fethi Naci, “Yüz Yılın 100 Türk Romanı”, s.273-275, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)

Kemal Tahir ise, bütün bu hocalardan farklı düşünüyor. Tahir, böyle bir partinin kuruluş amacını romanına kahramanı yaptığı gazeteci Asım Us’a söyletir. Us’a, yani Kemal Tahir’e göre partinin kurulmasının sebebi, Lozan’ın en çetin meselelerinden birisi olan, Osmanlı borçlarının “altınla ödenmesi” meselesidir. Borçların ödenmesi konusunda taraflar Lozan’da anlaşamayınca birbirlerine süre tanırlar. İsmet Paşa borçları altınla ödemek istemiyor, “kâğıt para veririm” diyordu. Alacaklılarla konuşma meselesi o sırada Paris sefiri olan Fethi Bey’e bırakıldı. 1928’de bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşmaya göre, alacaklılar borçlarda indirim yapacaklar, buna karşı hükümet de altınla ödemeyi kabul edecek. Ve geldik Kemal Tahir’in iddiasına:

“Anlaşma imzalandığı zaman, hizmeti beğenilerek, alacaklılarca Fethi Bey’e on bin lira mükafat verildi.” (Yol Ayrımı, s.33)

Bu iddiaya göre, Atatürk’ün “Serbest Fırka”yı kurdurduğu yakın arkadaşı Fethi Okyar da, “arabuluculuktaki üstün gayretlerinden” dolayı on bin lira (Tahir “mükafat” diyor, siz ne dersiniz bilmem artık) almıştı.

Kemal Tahir bu iddiasını romanda bir iki kez tekrarlar. (Fethi Naci, romanla ilgili yazdığı bir eleştiri yazısında Kemal Tahir’in bu iddiasına ateş püskürür.)

Günümüz tarihçilerinden Prof. Şükrü Hanioğlu ise, “Atatürk, Entelektüel Biyografi”(Bağlam Yayınları) kitabında, kendi fikrini açıklamaktan çok, bu partinin neden kurulduğuna dair ortaya atılan görüşleri özetler. Birbirinden farklı bu görüşleri Hanioğlu, “Dünya Ekonomik Buhranı’nın tesirinden Batı kamuoyu tarafından bir ‘Doğu diktatörlüğü’ olarak görülmekten duyulan rahatsızlığa, Düyûn-i Umumiye borçlarının tasfiyesinden siyasi elitler arasında yeni dengeler oluşturmaya, Milletler Cemiyeti üyeliğini kolaylaştırmaktan dönüşüm programına gösterilen tepkileri test etmeye uzanan bir yelpazedeki etkenler” olarak özetler. (s.802)

*

Prof. Hanioğlu’na göre 1930’lu yıllara gelindiğinde Mustafa Kemal, hep içinde uhde kalmış bir emelini gerçekleştirmiş, “şefli İttihat ve Terakki” modelini “Cumhuriyet Halk Fırkası”yla inşa etmenin huzuruna ermiştir artık. Paşaya göre İttihatçıların başarısızlığının en büyük sebebi, dizginleri elinde bulunduran, onları doğru istikamete sevk edebilecek, herkesin fikrine ve zikrine sadık olduğu, dediğim dedik, öttürdüğüm düdük diyen ileri görüşlü bir liderden, zamanın ruhuna uygun bir sıfatla kudretli bir “Şef”ten mahrum olmalarıydı. İttihatçılar Umumi Harbin son yıllarında böyle bir girişimde bulunmuşlar ancak ömürleri vefa etmemişti, Mustafa Kemal “eski örgütünün” projesini şimdi hayata geçirme fırsatını elde etmişti.

İttihatçılar da padişahı sürgüne gönderip, bütün rakiplerini kendi usullerince ekarte edip iktidara çöreklenince, bir “muhalefet partisine” ihtiyaç duymuşlar meğer. Talat Paşa’nın ilk aklına gelen isim Ali Fethi Bey olmuş, çağırmış, işi bilen birkaç kişiyi yanına alıp muhalif bir fırka teşkil etmek için çalışmalarını istemiş ondan, Hanioğlu’nun yazdığına göre ona adeta yalvarmış. Hemen aklınıza, Talat Paşa’nın “çok partili”, “yarışmacı” bir sistem istediği için bunu yaptığı fikri gelmesin sakın; onun Fethi Beyden istediği parti, yıllar sonra Mustafa Kemal’in yine Fethi Bey’e kurduracağı, “kendi sözünden çıkmayan”, “temel ideolojik tercihleri sorgulamayan”, “mutlak iktidar” eleştirilerine “kalkan olacak” bir “güdümlü” partidir.

Otuz sene önce “ısmarlama bir muhalefet partisi” kurdurmak için Talat Paşa’nın aklına nasıl önce Ali Fethi Bey gelmişse, “güdümlü” bir parti kurdurmak için Mustafa Kemal Atatürk’ün de aklına otuz sene sonra yine Ali Fethi Bey gelmiş.

*

O halde Hanioğlu’nun yazdıklarını esas alarak Ali Fethi Bey’i biraz daha yakından tanıyalım.

İki Mustafa’yı, Mustafa Kemal ile Mustafa İsmet (İnönü)’i, “Cemiyet-i Mukaddes” denilen İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne sokan; o sırada cemiyetin memleket içinde örgütlenmesinden mesul, teşkilatın “ağır abisi” Ali Fethi Bey’dir. İkisine de rehberliği o yapmış. İkinci Meşrutiyet beyannamesi bizzat onun kaleminden çıkmış. 1909 yılında, devrik sultan Abdülhamit’in Selanik’te muhafazasından o sorumlu olmuş, ardından cemiyetin umum katipliğini üstlenmiş, sefirlik yapmış, mebus olmuş, İttihatçıların liderleri topuklayıp memleketten kaçınca kurulan yeni hükümette dahiliye nazırlığı yapmış, oradan Bekirağa Bölüğü’nü boylamış, oradan da Malta’ya sürülmüş, Malta’dan Ankara’ya gelince önce dahiliye vekilliğine, askeri zaferden sonra da heyet-i vekile ve Meclis reisliğine getirilmiş, 1924 Kasım ila 1925 Martı arasında kısa bir süre Başvekillik yapmış, ardından da Paris’e büyükelçi olarak gönderilmiş… Bakınca her kula nasip olmayan parlak bir “CV”ye sahip bir asker, diplomat ve siyasetçi var karşımızda.

Hanioğlu’nun yazdığına göre Ali Fethi Bey, İttihat ve Terakki içinde hep “azınlıkta kalan” “liberal bir hizbin” önemli bir adamı olarak kalmış, Enver Paşa’ya diş geçirememiş ama ağırlığını da her zaman hissettirmiş. 1930’lu yıllara gelindiğinde, İttihatçılara karşı yürütülen “büyük temizlikten” sağ kurtulmuş ve bütün yüksek makamlara gelmiş ender şahsiyetlerdendir. Hatta, işgal ettiği mevkilerde Mustafa Kemal’i geçmiş tek kişidir. İsmet Paşa’yla da açıktan “rekabet” etmiş. (Şeyh Sait hadisesindeki yumuşak tavrı, liberal fikirleri, başvekilliği İsmet Paşa’ya kaptırmasına sebep oldu. Bu arada Yakup Kadri, “Politikada 45 Yıl” kitabında, Mustafa Kemal’in, Ali Fethi’yi, İsmet Paşa’ya kıyasla daha “liyakatli” bulduğunu nakleder.) Kurulacak bir muhalefet partisinin liderliği için ondan iyisi Şam’da kaysı... Mustafa Kemal, kuşkusuz hiçbir ahval ve şerait içinde “çıkıntılık” yapmayacak, kendisine “sadık” başka birisine “güdümlü” bir parti kurdurabilirdi ancak Hanioğlu’na göre özellikle Ali Fethi Bey’i seçmesinin amacı girişiminin hem toplum tarafından hem de dış dünya tarafından ciddiye alınmasını sağlamak içindir. Zaten proje inşa edilirken kimsenin fikrini almayacak, her şeyi kendisi inşa edecek (bir tek Recep Peker, partinin adının “Serbest” olmasını Mustafa Kemal’e kendisinin önerdiğini söyler), kurucuları o belirleyecek, kız kardeşi, yakın arkadaşı Nuri Conker ve milli şair Mehmet Emin Yurdakul’un da aralarında bulunduğu bir grup mebusu yeni partiye transfer edecek, programını o dikte ettirecek… Başına da Paris Büyükelçisini koydu mu her şey “sahici” görünecek, işin ciddiyeti anlaşılacak, “demokrasi” algısını güçlendirecek. CHP her şeyiyle nasıl onunsa, kurulacak muhalefet partisi de onun olacak, iki fırkayı da “kendi evladı” olarak gördüğünü parti kurulduktan sonra ilan edecek zaten.

Sonunda Ali Fethi Bey, “talimat ve icazetle” Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı kurar. Kısa sürede yapılan hesap çarşıya uymaz. Ali Fethi Bey meğer “yaman” adammış, başına buyruk kesilir. Partisini sahici bir muhalefet partisi sanmaya başlar. İktidar talep eder, Şef’in başında bulunduğu Halk Fırkasını açıktan topa tutar. Kağıt üzerinde var olan özgürlükleri kullanmaya kalkar. Hesapta olmayan bütün bu “isyan” alametleri de pek hayra yorumlanmaz. Kemalistlerin kanı beyinlerine sıçrar. “İhtiyar zabitlerde” rahatsızlıklar baş gösterir. Hatta Yunus Nadi, Cumhuriyet’te bir yazı yazarak, Şef’e, “Size rağmen devrim ve ilkelerinizi koruyacağız” mealinde bir yazı yazar. Şef, ona cevap veren bir mektup gönderir, her ne kadar bazı fitne fücur odakları hem yazıyı hem de açıklamayı bizzat Şef yazdırdı deseler de çarşı tam anlamıyla karışır.

*

1930 yazı, çok sıcak bir yazdır. Ağrı Dağında Kürtler isyana kalkışmış, Mareşal Fevzi Çakmak ha bugün ha yarın hakkından gelecek “üç beş çapulcu”nun! Memleket bir yandan da hızla yaklaşmakta olan yerel seçimlere hazırlanıyor. İlk defa bir muhalefet partisi seçimlere katılıyor. Bu girişimin hem çok partili hayatı on beş sene öteleyecek hem de bir daha hiç kimsenin muhalif bir parti kurmaya cüret etmeyeceği (bu girişimden cesaret alarak, kâğıt üzerinde var olan “Ahali Cumhuriyet Fırkası” adında bir parti kuran romancı Orhan Kemal’in babası gazeteci Abdulkadir Kemalî anında kendini Suriye’ye ışınlanmış olarak görür, kaçmak zorunda kaldığı Beyrut’ta bir lokanta açar, tam dokuz sene boyunca, 1939’da çıkan genel affa kadar yurda dönemez) bir hüsrana yol açacağını henüz hiç kimse bilmiyor.

*

Yerel seçim propagandası yapmak ve yeni partisini ahaliye tanıtmak üzere Ali Fethi Bey yanına kurmay heyetini alarak İzmir’e bir çıkartma yapmak ister. Mustafa Kemal’den gezi için izin alınmış ama Kemalistler, çoktan “İzmir geçilemez, İzmir kalemizdir, kimse onu işgal edemez” diyerek barikatlar inşa etmeye başlamışlar bile. “Serbest Fırka” heyeti İstanbul’dan kalkan bir vapurla İzmir’e hareket eder, heyette Ahmet Ağaoğlu da var.

Daha sonra partinin kapanmasına da yol açan gelişmeleri, “Serbest Fırka Hatıraları” kitabında ayrıntılı olarak anlatan Ağaoğlu Ahmet’in yazdıklarını Kemal Tahir, romanı “Yol Ayrımı”nda kendi üslubuna dönüştürerek olduğu gibi alıntılar.

İki metni de okudum ben, ikisinin anlatımında bir de ben anlatmak istiyorum “İzmir’e çıkartma” hikayesini…

*

Yeni partinin kurulduğu günden itibaren İzmirliler, Fethi Bey’e telgraf üstüne telgraf çeker, heyetler göndererek, kendilerini bir an önce İzmir’de görmek istediklerini bildirirler. Fethi Bey direnir, İzmir ısrar eder. Fethi Bey Gazi’ye sorar, Gazi memleketin her yerine gidip teşkilat kurmakta serbest olduğunu söyler. İzmir’e gitmeye böyle karar verir. İsmet Paşa o sırada Sivas’ta konuşmuş, yeni partiye verip veriştirmiş, Fethi Bey İzmir’den ona cevap verecek. Vapura doluşup yola çıkarlar, Çanakkale’yi henüz geçmişler ki Fethi Bey Ağaoğlu’na, dün veda etmek için Gazi’ye gittiğini, Gazi’nin de Adliye Vekili Mahmut Esat Bey’in İzmir’den bir telgraf çekerek, Fethi Bey’in İzmir’e gelmemesini, ahalinin kendisine karşı çok öfkeli olduğunu, gelirse eğer büyük olaylara sebebiyet vereceğini bildirdiğini, yine de gitmesini, vapur şehre yaklaşırken düşmanlık belirten bir durum olursa, vaziyeti telsizle hemen kendisine bildirmesi gerektiğini söylediğini anlatır.

Nihayet uzaktan İzmir görünür. Dürbünle bakarlar, sahil tıklım tıklım, salkım saçak sanki bütün İzmir sahile inmiş gibi. Sakın Mahmut Esat haklı olmasın! Vapur yaklaşır, bir anda yüzlerce kayık vapura doğru gelmeye başlar, kayıklardakiler hep bir ağızdan “Hurra” diye bağırıyor, “Yaşasın Gazi! Yaşasın Fethi Bey” diye tezahürat yapıyorlar. Yolcular rahatlar. Güvenle şehri seyrederler. Meğer halk sabahtan beri onları bekliyormuş. Kaptan ahalinin sabrı tükensin diye aldığı emirle vapuru rıhtıma yaklaştırmaz, tam üç saat boyunca denizde dolandırır. Fakat halkın dağılacağı yok. CHP’nin “sopa” siyasetinden yılmış olan ahali “yeni kurtarıcısını” bağrına basmadan dağılmayacak. Vapurdaki “Serbestçiler”, şehirdeki Halk Fırkası idarecilerinin kendilerini centilmence karşılayacaklarını, alıp il merkezine götüreceklerini, “vay ne şeref, vay ne şeref” deyip el üstünde tutacaklarını, böylece aralarında ayrılık gayrılık olmadığını dünya aleme gösterip ahalinin heyecanını yatıştıracaklarını sanıyor ama öyle olmaz. Tam tersi olur, sanki yabancı bir kuvvet şehri işgale gelmiş, işte buna müsaade etmeyecekler. Sokaklarda taşkınlıklar o sırada baş gösterir. Meğer karşılayıcı motorlardan birisine polis izin vermemiş. Birisi kalabalığın elindeki bayrağı almak istemiş. İtiş kakış sırasında bir polis denize düşmüş. Parti heyeti o sırada vapurda, olup bitenlerden haberleri yok. Vapur yanaşınca, karşılayıcılar vapura doluşur. Arbededen Fethi Bey neredeyse baygınlık geçirir, üstündeki ceketi yırtılır. Birkaç iriyarı adam Fethi Bey’i aralarına alırlar. Dirsek gücüyle halkı yararak vapurdan çıkarırlar. Rıhtımla cadde arasındaki otuz-kırk metreyi yarım saatte ancak alırlar. Ahali hücum eder, Fethi Bey’i kucaklayanları mı, alnından, elbisesinden öpenleri mi ararsın, herkes adeta bir zikir halinde. “Yaşa” sesleri arasında otomobile binerler. Ama yol almak ne mümkün, halk sıkıştırınca otomobilin camları kırılır, tavanı çöker, içindekiler can derdine düşer. Nihayet otomobil kalabalıktan çıkar, otele varırlar. Otelin önü, merdivenler, odalar tam mahşer yeri… Fethi Bey, odanın balkonuna çıkar, kalabalığa dağılmalarını, yarın vereceği nutku dinlemeye gelmelerini söyler. Halk dağılır, fırka yöneticileri il teşkilatıyla tanışır, hepsi ilk defa politikaya girmiş mevki sahibi, eğitimli, cokulu kimseler… Fethi Bey valiyi ziyarete gider ama vali yerinde yoktur. Bir süre sonra validen bir tezkere gelir, yarınki toplantıyı iptal etmelerini tavsiye eder, sorumluluk sizindir der. Fethi Bey kızar, Gazi’ye durumu bir telgrafla bildirmek ister ancak telgrafhane telgrafı kabul etmez, durumu tekrar valiye bildirirler, vali nihayet Gazi’ye gidecek telgrafa izin verir. Gazi’den cevabi telgraf gelir. Mustafa Kemal Fethi Bey’e toplantıyı mutlaka yapmasını, tedbir alsınlar diye yetkililere talimat verdiğini yazar. Ertesi gün toplantı yapılacak yapılmasına da, Halk Fırkası da karşı bir toplantı tertipler. Mahmut Esat Bey ve yanındakiler orada halka açık bir konferans verecekler. Polis gücüyle ahaliyi konferans alanına toplamaya çalışırlar. Ne şoförler ne de kayıkçılar yardım etmeyince, öğleden sonra kendi toplantılarının yapılacağı alanda “Fethi Bey’in konuşacağı” yalanını uydururlar, halk aldatılarak oraya sürüklenir ancak kürsüde Fethi Bey yerinde başkasını görünce hemen dağılırlar. Halk Fırkası binasının önünden geçerlerken bazıları “Kahrolsun mutemetler” diye slogan atar. İçerden karşılık gelince, binayı taşa tutarlar ve o gün çıkan sayısında halkı “tahkir” eden Halk Fırkası Mebusu Ali Haydar Rüştü Bey’in “Anadolu” gazetesine doğru yürüyüşe geçerler. Kalabalık gazetenin önüne gelince, içerdeki polisler kalabalığı dağıtmak için silah kullanır. Kör bir kurşun ön dört yaşındaki bir talebeyi bulur, çocuk ölür. Fethi Bey ve arkadaşları hâlâ otelde, birden otele doğru mahşeri bir kalabalık gelmeye başlar. Herkes çok heyecanlı ve kızgın, kimi ağlıyor, kimi lanet ediyor, kimi tehditler savuruyor. Kalabalığın arasından yaşlı bir adam, kucağında ölmüş oğlunun cesedini Fethi Bey’in ayaklarının dibine atar ve “İşte size kurban, başkalarını da vermeye hazırız, yeter ki sen bizi kurtar” diye bağırır gözyaşları içinde. Fethi Bey’in ellerine sarılır. Manzara dehşet vericidir, Fethi Bey’in ayaklarının dibinde kanlar içinde gencecik bir çocuk cesedi, babası bir kurban daha vermeye amade…

İzmir tam anlamıyla galeyana gelmiş. Şehrin bütün ileri gelenleri, okumuş yazmışları, beş büyük gazetesinin dördü “Serbestçi” olmuş, sadece İzmir mi, bütün Ege yeni partide karar kılmış fokur fokur kaynıyor.

İzmir’de başlayan bu isyan, “CHP’ye karşı ilk muhalefet isyanı” olarak böylece tarihe geçer.

Kemal Tahir, Ahmet Ağaoğlu’nun hatıratından olduğu gibi aldığı bu bölümü kendi üslubunca hikaye ettikten sonra, olup bitenleri kahramanı Ağaoğlu Ahmet’in ağzından şöyle yorumlar ki iki kahramanın bulunduğu odada İttihatçı Sadrazam Talat Paşa’nın bir resmi asıldır:

“Osmanlı borçlarını fukara Anadolu halkına altınla ödetmek için muhalefete kaldırılmış eski Paris Elçisi Fethi Bey’den beklediği kurtuluşa İttihatçı Sadrazam Talat Paşa da sanki şaşakalmıştı.” (Yol Ayrımı, s.121-127)

*

Yurt satında CHP’ye karşı büyüyen İzmir’dekine benzer öfkeye rağmen yerel seçimleri yine de CHP kazanır. Gidişat iyiye değildir. Biz her şeyin "tek"ini, en çok da partinin “tek”ini seven bir milletiz. Bu gidişe dur demeli!

Ali Fethi Bey, 17 Kasım 1930 günü bir beyanname yayınlamak zorunda kalır, beyannamesi özetle şöyle:

“Büyük Gazimiz M. Kemal Hz.nin teşvik ve tasvibiyle kurduğumuz Serbest Cumhuriyet Fırkası, gelecekte Gazi Hz. le siyasi sahada karşı karşıya gelmek ihtimalinden sakınmak maksadıyla feshedilmiştir.”

Ahmet Hamdi Başar’ın deyimiyle, “Bir emirle kurulan fırka yeni bir emirle kapandığında”, çok uzun bir süreden beri Ağrı Dağı ve civarında İhsan Nuri Paşa önderliğinde sürmekte olan Türkiye’deki ilk ciddi Kürt isyanının bastırılmasının üzerinden sadece 52 gün geçmişti.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar