Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Akaryakıt fiyatlarının artık uçuk hale gelmesi nedeniyle, yıllardır pek çok otomobil ve ticari araç büyük bölümü sonradan yapılan sistemlerle "tüplü" hale getirildi.

Yani bizim "tüp" diye bildiğimiz "sıvılaştırılmış petrol gazı" ya da kısa adıyla LPG ile çalışıyorlar.

Bu aslında kentlerimiz için de olumlu bir durum.

Çünkü LPG'li otomobillerin egzoz emisyonları daha düşük olduğu için çevreye verdikleri zarar da daha az.

İçindeki katı partikül oranı da daha düşük.

Yani aslında ortada şikâyet edilecek bir durum yok.

Ancak bu "çevre dostu" durumu koruyarak daha ekonomik ve ülke ekonomisi için daha yararlı bir başka yakıt türüne geçmek de mümkün.

Bunun adı LNG veya CNG.

Yani sıvılaştırılmış veya basınçlı doğalgaza.

Sistem olarak LPG'den pek de farklı olmayan ancak kullanıcı maliyetlerini neredeyse yarı yarıya düşüren yakıt türü, sadece bu otomobilleri kullananların değil aynı zaman ülkenin de ekonomisine büyük fayda sağlayacak.

Niye mi?

Anlatayım.

Türkiye her yıl milyarlarca metreküp doğalgaz satın alıyor. Türkiye'nin özellikle komşularıyla yaptığı anlaşmalar gereği bu satın almalar "Al ya da öde" şeklinde yapılan anlaşmalarla gerçekleşiyor.

Bu ülkelere anlaşma miktarındaki doğalgazın parasını, kullansak da kullanmasak da, alsak da almasak da ödemek zorundayız.

Alım garantisi verdiğimiz ve parasını her halükârda ödeyeceğimiz bu gazı depolayacak yerimiz henüz olmadığı için, kullanmadığımız ve satın almadığımız gazın da parasını ödüyoruz.

Yıllardır süregiden durum bu.

Doğalgazı, LPG yerine otomobillerde de kullanmaya başlamamız halinde, doğalgaz tüketimimiz artacağı için, parasını ödeyip de alamadığımız doğalgazı alabileceğiz ve Türkiye'nin parası sokağa atılmamış olacak.

Hem tüketici, hem de devlet aynı anda kazanacak.

Reklamlarda kıro hâkimiyeti

Bir zamanlar büyük keyifle izlediğim, yaratıcılıklarına hayran kaldığım televizyon reklamlarını artık izlemiyorum.

İzlemediğim gibi çoluk çocuğa da izletmiyorum, çevremdekilere de izlememelerini tavsiye ediyorum.

Sebebi basit, "kıroluk"tan hoşlanmadığım için.

Reklamcılar mı değişti, yoksa hitap ettikleri kitle mi acayipleşti bilmiyorum, reklam filmlerinde büyük bir seviyesizlik hâkim. Elbette hepsinde değil, hatta belki de küçük bir bölümünde ama yemek kâsesine düşen bir sinek gibi bütün bir reklam kuşağını berbat etmeye yetiyor bu reklamlar.

Bir dizide meşhur olmuş ama "denyoluğuyla" meşhur olmuş bir tipleme, bize ürün öneriyor bir reklamda.

Türkçe bozuk, dil bozuk, tip bozuk.

Üstelik de çocuklara yönelik bir ürün reklamında.

Hadi onu geçtik.

Yıllarca Türkiye'nin en ağır başlı, en oturaklı, en "beyaz" bankası olarak bilinen, tüm imajını bunun üzerine oturtan bir bankanın reklamında Türkçe'yi doğru düzgün konuşamayan, kılık kıyafet köpeklere ziyafet, görgüsüz ya da sonradan görme bir başka rol model, bize o bankanın hizmetlerini anlatıyor.

Örnek çok. Sayfayı doldururum bunlarla ama gerek yok. Siz anladınız ne demek istediğimi.

Reklamcılara soruyorum; "Türkiye artık böyle bir Türkiye ve biz bu Türkiye'ye reklam yapıyoruz" mu diyorsunuz, yoksa Türkiye böyle olsun diye mi uğraşıyorsunuz?

Diyeceksiniz ki, "Toplumda böyleleri de var".

Doğru, vardır elbet.

Ama bunları mı örnek olarak gösteriyorsunuz, bunlara mı hitap ediyor veya etmek istiyorsunuz.

Ya reklamverenler...

Ürününüzün veya hizmetinizin böyle anılmasından hiç mi rahatsızlık duymuyorsunuz!

Sen neymişsin be Sedat!

Galatasaray-Orduspor maçının hakeminin art niyetli olduğunu yazmıştım maç yazısında.

Hakem raporu açıklanınca, tespitimde haklı olduğumu gördüm.

Hakem ile Fatih Terim, soyunma odası koridorunda bir gerilim yaşamışlar.

Terim, hakeme "İkinci yarıda da böyle kötü yönet. Sana beni raporuna yazma imkânı verecek bir şey söylemeyeceğim. Böyle adalet mi olur? Ne bakıyorsun!" cümlelerini sarf etmiş.

Fatih Terim'i katiyen savunmuyorum.

Onun düzeyinde bir teknik adam ne yapacak yapacak, sinirlerine hâkim olacak, böyle cümleler sarf etmeyecek.

Hele hele art niyeti açıkça ortada olan ve Galatasaray karşısında kişiliğini kanıtlamaya çalıştığı açık olan bir hakeme dönüp bakmayacak bile.

Ama hakemin art niyeti şuradan belli.

Bu cümleleri raporuna yazıyor ve bunları "tehdit ve hakaret" olarak tanımlıyor.

Bu laflarda ne tehdit var ne hakaret.

Sportmenliğe aykırı bir davranış olabilir, ama tek bir hakaret kelimesi yok.

Hakem ise art niyetli olduğu için bunları raporuna "hakaret ve tehdit" olarak geçiriyor; çünkü Terim'in daha ağır bir ceza almasını istiyor.

Bu tip hakemler, kendilerini ispatlamak için özellikle "büyük takımlara" kötülük yaparak şahsiyetlerini gösterebileceklerini zannediyorlar.

Bu arada aynı maçta çekilen fotoğraflara bakarken gülümsedim.

Gazetelerde Başkan Ünal Aysal'ın locasının fotoğrafı yer alıyor. Başkan'ın yanında Sedat Doğan.

Yanındaki karede Terim'in tribünde otururken fotoğrafı yer alıyor. Orada da Terim'in yanında Sedat Doğan.

Aynı anda iki yerde.

Ben bu yeteneğin sadece Mustafa Sarıgül'de olduğunu zannederdim, meğer Sedat Doğan'da da varmış.

Ama keşke Terim'in yanındayken Galatasaray'ın hukuk işlerinden sorumlu yönetim kurulu üyesi olarak uyarsaydı, "Hocam, buradan böyle göz göre göre taktik verirsen ceza yersin" deseydi.

NE ZAMAN ADAM OURUZ?

Gelecekten çok geçmişle uğraşan toplumların ileriye gidemeyeceğini anladığımız zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar