Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Bu tozun dumanın ortasında “New York’ta Beş Minare”yi yazmak bize de şart oldu. Sezonun ilk büyük gişe bombası olması dolayısıyla, bir yerde yazmak da durumundayım, ama bu kadar sathi değerlendirmenin ortasında bizi de madara ederler diye ürküyor insan ister istemez. Neyse korkunun ecele faydası yok. Bakalım ben neler yazacağım…

Öncelikle filmin çıplak gişe rakamlarına göz atarak işe başlayalım. 383 kopyayla tam 700 salonda birden gösterime giren film, ilk 3 gününde tam 703.330 bilet yaptı ve podyumun en üst basamağına oturmadı adeta yığıldı. Öyle ki 3 haftadan evvel onu yerinden kaldırabilene aşk olsun.

Bu arada filmin haftalık performansı da açıklandı. Pazartesiden perşembeye yaklaşık 400 bin bilet daha yapan filmin ilk hafta seyirci rekoltesi 1.096.007 olarak gerçekleşti. Bu rakamlar uzun zamandır Mad Max 3’teki (Beyond Thunderdome) çocuklar gibi bir kurtarıcı bekleyen sinema işletmelerine, adeta Mel Gibson gibi geldi. Rocky’si, Rambo’su da eksik kalmaz inşallah…

Aylardır ısrarla telafuz edilen büyük rekor kırılamadı belki, ama 703 bin biletin, istatistiği tutulmuş zamanların en iyi 8. performansı olduğunu da söyleyelim. Öte yandan “Beş Minare”yle Kırmızıgül, ilk 3 günlük derecesini geliştirmiş oldu. Popüler tür sineması yapan bir yönetmen için, bunun paha biçilmez bir motivasyon kaynağı olduğunu söylemeye gerek yok sanırım. Filmin nihai akibeti ne olursa olsun, Mahsun 1-2 yıl içinde iddialı başka bir projeyle daha karşımıza çıkacaktır. Bu film yapma mereti adamın kanına girdi miydi, kurtulması biraz zordur yiğenim…

“New York’ta Beş Minare” 2008’de “A.R.O.G”la başlayan 600 üzeri ekranla gösterime girme furyasının son temsilcisi. Burada amaç memleketi karış karış parselleyerek, mümkün olan en büyük gişe gelirini en kısa zamanda gövdeye indirmik. Zira filmlerin ortalama bilet fiyatı haftalar geçtikçe tenzilata uğrar. Halbuki az sayıda kopyayı tüm Anadolu’da 20 hafta dolaştıracağınıza, çok kopyayı mükerrer kullanımla köpürtüp, gişenin % 80-90’ını 3 hafta da toparlayabilirsiniz. Ortalama bilet fiyatından gelen artı değer de, fazladan bastığınız kopyaların maliyetini gani gani karşılar.

Bu tarz büyük filmler için zaten başka bir yol da kalmadı artık. 2010’un Türkiye’sinde gişe takviminde değil 20, 4 haftalık boşluk bulmak bile mümkün değil. Mecali olanın kaba kuvvetini, yani parasını kullanması şart oldu. Yalnız bu stratejiyi izlerken işin sıklet noktasını ıskalarsanız vay halinize. Söylediğim gibi ana amaç gişe gelirini olabildiğince hızlı toplamak olduğundan, reklam ve pazarlama burada hemen her değişkenden daha büyük önem taşıyor.

“New York’ta Beş Minare” reklam ve pazarlama operasyonuyla, Türk sinemasının şu ana kadarki en başarılı performanslarından birini sahneye koymuştur. Mahzun Kırmızıgül ve yapımcısı Murat Tokat, reklamın sinemadaki önemini, bu işe kendilerinden 30 yıl evvel girmiş pek çok “duayenden” çok daha iyi biliyorlar. Aylar öncesinden başlayan haber/görüntü bombardımanı, filmin fragmanının basına servis edilmesiyle beraber tepe noktasına ulaştı ve açık hava/televizyon/ yazılı basın reklamlarıyla da vizyona kadar öylece devam etti. Hatta filmin şanslı doğacağı daha başından belliydi. Vizyon tarihi olarak kendileriyle aynı günü seçen “Kurtlar Vadisi Filistin,” post aşamasında yaşanan bir aksilikten ötürü gösterim tarihini değiştirdi. Açıkçası ben “Kurtlar Vadisi” ekibinin sağduyularının sesini dinleyerek kendi istekleriyle geriye çekildiklerine inanıyorum. Zaten sinema işletmecileri ve dağıtımcılar bu “el mi yaman, bey mi yaman?” tarzındaki meydan okumalardan uzun zamandır çok dertlilerdi. Sonuçta iki büyük filmin birbirini perdelemesinin önüne geçilmiştir diye düşünüyorum. Aksi halde bahsi geçen aksiliğin altında mutlaka bir bit yeniği aramak gerekir deyip bu konuyu şimdilik kapatıyorum.

Öte yandan rakipleri bile Mahzun’a destek olurken o öyle bir şey yaptı ki, “işte risk budur” dedirtti. Sinema yazarları için yapılması gereken basın gösterimi, tüm teamüller hiçe sayılarak iptal edildi. Böylelikle Mahzun daha önceki filmlerine müspet eleştiriler getiren sevdiği 5 eleştirmen dışındaki tüm sinema yazarlarını veto ederek, filmi vizyondan önce görmelerini engellemiş oldu. Hollywood tarzı tür sinemasını kendine düstur edinen bir yönetmen için ilk hafta performansı hayati önem taşır. Bu hesaba göre: “Zaten iyi reklam yaptık, sinema yazarlarını da bertaraf edersek bu iş tamamdır” şeklinde bir mantık güdüldüğü anlaşılıyor. Mahzun filminin sinema yazarları tarafından beğenilmeyeceğini, daha en başından beri biliyordu. Yani bu tercih bir anlık öfkeyle o gün alınmış bir kararın ürünü değildir. Üzerinde düşünülmüş planlı bir operasyonun sonucudur.

Öncelikle şunu söylemekte büyük fayda var. Türkiye sinema yazarlığı müessesi sorumsuz, kafasına estiği gibi kırıp döken, bin bir zorlukla çekilen filmlere abuk subuk ödüllerle hakaret eden bir takım şahsiyetler yüzünden, ki onlar kendilerini çok iyi biliyor, artık büyük oranda inandırıcılığını kaybetmiştir. Türkiye’de sinema yazarlarının ağız birliği edip çok iyi dedikleri bir filme fayda sağladığını gören bilen varsa beri gelsin. Özellikle bu tarz büyük gişe bombalarında kilit kelime dediğim gibi reklamdır, pazarlamadır. Çok dar entelektüel bir kesim dışında kimsenin sinema eleştirmenlerini okuyarak sinemaya gittiği falan yok. Öte yandan kavganın da kimseye faydası yok. Düşmanlıklarını çalışarak hak ederek kazandığın sinema yazarlarının, kendi çevrelerindeki gazeteci arkadaşlarını da etkileyerek yaptıkları kötü propaganda için ne yapacaksın şimdi? Bakın işte bu riske girilmez.

Cesur adamı severim. 12 milyon dolarlık bir film yapmışsın, sinema yazarlarına postayı da koymuşsun, hayda bre! İlk hafta sonu senin için çok önemli, negatif yorumları bertaraf ederek elinden geldiğince çok bilet yapmak istiyorsun, onu da anladık. Sonra bu yekunun sağladığı momentumla bayrama hızlı girerek ortalığı tarumar edeceksin, plan bu değil mi? İyi de riske girip sinema yazarlarını salona sokmamayı kafana koymuşsan, vizyon tarihi olarak yılın en yüksek debili dönemi olan bayram haftasını tercih etmen gerekmez miydi? Gören de filminde tek bir açık bırakmamışsın sanacak. Bak şimdiden negatif yorumların ve yazıların yaydığı menfi enerji etrafı sarmayı başladı bile. İlk hafta sonunda 700 bin değil de, 1 milyon 300 bin yapıp rekor kırsan daha iyi değil miydi? Hadi Mahsun’un bu dönemde düşünecek bin tane işi var diyelim, yapımcının aklı nerede ben onu anlamadım.

Eğer sinema yazarları kızdırılmayıp yumuşak bir diplomasi tercih edilseydi, vizyon tarihi için tek kelime etmezdim. Sonuçta çok daha zayıf kalacak olan negatif eleştirilerin etkisi, bayram tatilinde rahatlıkla bertaraf edilirdi. Öte yandan seçilen bu saldırgan stratejiyle filmin vizyon tarihi “12 Kasım” olmalıydı. 1 Aralıkta vizyona girecek olan “Av Mevsimi”nden ürkmenin de bir alemi yok. Zira yukarıda ifade ettiğim gibi “New York’ta Beş Minare” gibi 700 salonda gösterime giren filmler, 3 haftada hasılatın neredeyse %90’ını topluyor. 3 haftadan sonra büyük bir filmin vizyona girmesi, sinema salonlarında seyirci sirkülasyonunu attıracağından zarar bir yana, faydalı bile olur.

Peki şimdi ne olacak? “New York’ta Beş Minare” kaç bilet yapar? Yeni bir Türkiye rekoru gelir mi? Yahut film kendi maliyetini çıkarabilecek mi? “Beş Minare”nin muadili filmlere yani geniş dağıtım ve büyük reklam kampanyalarıyla vizyona giren geçmişteki yapımlara baktığımızda, ulaşılan toplam seyirci sayısının, ilk 3 günün 3 ile 5 katı arasında olduğu görülüyor. Yani hesap gayet açık. İlk üç gününde 703 bin yapan filmin, istatistik bilimine göre kabaca 2 ile 3,5 milyon arasında bir yerlere oturması gerekiyor. Açıkçası bende bu kanıdayım, yani yeni bir Türkiye rekoru bence hiçbir şartta mümkün değil!

Öte yandan bayram tatili benim için de büyük bir muamma. Son yıllarda özellikle yeni otobanlar, demiryolları ve havalimanlarının etkisiyle, ülke sathında seyahat bir hayli rahatladı. Halkımız özellikle bu tarz uzun bayramlarda bunun avantajlarını sonuna kadar kullanıyor. Hele bir de normalde soğuk seyretmesi gereken Kasım’da hava günlük güneşlik olunca, insanların sinemayı ne kadar tercih edeceklerini kestirmekte zorlanıyorum. Buna hafta içinde filme yönelik yapılan yoğun eleştiri bombardımanını da eklersek, benim kanaatim filmin 3 milyon bariyerini aşamayacağı yönünde olacak. Hâlbuki daha yumuşak bir stratejiyle 3,5 milyon dahi aşılabilirdi.

Burada benim tahminlerimi boşa çıkarabilecek tek değişken fısıltı gazetesi olacaktır. “New York’ta Beş Minare”ye ilk haftasında giden öncü kuvvetler, cephe gerisinde filmin sıkletinin üstünde propaganda yapabilirlerse, o zaman belki durum değişebilir, fakat etrafta öyle bir enerji görmüyorum. İnsanlar ne yazık ki olumlu eleştiriler yerine, sinema/köşe yazarlarının torpillerini daha çok konuşuyor. Bu da koyulan postanın iade-i taahhüdü (laf oyunu) olsa gerek.

“Ha 3 milyon yapmış, ha 3.5 milyon, rekor kırılamadıktan sonra ne alemi var bu kadar yazmanın” diyenler için de küçük bir açıklama daha yapayım. O önemsenmeyen 500 bin kişilik fark, koca filmin batmasıyla çıkması arasındaki fark demek oluyor. Basından takip ettiğim kadarıyla, “Beş Minare”nin yaklaşık 12 milyon dolara mal olduğunu biliyorum. Şu ana kadar Mahsun’dan veya yapımcısından aksi yönde bir açıklama gelmediğinden, bu veriyi doğru kabul etmemiz gerekiyor. Şu anda filmin ortalama bilet fiyatı 9.2 TL civarlarında. Bir Türk filmi için iyimser bir tahminle ortalamanın 9 TL’de sabitleneceğini bile düşünsek (Güneşi Gördüm yarışı 7.6 TL ile bitirmişti) filmin en azından 3.5 milyon seyirciye ulaşması şart gibi görünüyor. Televizyon/dvd satışları ve yurtdışı hasılatından gelecek meblağları sakın unuttuğumu sanmayın. Bu kaynaklar olmadan film 9 milyon dolara çekilmiş olsa dahi batardı.

Mahsun Kırmızıgül ve ekibini Türk popüler sineması için değerli bir fırsat olarak görüyorum. Yaptıkları işe inanıyorlar ve azimliler. Zaten amaç Türk sinemasının bir endüstri haline gelmesiyse, popüler filmlerin yıllık sığasını mutlaka arttırmalıyız. Bu da ancak “New York’ta Beş Minare” gibi yapımların çoğalmasıyla mümkün olabilir.

Memleketteki birçok sinema işletmesi için bu filmler ölümle kalım arasındaki farkı ifade ediyor. Mahsun Kırmızıgül eğer “New York’ta Beş Minare”yi bu yıl vizyona sokmamış olsaydı, emin olun 2011’e 2010’dan daha az sayıda salonla girecektik. Kısacası bu filmler ne sadece yapımcının, ne yönetmenin ne de sinema yazarlarının malı. Bu filmlerin üzerinde gişe görevlisinden makinistine, görüntü yönetmeninden makyözüne kadar herkesin hakkı var. Gösterecek salonun yoksa film yapsan ne işe yarar? Seyredecek film yoksa neyi eleştireceksin? “Bunlar daha önce benim canımı sıkmıştı, çıkın dışarı!” “Ha öyle mi al o zaman sana beyanat, al o zaman sana menfi yazı” falan bunlar ciddi profesyonellerin yapacağı türden işler değil. Sektörün büyümesi için hepimizin iyi niyetle güç birliği etmesi şart.

Hadi öpüşün barışın kardeşle bakıyim! Aferin size…

fatihomeroglu@cyapim.com.tr

Detaylı rakamlar için www.boxofficeturkiye.com adresine başvurabilirsiniz.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar