Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ‘‘Yeni Anayasa, devlet despotizminin yerine demokrasiyi ikame edebilmek için öncelikle gerçek bir kuvvetler ayrılığı sistematiği kurmalı; yasama, yürütme ve yargının şimdiye kadar ve son değişikliklere rağmen şimdi de olduğu gibi tek bir elde toplanabilme olanaklarını ortadan kaldırmalıdır

        TÜRKİYE, tarihin en ilginç referandumlarından birini gerçekleştirdi. Referandum, aslında tek bir konuda halktan evet veya hayır cevabının istenmesidir. Ama 12 Eylül 2010’da gerçekleşen halkoylamasında, Türkiye’nin neredeyse bütün sosyal ve siyasal sorunları oylandı, bir tek asıl soru olan “Anayasa değişiklikleri” oylanmadı.

        Seçim öncesinde yapılan araştırmalarda, değiştirilen Anayasa maddelerinden birini bile bilmeyen, bu konuda herhangi bir fikri olmayan seçmenlerin oranı % 50’nin üzerinde çıktı. Anayasa değişikliklerinin, bırakın tamamını, bir kısmını bile bilebilen veya bunlar hakkında belli belirsiz bir fikre sahip olan seçmen oranı ise, hiçbir ankette % 5’e ulaşamadı. Demek ki 12 Eylül referandumunda Anayasa değişikliklerini oylamadık, ama AKP’yi, CHP’yi, MHP’yi, daha doğrusu bunların meydanlarda görülen liderlerini ve bir de BDP ile onun arkasında PKK’yı oyladık. Ayrıca yaşam tarzlarımızı, kimliklerimizi, ekonomiden beklentilerimizi, korkularımızı, endişelerimizi oyladık ve bazen birbirimizden intikam için de oy verdik. Bütün bunların ötesinde umutlarımızı ve takıntılarımızı oyladık ve bütün söylemlerin aksine, 12 Eylül rejimiyle de hesaplaşmadık. Çünkü seçmenlerin yarısından çok fazlasının 12 Eylül rejiminden haberi bile yok ve çoğu da zaten o sıralarda ya doğmamıştı ya da çok küçüktü. Çünkü tüm değişikliklere rağmen 12 Eylül rejiminin temel taşları hâlâ Anayasa’da başköşeyi işgal ediyor.

        Bunun ötesinde, 12 Eylül Anayasası defalarca değişikliğe uğradı, ama gövdesi ve bundan da önemlisi mantığı aynen duruyor. Bu mantık, yurttaşa güvenmeyen, onu güdülmesi ve güdülenmesi gereken, olgunluğa erişmemiş bir kitle olarak gören ağır bir vesayet belgesi. Bu Anayasa, tüm değişikliklere rağmen, devletin belirleyici ve yurttaşın tabi konumunu muhafaza ediyor.

        Referandum öncesi propaganda sürecinde, istisnasız bütün partilerin ve değişiklik paketi hakkında görüş bildiren bütün kanaat önderlerinin “demokrasi”ye atıf yaptıkları görüldü. Demek ki Türkiye, en azından söylem düzeyinde demokrasi istiyor. O halde, değişikliklere rağmen bir türlü demokratik olamayan bu Anayasa’nın onarılarak adam olamayacağının anlaşılması gerekiyor. Bunun çok açık anlamı, tamamen yeni baştan yepyeni bir Anayasa yapmak zorunda olduğumuzdur. Eski Anayasa’yı düzeltmeye kalkışmak, çocuklar büyüdükçe gecekonduya bir oda daha eklemek gibidir. Ev büyür, ama gecekondu olarak kalır, yani binanın unsurları arasındaki eklemleşmeler yetersizdir, binanın tümü önceden planlanmadığı için, parçalar çok tutarsız bir bütün meydana getirmektedirler.

        Yeni Anayasa, bütün bu sakıncalardan azade olmalıdır. Bir partinin veya bir siyasi görüşün değil, devletin hiç değil, egemen ideolojinin de hiç değil, bir arada yaşama irademizin ve bunun nasıl olabileceğinin belgesi olmalıdır. Yani siyasal toplumun temel unsurlarını ve bunların arasındaki ilişkileri gösteren bir belgeden ibaret olmalı, yönetmelikle düzenlenebilecek ayrıntıların bir karmaşası olmaktan çıkarılmalıdır. Ve bunların ötesinde, gerçek demokratik kurumları ihdas etmeli ve bunları güvenceye almalıdır. O zaman yeni Anayasa, devlet despotizminin yerine demokrasiyi ikame edebilmek için öncelikle gerçek bir kuvvetler ayrılığı sistematiği kurmalı; yasama, yürütme ve yargının şimdiye kadar ve son değişikliklere rağmen şimdi de olduğu gibi tek bir elde toplanabilme olanaklarını ortadan kaldırmalıdır. Bu yetmez, şimdiye kadar bütün Türk anayasaları “kimlik” veya daha doğrusu “devlet tarafından bize biçilen kimlik” anayasaları olmuşlardır. Yani yurttaşların dini, dili, inancı, etnisitesi, hatta siyasi veya değil bütün düşünceleri anayasalar tarafından tanımlanmıştır. Yeni Anayasa, gerçek bir Anayasa olarak yalnızca yurttaş kimliğini tanımlamakla mükelleftir, bunun dışındakiler özel alana aittir ve sadece bireyleri ilgilendirir, devleti ve toplumu ilgilendirmez.

        “Nasıl bir yeni Anayasa?” konusunda fikir üretmeye devam edeceğiz.

        Diğer Yazılar