Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Siyaset, bizim ülkede (ve bütün üçüncü dünya ülkelerinde, eski Sovyet cumhuriyetlerinde, yani gelişmiş Batı demokrasileri hariç her yerde), toplumu yönetme, yönlendirme ve çoğu zaman da dizginleme veya belli hedef(ler)e yöneltme faaliyeti olarak anlaşılıyor ve siyaset sınıfı tarafından da böyle uygulanıyor. Halk açısından siyaset ise, siyasilerin yaptıklarının, ettiklerinin dedikodusundan ibaret. Bir de sanki birçok şey biliyormuş ve yükseklerde adamları varmış gibi davranmak. Nihayetinde de sürekli talepçi olmak, hep sadece kendi ve kendinden olanlar için bir şeyler istemek. Buna sıcak siyaset adını veriyoruz. Eskinin tulûat oyunlarının benzeri olan, liderlerin birbirine lâf yetiştirme sanatı biçiminde cereyan eden sıcak siyaset, ister istemez bir sahnede (çoğu zaman miting meydanları veya televizyonlar), bir sahne sanatı olarak yaşanıyor ve biz sıradan yurttaşlar, yani siyasetin asıl ögesi, aktörü, belirleyicisi, faktörü olması gereken ezici çoğunluk, seyirci konumunun rahatlığı içinde olan bitenden sahneye yansıyanları seyrediyor ve bu seyirciliğin bizi siyasetten dışladığını, ıskat ettiğini fark edemiyor bile.

        Modernite-öncesi bütün toplumlar birbirlerine çok benzerler. Bu açıdan Rönesans dönemindeki İtalyan Commedia del’Arte ile Japon Nu tiyatrosu veya bizim Orta Oyunu veya Karagöz’ümüz arasında pek fark yoktur. Her daim bir ikileme karşımıza çıkar bu oyunlarda ve bunlar sürekli bir lâf kalabalığı içinde birbirleriyle itişir dururlar. İşte bu itişme biçimindeki sıcak siyaset, bizim “Siyaset’in Tamamı” sandığımız şeydir.

        Sıcak siyasetin bir sahne sanatına dönüşmüş olmasının ilk yakıcı sonucu, siyasetin bir meslek halinde görülmesi olmaktadır. Ayakkabı yapana veya satana nasıl ayakkabıcı diyorsak, siyaset yana da “siyasetçi” diyoruz ve böylece hepimize ait bir hakkı, bir görevi, bir yüklemi meslekleştirerek, yani uzmanlaştırarak ve özelleştirerek, profesyonel bir grubun eline teslim ediyoruz. Ve bunun da yakıcı ilk sonucu, işlerimizi görmeleri için seçtiklerimizin bizi yöneten, bizi güdüleyen, bize yön gösteren krallar, imparatorlar, efendiler, beyler, ağalar, mürşitler haline gelmeleri oluyor. Bunun en tipik ifadesi, bu seçtiklerimizin kendilerini tanımama gafletini gösterenlere söyledikleri, “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” sözü.

        Sıcak siyaset, yönetime yolladıklarımızın, bizim adımıza ve bizim paramızla yaptıkları işleri, onların bize bir lütfu olarak algılamamıza yol açan birçok kanal üretmektedir. Bunların başında, kararların nasıl ve hangi perspektiflerden alındıklarının bizden gizlenmesi (devlet sırrı!) ve bize yalnızca bazı sonuçların söylenmesi, üstelik bunların “ne fedakârlıklarla” elde edildiğinin söylenmesi gelmektedir. Türkiye’deki bütün yol yapımlarını göremiyoruz ve bize yol gelince, bunu bize, sadece bize yapılmış bir “kıyak” olarak algılıyoruz.

        Öte yandan sıcak siyaset, her şeyi aynı modernite-öncesi sahne sanatlarında, örneğin Karagöz’de olduğu gibi ak ve kara zıtlığı içine sokma hünerine sahip olduğundan, gerçek manzaranın neredeyse % 99’unu oluşturan gri alanı, yani ancak tartışmayla, araştırmayla, bilgi katkısıyla, müzakereyle netleşebilecek alanı gözlerden kaçırmakta ve burayı “yüksek siyaset”in, yani gizli ve az kişi tarafından yapılan “Siyasetin” alanı olarak tutmaktadır.

        Oysa yüksek siyaset diye bir şey yoktur. Sıcak siyaset nasıl bizi gündelik dert ve çıkarlarımızın dar alanına hapsedip, bütünü görmemizi engelliyorsa, bir de bütün ülkeyi, bütün dünyayı, bütün sorunları algılama olanağı veren soğuk siyaset vardır. İşte “yüksek siyaset” diye bizden kaçırılan budur, ama asıl siyaset budur. Çünkü olaylara mesafelidir, o yüzden de soğuktur. Çünkü ilk amaç bireysel çıkar değil, ortaklığın, yani toplumun çıkarıdır, daha büyük bir boyutta bütün dünyanın çıkarıdır.

        Asıl siyaset soğuk siyasettir, çünkü siyaset kavramının kökensel anlamına sadık kalındığı taktirde, bunun “toplum meseleleri üzerinde düşünmek ve çözüm üretmek” olduğu görülecektir. Hal böyle olunca, bu elbette herkesin asli görevi olmaktadır. Bunun yanı sıra, Amazon ormanlarının yok olmasının önlenmesi veya Caretta caretta kaplumbağlarının yok olmaması için uğraşılması, baraj suları altında kalacak olan Allianoi antik kentinin kurtarılması için kanaat belirtilmesi ve çaba gösterilmesi gibi sayısız duruş, hemen ortaya çıkan yakın bir menfaat söz konusu olmadığı için, sıcak siyaset tarafından “züppelik” olarak gösterilmektedir. Yani siyasetçiler insanlara, siz gündelik ekmeğinizi düşünün, Amazon ormanları, kaplumbağalar, antik kentler bizim işimiz demektedirler. Eğer öyleyse, bir zamanların Ankara valisi Nevzat Tandoğan yerden göğe kadar haklıdır. Tek parti yönetiminin kudretli valisi, “solculuktan” tutuklanmış gençlere, “bu ülkeye komünizmin gelmesi gerekiyorsa, biz getiririz” demiştir.

        Siyaset eğer siyasilere bırakılırsa siyaset olmaktan, biz de yurttaş olmaktan çıkarız. Siyaset, herkesin işidir, ekmek kadar, su kadar gereklidir.

        Diğer Yazılar