Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye “irtica” paranoyasından seneler boyunca çok çekti ve çok zarar gördü…

        Arşivlerimiz, özellikle tek parti zamanında Kur’an okumayı öğrettikleri, mensup oldukları tarikatin âyinine katıldıkları, hattâ kanaatlerini üstü kapalı şekilde de olsa ifade ettikleri gerekçesi ile tutuklanan, mahkemeye çıkartılıp mahkûm edilen çok sayıda vatandaşın yaşadığı ıztırabı gösteren belgelerle doludur. Hattâ abartılar bu kadarla da kalmamış, memleketin millî marşını kaleme almış olan millî şairi bile emniyet tarafından “İrtica-906” diye kodlanmış, kitabı yani “Safahat” imha edilmiştir!

        Aradan seneler geçti ve bazı yumuşamalara rağmen 2000’lerin başına kadar esasta pek bir değişiklik olmadı. Üniversiteler “türban” denen başörtüsü yüzünden gayyâ kuyusuna döndü, okullarını dereceye girerek bitiren genç kızlara başlarını örttükleri gerekçesi ile diplomaları verilmedi! Subaylar ordudan ihraç edildiler, irtica memleketin terörden önce gelen tehlikesi olarak gösterildi, dinî sembolleri kullandıkları gerekçesi ile siyasî partiler kapatıldı.

        Bu tatsızlıkların örnekleri çoktur…

        Devlet geçmişte aslında sadece dindar kesime değil, kendisi ile aynı görüşte olmayan her cenaha, sağcısına, solcusuna, milliyetçisine, komünistine, hattâ başka dinlerin mensuplarına bile tepesi attığında eline sopayı alıp girişmiştir ve arşivlerde yapılacak araştırmalar devletin bu ceberut geleneğinin dünya kadar örneğini ortaya koyar…

        Emir ve uygulama bu şekilde olunca kendilerini sistemin istediği şekilde gösterenlerin önlerindeki ikbal kapıları ardına kadar açılırken “irtica” her zaman “ilk tehlike” olarak görüldü. Özellikle de 28 Şubat sonrasında başları örtülü genç kızların kollarından tutularak okullarından hoyratça kapı dışarı edilmelerinin görüntüleri ve üniversitelerdeki “ikna odalarının” tatsız hatıraları hâlâ hafızalardadır.

        AK Parti’nin iktidara gelmesinden itibaren tatsızlıklar yavaş yavaş son bulmaya başladı; geleneğin ve halkın giyiminin asırlardan buyana ayrılmaz parçası olmasına rağmen devletin senelerce heyulâ gibi gördüğü başörtüsü ile beraber dinî kavramlar da kamusal alanda kabul buldu.

        NORMAL OLANI ZATEN BUYDU!

        Şimdi, özellikle son seçimde şahit olduğumuz bazı görüntüleri şaşkınlıkla takip ediyorum: Bir zamanlar “irtica geliyor” diye bas bas bağıran, kendi lâiklik anlayışından taviz vermemek için her türlü yaygarayı yapan, “ikna odaları”nın mucidlerini milletvekili yapıp yönetimde de yer veren bir siyasî partinin, yani CHP’nin adayları, seçimden önce ve sonra partilerinin vaktiyle kamusal alanda yapılmasına karşı çıktıkları ne varsa hepsini yaptılar ve yapıyorlar!

        Meselâ, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı seçim öncesinde Yeni Zelanda’da katledilenlerin ruhları için Yasin okuyor, ilk sonuçların gelmesinin ardından Eyüpsultan’a gidip namaz kılıyor, ertesi gün Fatih’in ve Gazi Osman Paşa’nın türbelerini ziyarete gidiyor. Başkentin yeni belediye başkanı mazbatasını almadan önce Hacıbayram Camii’nde sabah namazını edâ ediyor ve vazifesine “Haydi Bismillâh!” deyip başlıyor; ayni partiden seçim kazanan bir başka belediye başkanı da göreve devralırken kameraların önünde Kur’an ve bayrak öpüyor.

        Bütün bunları tuhaf karşıladığımı zannetmeyin; aksine, tamamı çoktan ve alenen yapılmaları gereken normal davranışlardır! Zira, politikacıların memleketin âdetlerini yerine getirmekten çekinmemeleri, itikadlarını gizlemeye hiçbir endişeye kapılmadan ama bunu propaganda malzemesi yapmaya kalkmadan açık şekilde yerine getirmeleri zaten olması gereken birşeydir ve bu iş her medenî memlekette böyledir.

        Merak ettiğim husus işte burada: Başörtüsü yahut türban, siyasetçinin ibadeti veya dinî kavramların kullanılması şimdi normal karşılandığına, hattâ takdir bile gördüğüne göre bütün bunların dünyevî hayatın gereği olduğunainanan bir kesim uzun seneler boyunca neden inim inim inletildi? Memleket en başta türban bahane edilerek niçin hiç durmadan gerildi? Üniversitelerin türban ve irtica bahanesiile bilimin değil, tatsızlıkların mekânı haline getirilmesinin sebebi ne idi? Bütün bu dertlerin ve üzüntülerin yaşanmasına ne lüzum vardı?

        Toplumsal barış, uzlaşma, gerginliklerin nihayete ermesi vesaire gibi hayallerimiz ancak bu soruların cevapların bulunması, ders alınması ve bundan böyle de gerektiği şekilde davranılması sayesinde gerçek olabilir.

        Diğer Yazılar