Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        CUMHURBAŞKANI Erdoğan 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde Beştepe’de eğitimcilere bir yemek verdi. O yemekte bir eğitimcinin “Finlandiya modeli”nden bahsettiği, Cumhurbaşkanı’nın da “Eğitimde 1. sıradalar, bizim de oralara gelmemiz lazım” dediği basına yansıdı.

        Türkiye’deki eğitim sisteminde çok ciddi sıkıntı var. Devamlı zikzaklar çiziliyor, habire sistem değişiyor. Artık neyin ne olduğunu takip etmek bile imkânsız hale geldi. Cumhurbaşkanı da bu alandaki performanslarıyla ilgili özeleştiri yapıyor.

        Ben açıkçası yapılan değişikliklerden pek umutlu değilim, çünkü sorun sistemde değil, dolayısıyla değiştirmemiz gereken sistem değil. Bizim köklü bir zihniyet değişimine ihtiyacımız var! Finlandiya modelini duyunca o nedenle heyecanlandım. Çünkü Finlandiya modeli herhangi bir sisteme sıkışmayı reddeden bir model. Bir zihnyet dönüşümünün önünü açabilecek bir seçenek. Neden mi? Gelin, eğitim alanında hep örnek gösterilen bu küçük ve soğuk ülkenin anlayışına biraz bakalım...

        NOTSUZ, ÖDEVSİZ EĞİTİM

        FİNLANDİYA’da okula başlama yaşı 7. Biz giderek daha erken yaşta okula gönderme modelleri üzerinde çalışırken Finlandiyalılar 7 yaşında ve sadece günde 4 saat okula gönderiyorlar çocuklarını. Üstelik 4 saatin sonunda çocuklara ödev de verilmiyor. Hatta ilkokul bitene kadar not da yok.

        Başka dikkat çekici bir özellik de bu modelde merkezde ders kitaplarının olmaması. Çok temel ve basit bir müfredat var Finlandiya’da ve bu müfredat pek değişmiyor. Bir de dersler konulara göre ayrılmıyor. Mesela tarih deyince ezbere geçmişten olaylar öğretilmiyor, onun yerine disiplinlerarası bir yaklaşımla mesela belli bir tarih kesimi, olayları, mimarisi, matematiği ve dili ile birlikte aktarılıyor. Örneğin Rönesans anlatılırken o dönemin estetik anlayışı, İtalyanca, mutfak kültürü gibi ögeler de veriliyor.

        Tabii bu kolay uygulanır bir şey değil, çünkü her şeyden önce çok iyi yetişmiş öğretmenlere ihtiyaç var. Ama Finlandiya’da öğretmenlik en gözde meslek. Çok yüksek maaş alıyorlar, devamlı testlere tabi tutuluyorlar ve aynı derse birden fazla öğretmen farklı disiplinleri anlatmak için giriyor.

        SESSİZ SINIF KÖTÜ SINIF

        BİZDE öğretmenler çocukları genelde puta çevirmeye çalışır. Derste konuşmak, fazla hareket etmek yasaktır. Halbuki bu, insan doğasına en çok da çocuk doğasına aykırı! Finlandiya’da ses çıkarmayan, yerinde oturan öğrencilerin olduğu sınıfa şüpheyle bakılıyor, o sınıfın öğretmeni gözetim altına alınıyor.

        Sınıflar da buna göre düzenlenmiş. Çocukların hareket edeceği alanlar bırakılmış. Her şeyden önemlisi Finlandiya’da öğrenciler okulun işlerini de sırayla üstleniyorlar. Çöp atıyorlar, sınıfı düzenliyorlar, okul görevlilerine yardımcı oluyorlar. Bu da hem okulu benimsemelerini, hem sorumluluk almalarını, hem de hiyerarşik bir bakışa sahip olmamalarını sağlıyor.

        YİNE DE ARAYIŞA DEVAM

        ULUSLARARASI skorlara bakıldığında birinci sırada olmasına rağmen Finlandiya’da son 1 yıldır yeni bir arayış ve bir tartışma var. Dijital çağ ile birlikte eğitim modelinin bu çağın gereklerini karşılamadığı, bu nedenle farklı bir anlayışa geçilmesi gerektiği üzerine düşünülüyor ve yeni bir yaklaşım planlanıyor.

        Ağustos 2016’da ülkede daha katılımcı bir modele geçildi. Buna göre her öğrenci kendisini ilgilendiren başlığı seçip diğer başlıkları onun etrafında şekillendirebiliyor. Bir de mümkün olduğunca okul dışında müze ve sergi gibi alanların kullanımı artırıldı. Öğrenciler zamanın tehlikelerine örneğin siber saldırılara ya da sahte haberlere karşı da farkındalık ve savunma geliştirecek şekilde bilinçlendiriliyor.

        ATATÜRK DE ‘FİNLANDİYA MODELIİ DEMİŞTİ

        FİNLANDİYA ilk kez örnek olarak gösterilmiyor. Grigory Petrov’un Finlandiya seyahatlerinden oluşan ve Türkçe’ye “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” olarak çevrilen kitabı 1928 yılında dilimize kazandırılmış ve Atatürk 1930’da bu kitabın müfredata alınması emrini vermişti. Kitap Finlandiya halkının cehaletten kurtulma mücadelesini ve Finlandiya’nın başarısının arkasındaki zihniyeti anlatıyor.

        *************

        GÜLENİZM NASIL PANZEHİR GÖRÜLDÜ VE ONU KİM TARİHE GÖMDÜ?

        TÜRKİYE’de haberlerin çarpıtılmasına alışığız da artık iş meşhur Bektaşi fıkrasına dönüp gülünç bir hal almaya başladı. Benim karşı çıktığım “Gülenistleri askeri vesayetin panzehri görmek” olgusundan benim savunduğum gibi haberler yapılması absürt. Açık konuşalım: TSK’nın 27 Mayıs ile başlayan darbecilik ve sivil hükümetleri aşağılama geleneğine karşı birçok siyasetçi bu ülkede Gülen’in devlet içinde örgütlenmesine olumlu baktı. Sadece AK Parti değil, tüm merkez sağ gelenek bunu yaptı. Demirel, Özal, Çiller, Yılmaz, hatta Bülent Ecevit bile Gülen’i destekledi ve devlet içinde örgütlenme iddialarına kulaklarını özellikle kapattı. Bu somut bir tespittir. Peki bunun sebebi neydi?

        Şuydu: Seçilmiş başbakanlara askeri vesayetin devleti hiçbir zaman güvenmedi ve doğru düzgün istihbarat bile vermedi. TSK’ya göre devlet kendisiydi, hükümetler ise ekonomik konularla uğraşırdı. Son 50 yılın siyasi anılarına baktığımda ben bu siyasetçilerin hepsinin devlet içinde Gülenistlerin varlığını -çok detaylı olmasa bile- bildiğini ve kendilerine yararlı olduklarını düşündükleri için izin verdiğini düşünüyorum. Ecevit’in en yakınlarından biri bile bana yıllar önce kritik konulardaki istihbaratı kendilerine Gülencilerin verdiğini ve klasik devletin Ecevit’i çoğu yerde dinlemediğini ve bilgi vermediğini anlatmıştı. Düşünün Ecevit’e bunu yapan sistem Erdoğan’a neler yapmaz?

        Yani maalesef askeri vesayet, sivil siyasetçileri devlet içi Gülenist ağa adeta mecbur etmişti. Gülen örgütlenmesi işte bu yüzden sağ gelenek tarafından askeri vesayetin panzehri olarak görüldü ama bugün anlaşıldığı üzere bu çok yanlış bir düşünceydi. Bir yanlışı başka bir yanlışla kapatma anlayışı da bizi Gülenist vesayet rejiminin eşiğine getirdi. Gülenistler askeri vesayetin yerine geçmek istedi fakat yine bu ihaneti bitiren bir sağ kanat siyasi lider olan Recep Tayyip Erdoğan oldu. Erdoğan olmasaydı hiçbir güç ve hiçbir kurum 50 senelik mazisi olan Gülenizmi tarihe gömemezdi.

        Diğer Yazılar