Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İdlib’e bir saldırı olasılığı günlerdir konuşuluyordu. Her ne kadar ABD, BM ve Türkiye böyle bir saldırının insani felaketlere yol açacağı uyarısı yapsa da Rusya ve kenti çevirmiş Esad güçleri beklemedeydi. Ancak Tahran’da Rusya-İran-Türkiye arasında bu cuma yapılacak 3’lü zirve öncesi herhangi bir gelişme yaşanması açıkçası beklenmiyordu. Rusya tahminlerin aksine İdlib’i vurdu.

        Zirve öncesi gerçekleşen bu saldırı, Rusya’nın ABD’ye tam da Trump olası bir operasyona karşı twit atmışken ‘sen Suriye yönetiminin planlarını engelleyemezsin’ mesajı olarak yorumlanabilir. Yalnızca ABD’ye de değil, bu saldırı Türkiye’ye de bir mesaj. Moskova Tahran Zirvesi öncesi Ankara’ya pozisyonunu netleştir, diyor. Yani ‘İdlib konusunda bizim ve rejimin yanında mısın, yoksa ABD’nin yanında mı?’

        Şüphesiz Türkiye için kolay bir tablo değil. Herşeyden önce kendisini çok etkileyecek sonuçları olan bir operasyondan bahsediyoruz. Bu nedenle sınıra tanklar konuşlandı bile. Büyük bir dalga Türkiye’ye akın ederse ne olacak? Yalnızca kendi ile ilgili boyut değil, 7 yıldır süren insanlık dramı İdlib’teki olası bir operasyonla nasıl bir şekil alacak? 3 milyondan fazla sivilin bulunduğu bir alanda bu siviller terör unsurlarından nasıl ayırt edilecek? Üstelik unutmayalım ki bu unsurlar artık gidecek hiç bir yeri kalmamış, muhaliflerin son kalesi olan İdlib’e sıkışmış ve kaybedecek hiç bir şeyleri olmayan unsurlar!

        Bu tablo Tahran’daki zirveyi giderek daha önemli kılıyor. Türkiye, Suriye masasında hem ABD hem de Rusya ile müzakere edebilen, kendi çıkarları doğrultusunda farklı politikalar geliştirebilen bir ülke olarak oturuyor. İdlib’de yaşanabilecek büyük kayıpları önlemek, topyekün bir saldırıyı durdurmak için de gözler Ankara’ya dönmüş vaziyette. BM Tahran’daki zirvede Türkiye’nin ikna kabiliyetine bel bağlamış durumda. Kısacası Suriye’de çemberin son halkası olan İdlib’de Türkiye’ye çok ciddi bir rol düşüyor. Bir yandan kendini korumak, diğer yandan büyük sonuçları olacak bir insanlık faciasını önleyici tavır almak, aynı zamanda farklı kutuplarla masada müzakere ederek köprü kurmak durumunda…

        ***

        Bizim evdeki dünya

        Ela ve Yasemin’in okulu yarın açılıyor. İki aydan uzun süren yaz tatili bitti. Yasemin heyecanla arkadaşlarını görmeyi bekliyor, Ela ise isyanlarda. İstemiyormuş, sevmiyormuş vs vs… Bırakın aynı karından ve aynı anda çıkmayı, bu bıdıkların biri Kuzey, diğeri Güney Kutbundan sanki. Her şeyleri öyle farklı ki…

        Biri evde dışa dönük, dışarıda çekingen. Diğeri evde sessiz, dışarıda sosyal. Biri sürekli hayaller kurup, kendi kendine oynamayı seviyor, diğeri devamlı onunla ilgilenen birilerini istiyor. Biri doğaya dair sorular soruyor, diğeri kendi kendine, izlediği filmleri canlandırıyor…

        İkiz çocuk sahibi olduktan sonra kadim tartışma olan ‘nature vs nurture’ yani ‘karakter doğuştan mıdır, eğitimle mi şekillenir’ sorusunun cevabına kendi adıma kesin bir nokta koydum. Tıpatıp aynı koşullarda, aynı zamanda doğan ve elimizden geldiğince aynı muameleyi göstediğimiz iki insan bu kadar farklı olabildiğine göre karakter kesinlikle sonradan oluşan bir şey değil. Çevre ancak mevcut hamurun ne kadar açılabileceğini belirliyor, hamurun mayasını değiştiremiyor.

        2 bambaşka karakter

        Arkadaşlarım bana hep ‘Bunca farklı iki çocuk olunca anlaşmaları zor olmuyor mu?’ diye soruyorlar. İşte çocukların bana kanıtladığı bir söz daha: zıt kutuplar birbirini çeker!

        Benzer olsalar eminim bu kadar iyi anlaşamaz, böyle güzel oynayamazlardı. Birbirlerinden çok farklı oldukları için birbirlerini müthiş tamamlayabilen, oyun oynama konusunda ordinaryüs derecesine yükselmeye aday bu çocuklar. Bazen gizlice bir köşeye geçip onların konuşmalarını dinliyor, oyunlarını izliyorum. Hiç durmadan hayal kuruyorlar. Danslar, gösteriler hazırlayıp, ellerinde kendileri yaptıkları davetiyeler ile gelip bizi izlemeye çağırıyorlar.

        Yasemin gösteriyi planlıyor, Ela anlatıyor. Sonra yasemin dans ediyor, Ela şarkı söylüyor. Ve bu işbölümü her konuda sorunsuzca devam edip gidiyor.

        Dünyada ve Türkiye’de onca gelişme olurken çocuklarımı anlatmak da nereden çıktı diye düşünüyor olabilirsiniz. Ancak tam da yukarıdaki İdlib yazısını bitirdiğim sırada kapım çaldı ve içeri Yasemin girdi. Gözlerini kocaman kocaman açıp ‘annecim yarın okulda yazı yazmayı öğreneceğim ve ben de artık senin gibi çalışacağım’ diyerek benim taklidimi yapmaya başladı. Ardından Ela geldi ve bu konuşma üzerine ‘benim okula gitmeye ihtiyacım yok, bana herşeyi annem zaten öğretiyor, babam da bilim kitapları aldı, diyerek Rasim’in onlar için aldığı TÜBİTAK’ın ‘Çocuklar için bilim’ serisi bir kucak kitabı alıp yanıma getirdi.

        Onlara baktıkça insan denen varlığa olan inancım artıyor. Öyle tertemiz bir enerji, öyle uçsuz bucaksız bir hayalgücü ve sınırsız bir sevgi kapasitesi var ki çocukların. Dünyadan umudunuzu kestiğinizde çocuklarınıza dönün. Yaşamın anlamını ve başlangıcın ne kadar güzel olduğunu hatırlayın…

        Diğer Yazılar