Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğuna yönelik verdiği karar bir anda gündemin ortasına bomba gibi düştü. Acaba bu kararı nasıl okumak gerek? AİHM Türkiye’ye siyasi baskı mı yapmaya çalışıyor yoksa tamamen hukuki bir gerekçeye mi dayanıyor?

        Bu ve bunun gibi sorulara cevap bulmak için kararı duyar duymaz güvendiğim birçok isme ulaştım.

        Çok önemli gördüğüm bir yorum ile başlayayım: AK Parti’nin önde gelen bazı isimleri 18. Madde ayrıntısına dikkat çekiyorlar. Diyorlar ki; "AİHM ilk kez Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 18. Maddesini işletti." Bu madde hakların kısıtlanmasının sınırları üzerine. Deniyor ki; "Sözü edilen hak ve özgürlüklere getirilen sınırlamalar ancak öngörülen amaçlar için uygulanır. Demirtaş’ın tutukluluğunda bu ihlal edilmiştir." Bu madde AİHM’e taraf olan ülkelerin OHAL’deki hak kısıtlamalarının uygulanıp uygulanamayacağını düzenliyor.

        Parti içinden konuştuğum önemli kaynaklar AİHM’in ilk kez ve şimdi bu maddeyi işletmesini kuşkuyla karşıladıklarını söylediler ve "15 Temmuz'dan sonra görülen FETÖ davaları ile ilgili bir zemin hazırlanıyor olabilir" yorumunu yaptılar.

        "DAVALARI HIZLANDIRMAK GEREKİR"

        AK Parti’nin önemli hukukçu isimlerinden Burhan Kuzu ise öncelikle esas olanın tutuksuz yargılama olduğunu hatırlatarak başladı değerlendirmesine. Hakikaten de bunu hep söylemiştir Kuzu. Ancak Demirtaş meselesinde dava dosyalarına ve istenilen cezalara bakmak gerektiğini de ekledi. "4-5 dosya ayrı ayrı ilerliyor ve toplamda çok ciddi bir süre hapis talebi var. Hakkındaki suçlamaları ve istenen cezayı da göz önünde bulundurmak gerek" diye konuştu. Kuzu’ya göre de davaların daha çabuk sonuçlanması gerekiyor. Süreç uzun ve bu da bu tip kararlara kapı açıyor.

        "AİHM 'GEREKÇE YOK' DİYOR"

        Değerli hukukçu Profesör Adem Sözüer ise AİHM’in Demirtaş’ın tutukluluk tedbirinin gerekçesinin olmadığını ve uzun tutukluluk nedeniyle seçimde adil olarak yarışamadığını hatırlatarak, yargıya uyarı yaptı. "Bu çok sık karşımıza çıkıyor, özensiz hazırlanan iddianameler ve tutukluluğun hangi sebeple olduğunun açıklanmadığı dosyalar… Tutukluluk için kaçma ya da delil karartma şüphesi gerekir, Bunlar var mı? Varsa nerede, bunu anlatmak gerek" dedi. "Şayet mahkemeler dosyaları daha özenli hazırlasa ve tutukluluğu gerekçelendirebilse Demirtaş ile ilgili bu karar gelmezdi" yorumunu yaptı.

        AİHM’in kararının bir sonucu olacak mı, mahkemeler karara uyacak mı göreceğiz. Ancak AB ile ilişkilerin yeniden olumlu bir noktaya evrildiği bir dönemde böyle bir kararın gelmesi elbette Türkiye açısından son derece can sıkıcı…

        ***

        Müslüm Gürses üzerinden bir iç hesaplaşma

        Son yıllarında seslendirdiği pop parçaları dışında, Müslüm Gürses benim hayatıma neredeyse hiç değmedi. Şarkılarını dinlemedim, yarattığı etkiyi hep uzaktan ve göz ucuyla izledim.

        Lisede, üniversitedeyken konserlerinde kendilerini jiletleyen gençler olduğunu duyar, sanki kaf dağının ardındaki bir dünyayı izler hissine kapılırdım. Milyonların bam tellerine kimsenin dokunamadığı gibi dokunuyordu ama itiraf edeyim, o dünyaya uzak olmak, o şarkılara ilgisiz kalmak bana oryantalist bir zevk veriyordu. Sanki Doğu orasıydı, o acı, o kan, o salt erkek kalabalığı ve ben kendimi onun karşısında konumlayarak bütün bunlardan ayrışıyordum.

        "Batılı bir eğitim alan, üst-orta sınıf seküler bir ailenin çocuğu olduğum" hissi Müslüm ve temsil ettikleri ile aramdaki mesafe ne kadar uzunsa o kadar pekişiyordu sanki.

        Şimdi, aradan yıllar geçtikten sonra bu hislerle objektif bir şekilde yüzleşebiliyorum. Ben yalnız değildim. Esasen Orhan Pamuk’un kitaplarında mükemmel resmettiği Doğu-Batı arasına sıkışmış ve Batılı gibi görünmeyi hayatının merkezine almış bir ortamın meyvesiydim. Tarif etmeye çalıştığım "yabancı durma" hali Türkiye’nin bir kesiminin kimliğinin bugün hâlâ kökleşmiş bir parçası. Mevcut kutuplaşmanın temelinde yatan en önemli faktörlerden biri…

        Beni şekillendiren bu ruh gazetecilik yaptığım yıllar içinde kırıldı. Türkiye’nin çok farklı coğrafyalarında, bambaşka hikayeler dinleyerek, eskiden uzaktan bakmayı sevdiğim hayatların içine girerek galiba şimdi bana son derece çocukça gelen "uzak durma" refleksimi attım.

        Şimdi de size bu arka planla "Müslüm"ü izlemiş bir gözden notlar aktaracağım…

        BABASININ ÖLÜMÜ DE OLMALIYDI

        Hikaye kendi başına çok dramatik. Tabii dramatizasyonu artırmak için de özellikle çalışılmış. Kurgu ve anlatım müthiş akıcı. Kast harikulade seçilmiş. Müslüm Baba’nın hem çocukluğu, hem yetişkinliği orijinaline inanılmaz benziyor. Timuçin Esen olağanüstü bir performans sergiliyor.

        Film somut gerçeklere ne kadar uyuyor tartışmasında ben, Müslüm Gürses’in uyuşturucu alışkanlığının tamamen göz ardı edilmesinin hikayeyi anlatmak bakımından eksik kaldığını düşündüm. Zira alkolden ziyade madde bağımlılığı ile sorunu vardı.

        Babasının hayatındaki dramın temel kaynağı olması çok güzel resmedilmiş. Filmde yoktu, sonrasında merak ettim, baktım. Baba Mehmet Akbaş 2009’da ölmüş. Hikayeye konsa iyi olurdu. Zira babasının ölümünü nasıl karşıladığını merak ediyor insan…

        ***

        Bu zalim haberleri yapanlar utanıyor mudur?

        Ancak filmin ardından geriye dönük olarak medya taraması yapınca bizim sektörün, özellikle de magazin dünyasının ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha gördüm.

        2000’lerin başında "Müslüm Gürses babasını ihmal ediyor" haberleri yapılmış, hatta baba Mehmet Akbaş’tan demeçler alınmış! Kim bilirbu haberler Gürses’in acısını ve travmalarını nasıl deşmiştir... Ama buna rağmen o dönem verdiği röportajlarda sabırla ve nezaketle, geçmişe hiç atıf yapmadan, babasına değer verdiğini ve onun her şeyiyle ilgilendiğini anlatıyor. Bakın buraya bu zalim haberlerden bir link koyuyorum…

        ***

        Ahmet Kaya da film yapılmalı

        Yapımcı Mustafa Uslu sinema tarihimize çok faydalı bir film kazandırdı. Kendisini tebrik ediyorum. Müslüm’ü izlerken Uslu’nun bundan sonra Ahmet Kaya’nın hayatını çekmesinin tam sırası olduğunu düşündüm.

        Maalesef çok genç yaşta ve talihsiz bir şekilde kaybettik Kaya’yı. Gürses’ten farklı ama onunki de çok zor, çok çetin bir hayattı. Yasakçı zihniyet nasıl ki Müslüm’ü ve arabeski yasakladıysa, Ahmet Kaya’yı ve Kürtçe’yi de yasakladı. Bu iki ismi de biraz da bu yasaklar büyüttü, efsaneleştirdi.

        İyi bir senaristin ve yönetmenin elinde Ahmet Kaya filminin de arşive girecek çok değerli bir çalışma olacağını düşünüyorum…

        Diğer Yazılar