Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bozkurt’ta, Sinop’ta, Bartın'da selin vurduğu yerlerde cansız bedenleri bulunanlar ve su baskınlarında kaybolup, hala bir umut arananları aralıksız olarak izliyorum iki gündür. Ölü sayısı 58 oldu, kayıp ise 77'yi buldu.

        Böyle bir felaket, böyle bir acı karşısında ne denebilir? O yıkılan evler, o çarpık yapılaşma, o daraltılan su yatağı… Hepsi doğanın bozulan dengesinin karşısında sorumlu.

        Böylesine hazırlıksız, yanlış, bozuk bir düzen oldukça ölmeye mahkumuz…

        Öte yandan Karadeniz’deki kahredici görüntüler maalesef başka bir şey daha söylüyor.

        O görüntüleri izlerken gözümün önüne dünyanın farklı yerlerinden görüntüler de geliyor.

        Mesela Ehr.

        Almanya’nın batısında Ren Nehri’nin bir kolu olan Aar’ın üzerinde yer alan, şiir gibi güzel, minicik bir belde Ehr. Kartpostallarda resmedilen, temiz, zengin, düzenli bir Avrupa kırsalı.

        Zengin Almanya’nın bu güzel noktasının belediye başkanı Dominik Gieler, 23 Temmuz gecesi annesinden son bir mesaj almıştı. Mesajda suların, Gieler’in doğup büyüdüğü eve doğru büyük bir hızla geldiğini söylüyor, "Beni kurtar" diyordu anne.

        Almanya’nın kırsalındaki Ehr’in belediye başkanı, sel felaketinin yaşandığı o gece annesinin feryadına koşamadı. Anne sulara kapıldı, cansız bedeni iki gün sonra bulundu. Şehrin ise yarıya yakını yerle bir oldu.

        Temmuzda meydana gelen selde Almanya’da 180’den fazla, Avrupa genelinde 300’e yakın insan öldü.

        Bunları bizdeki ölümlerle kıyaslamamız için yazmıyorum. Çok büyük bir felaket yaşıyoruz ve bu felaketin sorumlusu her şeyden önce yanlış şehirleşmenin önünü açanlar.

        Ancak giderek içe kapanan Türkiye’de Karadeniz’deki sel felaketini de sadece Türkiye’nin bize özgü koşullarına ve bize bağlarsak daha çok felaket yaşarız. Global olarak büyük bir denge sarsılmasının tam ortasında olduğumuzu unutmamalıyız.

        Bakın yukarıda Almanya’dan bir örnek verdim. Almanya, Belçika, İtalya, İngiltere’de geçen ay sel nedeniyle yüzlerce kişi öldü.

        KÜRESEL İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ GÜNDEM OLMADIKÇA...

        Küresel iklim değişikliğini artık marjinal bir konu olmaktan çıkarıp en az iç siyaset kadar güncel ve hayati bir mesele haline getirmemiz gerekiyor.

        Batı dünyası harıl harıl sadece bu yıl yaşanan doğa olayları üzerinden küresel ısınmayı durdurmayı konuşuyor.

        Biz yaşadığımız son hadiseyi yine mevcut siyasi kutuplaşma üzerinden birbirimizi yemek için kullanırsak otomatik refleks vermekten başka bir şey yapmış olmayız ve bu her zamanki gibi hiçbir işe yaramaz.

        Doğa felaketleri dünyanın çok farklı yerlerinde benzer şekilde yaşanıyor. Bu felaketlere verilen tepkiler ve alınan önlemler tabii ki önemli. Biz bu konuda zayıfız. Öte yandan bunun kadar bu felaketlerin önlenmesi için ne yapıldığı da önemli.

        PARİS ANLAŞMASI ÇIKMAZI

        Bence Türkiye’nin küresel iklim değişikliğine karşı mihenk taşı kabul edilen Paris Anlaşması’nı 2016’da imzalamış olmasına rağmen halen bu anlaşmanın mecliste onaylanmamış ve hayata geçmemiş olmasını esas eleştirmeliyiz.

        G20 içinde anlaşmayı uygulamayan başka ülke yok.

        CHP geçen ay anlaşmanın meclisten geçmesi için çağrı yaptı. CHP’yi tebrik ediyorum ama ben bu çağrının yeterli olduğu kanaatinde değilim.

        Muhalefet istediği konuları gündem yapma gücü ve kararlılığına sahip. Aynı heyecanı Paris Anlaşması'nın hayata geçmesi için hükümete baskı yapma konusunda niye göstermiyorlar?

        Diyeceksiniz ki, Nagehan esas o anlaşmayı hayata geçirmeyen iktidara edecek lafın yok mu?

        Var tabii. Elbette burada esas sorumluluk iktidarın. Hükümet, anlaşma Türkiye’yi ‘gelişmiş ekonomi’ kategorisinde değerlendirdiği ve maddi olarak ciddi bir yük bindirdiği için hayata geçirmediğini, Türkiye’nin koşullarına uygun olarak şartların yeniden düzenlenmesi gerektiğini ve Türkiye’nin ‘gelişmekte olan’ kategorisinde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor.

        Paris Anlaşması'na gerek yok, biz zaten bu konuda üzerimize düşeni yaparız demeye getiriyor Ankara. 16 Temmuz'da Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin Yeşil Mutabakat Eylem Planını açıkladı.

        Bu plan bir iyi niyet beyanı olsa da "Paris Anlaşması'nı hayata geçirmeyen Türkiye" imajını değiştirmiyor. Uluslararası finansmanla ilgili sorunları gidermenin yolunu bulup bir an önce bu anlaşmayı ülke olarak hayata geçirmemiz gerek.

        Karadeniz’deki plansız yapılan çürük binalarla mücadele ederken işin bu boyutunu da gündemde tutmalıyız.

        Bu felaketlerde gardroplarımızın da payı var

        Bu felaketlerde gardroplarımızın da payı var
        0:00 / 0:00

        İklim bilimciler uzun süredir doğanın bozulan dengesinin sebepleri üzerine kafa yoruyor, küresel ısınmanın nedenlerini araştırıyorlar.

        Bu konuda yazılan birçok önemli makale ve rapor var. Ben bugün onlardan değil, kişisel bir gözlemimden bahsetmek isterim.

        Bence bu tüketim döngüsünün ayakta kalmak için devamlı uyardığı insan nefsi başımıza gelen felaketlerin baş sorumlusu.

        Modern insanın bitmek bilmeyen, ihtiyaçların kat kat ötesine geçmiş hale gelen ‘sahip olma’ güdüsü bütün dengeyi bozuyor. Her şeyin daha fazlası için dönen bir düzen var. Moda, gıda, kozmetik…

        Meşhur stand-up’çı Hasan Minhaj’ın Netflix’ten erişebileceğiniz hızlı moda endüstrisini anlattığı bölümünü izlemenizi tavsiye ederim. Bu tüketim çılgınlığı yüzünden binlerce ağaç kesiliyor, her hafta değişen kreasyonlar büyük bir karbon salınımına neden oluyor.

        Etrafınıza bir bakın… Moda, gıda, kozmetik tüketimi akılalmaz boyutlarda. Bir yanda geçim sıkıntısı, diğer yanda son kuruşuna kadar tüketme çılgınlığı…

        Düzen baştan sona yanlış. Ve bu yanlışlık birbirine bağlı dev bir zincir.

        Bu zinciri kırmak için sadeleşmemiz gerekiyor. Ama sistem dev bir canavar gibi modern insanın tepesinde, buna izin vermiyor. Habire nefsimizi gıdıklayarak ayakta kalıyor. Bu gidişi kırmak için ‘yeni’ diye gözümüze sokulanlara hayır demeyi ve azla yetinmeyi başarmamız gerek. Bu da pek mümkün görünmüyor.

        En temelde felsefi zeminde bakarsak modernizmin ve onun bir ekonomik yansıması olan kapitalizmin kesin neticesi tabiatın ve çevrenin zorunlu olarak tahrip edilmesidir. Bundan kaçış imkansızdır.

        Şu an ABD toplumunun yıllık tüketiminin aynısını tüm dünya ülkeleri tüketebilse zaten dünya tamamen yok oluyor. Dünyada canlı yaşamının sonuna geliniyor eğer fakir ülkeler de Batı ülkeleri seviyesinde tüketirlerse.

        Ya da daha geriye doğru gidip tarihsel açıdan bakarsak eğer İngiltere’de 19. Yüzyıl'da başlayan ve pek övünülen endüstri devrimi eğer 19. Yüzyıl içinde tüm ülkelerde yaşansaydı zaten bugün dünya diye bir şey olmayacaktı. Gezegenimiz ortadan kalkacaktı.

        Bu somut tespitler noktasında tüm itibarlı bilim adamları hemfikir. Modernizmin en katı savunucularından popüler Türk bilim insanı Celal Şengör de bu tespitleri kabul ediyor.

        Fakat bu tespitlerin gerektirdiği paradigma dönüşümü üzerine kimse düşünmek istemiyor. Çünkü o zaman hepimizin modern konforları bozulacak. Uçağa binme eyleminin kendisi bile tabiat düşmanı bir aksiyon. Kimse bu mevzularda konuşmuyor.

        İnsanlar kafa konforundan vazgeçmeden “çevreci” görünmek istedikçe de hiçbir şey değişmiyor ve değişecek gibi gözükmüyor.

        Diğer Yazılar