Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bugün size dinlediğimde güleyim mi ağlayayım mı karar veremediğim bir hikaye anlatacağım. Dilbilimci ve yazar Sevan Nişanyan'ın son dönemde yaşadıklarının hikayesi.

        Nişanyan’ı tanıyorsunuzdur.

        Epey uzun süredir Samos adasında yaşıyor.

        Birkaç ay önce yurtdışına çıkarken Yunan polisi bir daha Yunanistan'a gelmemesini tavsiye ediyor. Nişanyan’a kendisinin "Yunan devleti için tehdit" olduğunu söylüyor.

        Sevan Bey bu uyarıdan sonra Belgrad’a gidiyor ve aylarca Belgrad'da kaldıktan sonra yeniden Yunanistan'a dönünce de tutuklanıyor.

        Önceki gün -15 gün içinde ülkeyi terk etmek kaydıyla- serbest bırakıldı.

        Olayın detaylarını yazar Alin Ozinian'ın "Sınırsız" isimli programında Nişanyan'dan dinledim. Kahkaha atmamak için kendimi zor tuttuğumu itiraf edeyim. Irkçılık ve özellikle Türk düşmanlığı hastalığının Yunanistan'da ne kadar irrasyonel bir zemine geldiğini hikayeyi dinlerken trajikomik bir şekilde anlıyorsunuz.

        Meğer Nişanyan’ın "Yunan devleti için tehdit" olarak görülmesinin sebebi esasen Samos adasındaki dedikodu çarkıymış. Yerel halkın "Bir Türk adaya geldi, buradan toprak satın alıyor. Her ortamda inadına Türkçe konuşuyor. Yakında buraya cami yaptıracak bu Türk" diye özetlenebilecek şikayet mektupları yüzünden bir anda Yunan bürokratik mekanizması Nişanyan'a karşı harekete geçmiş.

        Evet yanlış duymadınız, Türkiye'nin en meşhur ateistlerinden biri olan Nişanyan "Samos adasına bir cami yaptırma ihtimali olduğu için" ulusal güvenlik tehdidi sanılarak Yunanistan'da tutuklanmış ve şimdi yeniden deport edilmek üzere.

        Türk ulusalcılarının nefret sembollerinden biri "Samos adasında uyarılara rağmen her ortamda Türkçe konuştuğu ve Türk olduğu için" cezalandırılıyor. Hatırlatmama gerek yok, Nişanyan Ermeni. Neresinden bakılırsa büyük bir komedi. Zaten kendisi de olayı "Yunanistan'da ırkçılık Türkiye'den çok daha fazla ve güçlü" diye özetliyor.

        Nişanyan'ın uzun süredir askıda bekleyen iltica başvurusu bu vesileyle Yunan bürokrasisi tarafından reddedilmiş. Üstelik eşi Ira Thozoru aynı zamanda Yunanistan vatandaşı. Yani aslında otomatik olarak oturum hakkı almış olmasına rağmen başvurusu geri çevrilmiş.

        İşin diğer detaylarını yine Ozinian'a konuşan İra Hanım'dan öğrendim ve bir kez kahkaha attım.

        Eşi Samos Karakolu’nda tutukluyken sadece 1985'den kalan bir kartlı telefon makinesi ile konuşabilmişler. O telefonun kartları artık piyasada bulunmuyor. Ancak eskiciden bulup karakola iletilebiliyormuş. Karakol hala bilgi ve evrak iletmek için 80'lerden kalma bir faks cihazı kullanıyormuş. Anlayacağınız Samos karakolunda bir VHS kaset bir de tüplü televizyon eksik. O kadar AB reformuna rağmen Yunan bürokrasisinin bu durumuna hakikaten çok şaşırdım.

        Neyse tüm bu komedinin ardından Sevan Nişanyan serbest bırakıldı. 15 gün içinde bir ülke seçip oraya gitmesi gerekiyor. Aynı zamanda vatandaşı da olduğu Ermenistan’a da gidebilir.

        Fakat Dicle Baştürk'e esasen Türkiye'ye gelip, Şirince'ye yerleşmek istediğini söyledi. “Artık çok yoruldum ve benim evim Şirince, Türkiye'ye dönmek istiyorum” derken ilginç bir özeleştiri de yaptı. “Türk hükümetiyle aramdaki köprüleri yıkmak için ben de elimden geleni yaptım ve bu konuda bir talepte bulunacak yüzüm yok” dedi.

        Bu arada Eşi İra Hanım da doğma büyüme İstanbullu ve Türkiye'yi çok sevdiğini sık sık dile getiren bir isim.

        Ben bunları duyduktan sonra Sevan Nişanyan'ın durumunu soruşturdum. Hapisten kaçmasına rağmen, zannediyorum sonradan çıkan infaz yasası nedeniyle eğer Türkiye'ye gelirse yatacağı bir ceza bulunmuyormuş. Standart olarak yakalama kararı varmış ama zannediyorum havalimanında bürokratik işlemlerden sonra ve belki nezarethanede 1 gün kalıp serbest bırakılabilirmiş. Tabii devam eden başka davalar vardır, o ayrı konu. Ayrıca Türk devleti Nişanyan hakkında bir kırmızı bülten çıkarmamış, yani onu yurtdışında yakalamak vs ile uğraşmamış. Şahsi izlenimim Nişanyan'ın Yunan polisi ve bürokrasisi ile bir Türk vatandaşı olarak inatçı kavgasının Türk devletinin kimi yetkililerinde bir sempati uyandırdığı yönünde.

        Dönüşü ile ilgili ulusalcı çevrelerde "Tutuklansın, tutuklansın" diye bir baskı olabilir belki ama devletin içindeki muhafazakar-milliyetçi ve İslami çevrelerde böyle bir hava yok.

        Elbette baştan sonra radikal anarşist bir isim olan Sevan Nişanyan'ın fikirleri herkesi rahatsız edebilir. Hatta yaptıkları delilik olarak da görülebilir. Yunan polisi ve Yunan faşistleriyle bile uğraşmış tuhaf biri. Fakat Şirince'nin turizm sahası haline gelmesinde "Nişanyan Evleri" girişiminin önemi inkar edilebilir mi? Türkçe konusunda enfes çalışmaları ve Türk dilbilim literatürüne katkısı yok sayılabilir mi? Şirince olgusunun evrensel bir turizm mekanı olmasını sağlayanlardan biridir Nişanyan.

        Böyle bir insanın yaratıcı enerjisinden Türkiye istifade etmesin mi? Bence çılgın diyelim ve bazı söylediklerini dikkate almayalım. Kim ne derse desin ben Sevan Nişanyan ve eşinin Türkiye'ye gelmesinden yanayım. Bırakın ailesiyle beraber hayatının geri kalanını Şirince’de yaşasın. 65 yaşına gelmiş bir insandan bahsediyoruz.. Zaten kendisi de özeleştiri yapıyor.

        İlgili bakanlıkların hadiseye bir de bu açıdan bakması gerekir diye düşünüyorum. Nişanyan Ailesi'ni, Yunan bürokrasisinin zulmünden kurtarıp Türkiye’ye kazandırmak yanlış mı olur?

        Sabahlar zifiri karanlıkken elektrik tasarrufu ne işe yarar?

        Sabahlar zifiri karanlıkken elektrik tasarrufu ne işe yarar?
        0:00 / 0:00

        6 yılı devirmek üzereyiz. Mart 2016’dan beri bu ülkenin sabah erkenden yollara dökülen milyonları kış ayları boyunca bir türlü gün ışığı görmedi. Çocuklar, gençler, kadınlar zifiri karanlıkta yollarda.

        Okula ve işe gitmek gündüz değil gece yapılan bir aktivite haline geldi. Bizim çocuklar yıllardır sabah kalkıp “Anne bu gece de mi okul var?” diye soruyorlar. Televizyonlarda sabah kuşakları alacakaranlık kuşaklarına döndü.

        Mevcut uygulamadan memnun olana bugüne kadar hiç rastlamadım. Aksine bu uygulama bir güvenlik meselesini de beraberinde getirdiği için insanlar tedirgin. Anneler çocuklarını okula yollarken korkuyor, kadınlar otobüs duraklarına yürürken ürküyor…

        Öyle dar ve izbe sokaklar var ki, sabahları kapkaranlıkta yollara dökülmek özellikle hiç güvenli değil.

        İşin psikolojik boyutunu saymıyorum bile.

        İnsanların yaşama sevinci azalıyor, yataktan çıkmak zorlaşıyor…

        Bunlara rağmen kış saati uygulamasına dönülmemesindeki ısrarı anlamakta zorlanıyorum.

        Dün Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez bir kez daha bu uygulamanın devamında kararlı oldukları mesajını verdi. Enerjiden tasarruf ediliyormuş.

        Valla ben sabah gün ışığı yerine elektrik kullanılarak nasıl tasarruf edildiğini anlamakta zorlanıyorum ama öyle de olsa bu, insan mutluluğundan tasarrufa değecek kadar büyük olamaz. Enerji israf etmeyelim derken hayat enerjimiz yok oluyor.

        Çocukların mutluluğu, kadınların can güvenliği için artık kış saatine dönülmesi gerekiyor.

        Diğer Yazılar