Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Bizim bıdıkların kendi metotları var. O ufaklık hallerine aldanmamak gerek.

        Ne zaman “Onu öyle değil, böyle yapsan daha iyi olur” veya “Bu yanlış oldu, bir daha öyle yapma” gibi cümleler sarf etsem, onları uyarmaya kalksam hemen karşıma ikisi birden dikiliyor: “Bu bizim dünyamız anne!”

        Bu “bizim dünyamız” kalıbı epey yerleşti. Mesela doğum günü de demiyor minişler. “Onların dünyalarının başlangıcı”ymış .

        Günlerdir o başlangıcın yıldönümü için hazırlık yapıyoruz.

        “Anne bizim dünyamızın gününde ne yapsak?” ile başladılar, çeşitli önerilerin sonunda 10 kişilik bir arkadaş listesi ile evde “kendi dünyalarını kutlamaya” karar verdiler. Define avı yapacaklar, tshirt boyayacaklar, "hayatlarını yaşayacaklar"mış…

        Ama öyle tatlı, öyle temiz, öyle yaratıcı bir çocuk enerjileri var ki… Onları dinlerken kendimi gürül gürül akan bir pınarın altında hissediyorum. Öyle bir sevgi veriyorlar ki insanın ruhu titriyor…

        Bir yandan da çok eğlendiriyor ve olgunlaştırıyor çocuklarla olmak. Daha doğrusu onlarla birlikte akan bir ırmağa kendini bırakmak.

        Bunu günlük koşturma içinde her zaman yapamıyoruz maalesef. Çoğunlukla kendi sıkıntılarımız, stres, günlük zorunluluklar içinde en önemli olanları erteliyoruz.

        Bu yazıyı "Bari bugünlük öyle yapmayın" demek için yazıyorum.

        Geriye bakıyorum da, 9. Yaş günü kutlamasına kadar ne çabuk geçmiş zaman…

        Halbuki "daha dün gibi".

        Değil mi?

        Galiba hayat "daha dün gibi"lerin toplamı.

        Kayıtsızca yaşadığımız ve birbirine benzeyen günleri hatırlamadığımız için hatırlamaya değenler hep “daha dün” gibi geliyor.

        Aradan geçen süre dolgu malzemesi adeta.

        “Daha dün gibi” dememek için bugünü ertelememek, bugün yaşamak gerek. İçimize sindirerek…

        İlk hayal kırıklığı

        İlk hayal kırıklığı
        0:00 / 0:00

        İlkokul 3. sınıftaydım. En yakın arkadaşımın babası doktordu. Yaz tatili yaklaşırken bir gün geldi ve şöyle dedi:

        “Biz taşınıyoruz Nagehan, babamın tayini çıktı”

        Tayinin ne olduğunu öğrenmek için okulun bitmesini nasıl beklediğimi, koşa koşa eve gidip arkadaşıma ne olacağını anneme nasıl sorduğumu hiç unutamam.

        Bu konuşmadan bir ay sonra taşındılar ve ben arkadaşımı yıllarca görmedim. Bir kez mektup yazdı, sonra ben lisedeyken öldüğü haberi geldi ancak 30’lu yaşlarındayken yaşadığını ve avukat olduğunu öğrendim. Yıllar sonra bir gün onun babası öldüğü gün aradı, buluşup bir yemek yedik, bir kez de Amerika’da bir toplantıda karşılaştık.

        Ama o ‘tayin’ haberini aldığım gün hep aklımdadır. O gün benim için "sevdiklerinden apansız ayrılabileceğin gerçeğinin yarattığı allak bullaklık" hissinin miladıdır.

        Şimdi o hissi benim minik Yasemin’im yaşıyor. En yakın arkadaşı üç hafta sonra taşınacak. Babası konsolos, başka bir ülkeye tayinleri çıktı, gidiyorlar.

        Dün telefonumdaki google aramalarına Yasemin’in şunu yazdığını gördüm: “Arkadaşımın babasının yeni bir iş bulması ya da aklını değiştirmesi için ne yapmam gerek?”

        Öyle çaresiz, mutsuz, korunaksız ki minik…

        Benim de içimden google’a şunu sormak geçiyor: Google Google söyle bana, çocukları hayatın buzullarından korumak için var mı sende bir parola?

        Diğer Yazılar