Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İzmir Büyükşehir Belediyesi, Başkan Kocaoğlu’nun girişimiyle memurlarla toplu sözleşmeye başlama ve taşeron şirket işçilerini belediye şirketlerinde istihdam etme kararı aldı.

        Bu tavrı, emek aleyhine açıklarla dolu ve yoğun çelişkilerle yüklü küresel gerçekliğe, sosyal demokrat belediyecilik adına alternatif bir yorum ve belediyecilik refleksi olarak okumak gerekir.

        Türkiye’de emeğin üretime katkısı karşılığında hak ettiği ekonomik değeri alamamasının başlangıcı, 12 Eylül militarizminin sosyal hayattaki gasplarının sonucu olsa da, emek karşıtı politikaları 1980’lerden günümüze iktidara gelen tüm sağ iktidarlar sürdürmüştür.

        Bu politik tercihte sağın emekle olan ilişkisindeki sorunlar yanında, sağın küreselleşmeye topyekun teslim oluşunun payı büyüktür.

        Küreselleşmenin tüm dayatmaları karşısında, ona rağmen değil, ama onu da sorgulayan politik vizyonu sağın hiçbir coğrafyada geliştiremediği, daha doğrusu geliştirme gibi bir derdi olmadığını yaşayarak gördük.

        Amerika’da Reagan’cı, İngiltere’de Thatcher’cı ekonomi politiğin emeğe dair politikalarında kaybedenler hep emek, kazanan ise sermaye olmuştu.

        Özalcı pragmatizmin, 12 Eylül’ün emek karşıtı militarist anlayışından devralıp uygulamaya koyduğu sosyallik karşıtı politikalar, toplumsal sınıflar içinde emeğiyle geçinenlerin süratle buharlaşmasının yegane nedeniydi. Küreselleşmenin eksik, yanlış yorumlanmasının, sosyal boyutunun önemsiz görünmesinin sonucu olan bu politikalar, salt piyasada alınıp satılan emeğin değerini değil, kamuda, merkezi ve yerel düzeyde hizmet üreten atanmış, seçilmiş yönetimlerin de emek politikalarını doğrudan etkiledi.

        Batıdan dalga dalga Türkiye’ye de yayılan küreselleşme, sonuçta piyasanın aktörleri kadar, hatta onlardan daha çok kamuyu yanına çekmişti.

        Kamunun küreselleşme karşısında aldığı pozisyon, emek başta olmak üzere, hizmet sunduğu yurttaşların ve hizmeti sunmak için çalıştırdığı her türlü personele ilişkin sosyal politikaları küreselleşme neyi emrederse, derhal gereklerini yerine getirme yönündeydi.

        Bu tavır piyasa koşullarında istihdam sağlayan, üretim yapan piyasa aktörleri için, kapitalizmin mantığı gereği anlaşılabilir.

        Çünkü, bir zamanlar New York Times’da ifade edildiği gibi, bunu yapmayan firmalar “ya otomatlaşacak, ya göçmenleşecek, ya da buharlaşacak”tı.

        Fakat kamunun, emek politikalarında bugüne kadar özellikle merkezi düzeydeki yapılanmalarda, örneğin kamu kurumlarında çalışanların ücret politikalarının belirlenmesinde cunta Anayasası ve hukukunun dayatması kadar, toplu sözleşme,grev gibi sosyal haklara adeta gönül rızasıyla destek verildiğini biliyoruz.

        Gerekçesi; bu tür sosyal hakların ekonomik maliyetinin, karlılık, verimlilik üzerinde yol açacağı yüklerdi.

        Çünkü, işleyen, etkin devletten anlaşılan; sayısal değerlere indirgenmiş çıktılardı.

        Yerel düzeyde personele sunulacak olan toplu sözleşme yapma, taşeronlaşmaya son verme gibi pratikler piyasaya sosyallik takviyesi yapan emek dostu politikalardır.

        Bu nedenle, Başkan Kocaoğlu’nun yerel düzeyde kamudaki emek piyasasını yeniden yorumlama kararı, sosyal demokrat belediyecilikte mütevazi bir “3. Yol” olarak düşünülmeli. Pragmatizm takviyeli muhafazakar belediyecilik anlayışı da bu kararı örnek almak zorunda.

        Çünkü, her şey insan için.

        Diğer Yazılar