Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kapitalizm ve dayattığı üretim sistemleri 1980’li yıllardan itibaren siyasi, yönetsel, hatta kültürel olanı süratle yeniden yapılandırıyor.

        Aslında kapitalizmin kendisine edindiği bu misyon tamamlanmış da değil.

        Gerektiği yerde, gerekli olanı inşa edip tedavüle her zaman sokabilme gücüne kapitalizmin sahip olması, istesek de istemesek de bir gerçeklik.

        Kapitalizmin modern zamanlar sonrası yeni biçiminde siyasi olanı yapılandırması özellikle ulus devletler bağlamında dikkat çekici.

        Dünün çelik misali bükülmez ulus devletleri bugün güç kaybederken, bir yandan yetkilerinin bir kısmını uluslararası örgütlere devrediyorlar, diğer yandan kendi içlerinde bir yerelleşme eğilimi güçleniyor.

        İlk bakışta küreselleşmenin ve ulus devletlerin çelişkisi olarak yorumlanabilecek bu durum aslında tam da küreselleşmenin mantığıyla örtüşmekte.

        Ulus devletlerin uluslararası örgütlere yetki devri de, aynı devletlerin yönetsel başkentlerinde kullanılan yetkilerin yerel yönetsel birimlere devredilmesi de, sermayenin akışkanlığını tesis etmek, önündeki engelleri kaldırmakla ilintili.Ulus devletler kapitalizmin ulvi amaçlarını gerçekleştirmek için, günümüzde kamu, sivil toplum ve iş dünyası birlikteliğinde yeni oluşumlara gidiyorlar.

        Konuya ilişkin popüler oluşumlardan biri de, kalkınma ajansları. Yerel girişimciliği teşvik ederek, yerel halkı bilgilendirme, becerilerini geliştirme, üretime yönelik yeni bilgi ve teknolojileri kullanarak küresel rekabette var olabilmek için oluşturulan bu kuruluşlar yavaş yavaş ülkemizde çoğalmakta.

        Nihai amaç; yöresel ölçekte yatırımların artması, rekabetin şiddetlenmesi, sonuçta refahın katlanması. Refahın, üretilen değerlerin adil biçimde paylaştırılıp, paylaştırılmayacağı ayrı bir mesele.

        Kalkınma ajanslarının gerek yapısı, gerekse işleyişi, günümüzde hakim olan “yeni kamu yönetimi” ya da “yeni kamu işletmeciliği” mantığının doğal bir sonucu olarak yönetişime (birlikte yönetmeye) dayanıyor. Bu ajansların kuruluş kanununda yönetişimin tesisine yönelik yasal ve yapısal düzenlemeler fazlasıyla mevcut. Fakat işin yasalarla, yönetmeliklerle bitmediğini de belirtelim.

        Başkan Kocaoğlu İZKA (İzmir Kalkınma Ajansı) toplantısında kalkınma ajansları için özgürlük talebinde bulunmuş.

        Haksız değil.

        Kentin kamu, sivil toplum ve iş dünyasından kanaat önderlerini kentin potansiyelini harekete geçirmek için kalkınma ajansları gibi oluşumlarda bir araya getirmek önemli olmakla birlikte, asıl önemlisi; merkeziyetçi, güçlü devletin bu konuda ne kadar samimi olduğudur.

        Yapılanmalar AB’nin “yapın” talimatına yanıt veren zoraki adımlar mı, yoksa gerçekten Türkiye’de merkeziyetçi, bürokratik devlet yıllardır toplumu Ankara’dan yönetmenin başarısızlığını kabul mu ediyor?

        Toplumu siyaseten hizaya getirme konusundaki devlet aklının bugün iflas ettiğine sayısız örneklerle tanık oluyoruz.

        Fakat asıl mesele; yönetsel ve iktisaden de zaafiyet içinde olan aynı aklın kalkınmayı yerele devretme, yerelin önünü açma konusunda ne ölçüde samimi olduğudur.

        Diğer Yazılar