Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Referandumun sonuçlarına ilişkin yapılan çoğu analizde üzerinde birleşilen husus; “evet” ve “hayır”ların coğrafi-mekansal ayrışmasının, birbirlerini teğet geçen üç farklı Türkiye’yi resmetmesidir.

        Birinci Türkiye Trakya’dan Ege’ye, oradan Akdeniz‘e uzanan kıyı hattı boyunca yerleşik seçmenlerce ağırlıklı olarak verilen ve “hayır” oylarıyla temsil edilen, Batılı yaşam tarzını içselleştirmiş, laikliği kültürel, siyasal değerler bütünü olarak referans alan, milliyetçi / ulusalcı hassasiyetleri baskın olan bir sosyolojik gerçekliktir.

        İkinci Türkiye, ağırlıklı olarak “evet” oylarıyla görünür olan, mekansal olarak Orta Anadolu’dan Batı ve Doğu Karadeniz’e uzanan, siyasal-kültürel kodları itibarıyla din başta olmak üzere her türlü toplumsal, geleneksel kurumlara bağlılığın yaşamlarına anlam ve değer kattığı muhafazakar kesimlerden müteşekkil bir coğrafyaya denk düşmektedir.

        Referandumu boykot eden üçüncü Türkiye’de, yerleşik olanların referanslarında ise öne çıkan husus siyasi kimliklerdir. Kendisini Kürt olarak tanımlayan ve bu kimliği önce devlet nezdinde eşit yurttaşlık statüsü şeklinde kabul ettirmek, ardından toplumsal ve siyasal alanda bu kimlikleriyle var olmayı amaçlayanların yerleşik olduğu Güneydoğu, 3. Türkiye’nin yüzü olarak dikkat çekmektedir.

        +

        Referandum sonuçlarıyla tescillenen bu güncel Türkiye fotoğrafını veri alarak, ülkenin politik ve sosyolojik anlamda keskin bir ayrışma sürecine girdiğini iddia etmek güç. Fakat şu da bir gerçek ki, Batı’ya özgü değerlere, yaşam tarzlarına, pratiklerine sarılanlar yanında, ağırlıklı olarak “Evet” oylarının ya da sandığa gitmeyenlerin yoğun olduğu coğrafyada varlıklarını bir kez daha tescil ettiren ve hayatın anlamına ilişkin referansları devlet eliyle takdim edilenler yerine sosyal çevreleriyle etkileşim içinde öğrenip, içselleştiren referanslarla var olmaya kararlı heterojen sosyolojilerle karşı karşıyayız. İzmir’de Karşıyaka ve Narlıdere’den ya da Konya, Bingöl veya Hakkari’den bakınca bu sosyolojiler birbirlerine yabancı gelebilir.

        Sosyolojik anlamda değişime tekabül eden ve siyasete mekansal olarak da yansıyan bu durumu İngiliz tarihçi John Dalberg-Acton’un toplumsal ve siyasal gelişmeleri analiz ettiği “birlik modeli” ve “harmoni modelleri”nden, harmoni modeline bakarak anlamak mümkün. Kültürel anlamda çoğulculaşan, ekonomik alanda da ifadesini bulan, hem devletin hem de siyasi iktidarın öngördüğü standart ve kalıpların dışında, devlet otoritesinin ve iktidarın mutlak belirleyiciliği yerine, kendi tercihlerinin mukadderatlarını tayin etmesi gerektiğini düşünen sosyolojik doku genişlemektedir. Liberali, muhafazakarı, ulusalcısı, milliyetçisi, Türkü, Kürdü, 12 Eylül’de tercihleriyle veya boykotlarıyla kendisi olarak kalmayı tercih etmiştir.

        +

        Artık birlik içinde yaşayan sınıfsız, kaynaşmış sosyolojiler tarihe karışmıştır. Mesele; farklılaşan bu sosyolojilerden bir harmoni toplumu yaratılıp yaratılamayacağı, birlikte değil ama ,birada yaşayıp yaşayamayacağımızdır.

        Önümüzdeki süreçte AK Parti iktidarına düşen görev; birbirini teğet geçen üç Türkiye’nin sosyolojilerini uyum içinde, birbirini dışlamadan bir arada tutabilmektir. Bunun yöntemi; dışlayıcılığa itibar etmeyen kapsayıcı siyaset ve demokrasi anlayışını rehber edinmektir.

        Diğer Yazılar