Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye yıllardır sermayenin rengini, siyasetin rengini tartışıp durdu. Son zamanlarda bir anlamda darbenin rengi tartışılıyor. Darbenin rengi olur mu? Ya da sivil darbe olur mu?

        Sivil tartışması esas itibariyle “sivil” kavramının biraz da bilinmemesiyle ilgilidir. Bizde genellikle sivil askeri olanın zıddı olarak algılandığı için, sivil darbe tartışması da kaçınılmaz olarak yanlış bir nitelendirme olmaktadır. Öncelikle darbe nedir ve kime karşıdır? Darbeler askerler tarafından da yapılmış olsalar, mutlaka bir sivil unsurla irtibatlıdırlar. 12 Eylül darbesinin Türkiye’nin büyük sermayesi ile onun uluslar arası ittifak alanlarıyla ilişkisini düşündüğümüz zaman 12 Eylül’ün de bir sivil darbe olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

        Sanırım tartışma esas itibariyle bugün Türkiye’nin geldiği demokratikleşme seviyesiyle ilgilidir. 1960’ların Türkiye’sine göre biçimlendirilmiş siyasal kurumlar, daha sonraki darbelerin ya da darbe anayasalarının ürünü olan yapılar, bugünkü toplumsal gelişmelerin karşısında geri konumda kalmışlar ve kendilerini savunmak için birtakım arayışlar içerisindedirler.

        Sivilleşme süreci

        Son zamanlarda yapılan tartışmalar bir yönüyle MGK, Anayasa Mahkemesi, HSYK gibi yapıların demokratik bir toplumdaki fonksiyonlarıyla ilgilidir. Aslında demokratik toplumlarda bu ve benzeri kurumsal yapıların bulunduğu örneklerden söz edilebilir. Mesele bütünüyle bu kurumsal benzerliklerde değil, bunların ideolojik ve fonksiyonel konumlarına dayanmaktadır.

        Kısaca Türkiye’deki sorunu şöyle tanımlayabiliriz. Söz konusu kurumsal yapı, örgütlenme tarzları biçimsel olarak dünyanın birçok ülkesinde bulunabilir. Önemli olan bu unsurların sahip olduğu meşruiyet anlayışı, demokratik değerlerle kurduğu organik bağ ve siyasal sistem içerisinde rollerinin açıkça tanımlanmış olup olmamasıdır.

        Sorun, 27 Mayıs Anayasasıyla biçimlenen kurumsal yapıların şekli olarak varlıkları değil, fonksiyonlarını düzenleyen içerik olarak dayandıkları ideolojik kalıplarla ilgilidir. Bu unsurların yaşadığı sorun, büyük ölçüde anti-demokratik bir zihniyet haritasından beslenmektedir. 1971 ve 1980 darbelerinden sonra gelen değişiklikler, yeni yasal düzenlemeler, bu yapılarda demokrasi dışı zihni kalıntıların yerleşmesine yol açmıştır.

        Çokça söylendiği gibi, Anayasalar devletle toplum arasındaki sözleşme niteliğini taşırlar. Bu sözleşme metinlerinde esas olan bireyi devlete ya da çeşitli örgütlü toplumsallıklara karşı korumak amacı güdülür. Daha açık bir ifadeyle asıl olan, ‘eşit ve özgür bireyler topluluğunu yaratmaktır’. Türkiye uygulamasında bütünüyle devleti merkeze alan, toplumu ve bireyi ise sınırlama endişesinden hareket eden tavırlar ön plandadır. Hal böyle olunca Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin bir boyutu hiç olmazsa doğrudan doğruya mevzuatla ilgili olmaktadır. Buradaki mevzuat maddeler halinde yazılmış, Anayasada ve başka yasalardaki unsurları kapsamaktadır. Şunu unutmamak gerekir ki, esas olarak bu maddelerin dayandığı temel anlayış değişmediği müddetçe, bu maddeleri teker teker değiştirmek yetersiz kalabilir.

        Nereden başlamak gerekir?

        Hemen belirtelim ki, elbette ki, anayasada anti-demokratik bir dönemin zihin dünyasını yansıtan her şeyi değiştirmek gerekir. Bunun içinde mümkün olandan başlamak, hatta hemen başlamak gerekir. Bugünkü tartışmalar zaten bütünüyle bununla ilgilidir. Yani, değişim talepleri yükseldikçe tepkiler de bir başka şekilde ortaya çıkmaktadır. Burada şunu ilave etmek gerekir ki, artık ülkemizde bir darbeyi meşru kılacak arayışlara girmek de giderek zorlaşmaktadır.

        Bugün ne rejim tehlikededir, ne irtica yükselmektedir, ne de aşırı uçlar tırmanmaktadırlar. Bu gerekçelerin hepsi Türkiye için aşınmış, anlamını kaybetmiştir. Bunu herhangi bir kimse yapmamıştır. Türkiye’nin içinde yaşadığı konjonktür, toplumsal gelişme düzeyi, ekonominin ulaştığı üretim yapısı, siyasal olarak karşılaştığımız krizlerin derinleşmesinde geçmişte yaşadığımız darbelerin rolünün görülmesi… Kısaca Türkiye bugün başka bir yerdedir. Sivil unsurlar içerisinde ‘biz zinde gücüz’, ‘bir darbe yaptırırız’ tehdidini savuracak olanlar da bu toplumsal dinamikler tarafından “etkisiz hale getirilmektedir”. Bir dönem kapanmaktadır, demokrasi zeminin genişlemesini herkesin içine sindirmesi ve çözümü bu zemin içerisinden araması gerekmektedir. Bugüne kadar darbeler askeri cuntalar eliyle yapılmıştır. Ama arkasında hep bir takım siviller olmuştur.Bugün ise, darbe yaptırmak isteyen siviller olsa da buna güçleri yetmeyecektir!..

        vbilgin@haberturk.com

        Diğer Yazılar