Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Ülkemizde dindarlığın nitelik ve nicelik olarak artıp artmadığının

        tartışıldığı görülmektedir. İnsanların dindarlığının neden tartışma konusu

        yapıldığı ilginç bir soru olmakla beraber, sürdürülen tartışmalarda ortaya

        konulan görüşler incelendiğinde, bunun kendi hayatlarına müdahale

        endişesinden kalkarak başkalarının hayatlarına müdahale arzusuna dönüştüğünü

        görmek, konunun ilginçlikten öteye ciddi bir sorun halini aldığını ifade

        etmektedir.

        Tartışmayı yapanların bir grubu, Türkiye'nin 'yükselen bir dindarlaşma'

        eğiliminden söz etmektedir. Bundan endişe duyduklarını ifade edenlerin

        yanında, tedirginliklerinin 'korku'ya dönüştüğünü söyleyenler bile vardır.

        Diğer bir grup ise, birtakım 'anket çalışmalarıyla' dindarlaşma eğiliminin

        artmadığını, dolayısıyla endişenin en azından şimdilik yersiz olduğunu

        söylemektedir.

        Dindarlık Artıyor Mu, Azalıyor Mu?

        Bu tartışmalarda üzerinde çok fazla durulmayan bir mesele ise, artık din

        algısının değiştiği ve çok farklı dindarlık biçimlerinin ortaya çıkmasıyla

        ilgilidir. Bu meseleyi fark edenlerin bile yeterince kavramadığı,

        dolayısıyla üzerinde durulmayan birkaç husus bulunmaktadır: Bir defa Türk

        toplumu yaklaşık 30 yıldır giderek hızı artan büyük bir değişim

        geçirmektedir. Bu değişim sonucunda toplumun bütün kurumları yenilenmekte,

        aktörlerin toplumsal konumları değişmekte, toplumsal algı biçimleri

        farklılaşmaktadır. Diğer taraftan Türkiye'nin dünyayla daha fazla iç

        içeleşmesi, bilim hayatını, aydınları, entelektüel ortamı doğrudan veya

        iletişim yoluyla dünyaya bağlamıştır.

        Kısaca bütün bunlar değişirken, Türkiye'nin din hadisesine bakışı, ne

        ülkenin antidemokratik geçmişinin anladığı biçimiyle 'laikratik', ne de

        köylü bir toplumun dindarlık anlayışıyla özdeş olabilirdi.

        Bir defa konuya dindarlığın artması veya eksilmesi şeklinde yaklaşmak,

        baştan meseleyi anlamaktan uzak, yanlış bir tavırdır. Dindarlığın ölçülmesi

        nicel olarak mümkün olmadığı gibi nitel olarak da imkânsızdır. Bunu anketle

        ölçmeye kalkmak, hele seçim tahminlerin de bile ne kadar yanıldıkları

        defaatle ortaya çıkmış adamların, bunu yapmaya çalışması sadece 'din',

        'dindarlık' gibi insanların 'iç dünyası'na ait bir olayın niteliksel

        boyutunun hiç kavranamadığını gösterir.

        Din olayı toplumun dini algılama, dinsel tutum geliştirme, dini prensiplerin

        bireysel inançlara dönüşmesi, dinsel davranış gibi çok farklı boyutları olan

        bir konudur. Dolayısıyla din kurumunun incelenmesi, inançların bireysel

        tutumlara dönüşme süreçleri, dindarlık biçimleri gibi hususları anlamak için

        sosyal bilimlerde geliştirilmiş olan 'anlayıcı yöntem'e ihtiyaç vardır.

        Toplumsal Güven Kaybı

        Burada üzerinde duracağımız husus, bir toplumda dindar insanların sayısının

        artması değil, bu sayının artmasının veya öyle algılanmasının neden endişe

        kaynağı olarak görüldüğüyle ilgilidir.

        İnsan düşünen, üreten, siyaset yapan bir varlık olduğu gibi, aynı zamanda

        inanan bir varlıktır. Dine inanmak, dindar olmak veya olmamak da insanın

        vasıflarından birisidir. O halde, burada sorunun birinci boyutu dindarlardan

        endişe duyanların, dine karşı olumsuz tutumların nedeni kendilerinin dinde

        veya dindarlarda gördükleri, onlardan bekledikleri potansiyel bir 'tehdit'

        algısıdır. Sorunun ikinci boyutu, bu endişe sahiplerinin tehlike olarak

        gördükleri dindarlaşmaya karşı, bir tedbir beklentisi içinde bulundukları ve

        bu konuda da ümitsiz oldukları anlaşılmaktadır. Bu tehdide karşı bir tedbir

        beklentisine rağmen, bunun gerçekleşmeyecek veya gerçekleşmemiş olmasından

        şikayet etmeleri, aslında bu anlayışta bulunanların 'devlet'ten dindarlara

        karşı 'fiili bir sınırlama', baskı talebi olarak da yorumlanabilir.

        İnsanların dinle ilgili duygularının, davranışlarının başkalarının endişe

        kaynağı olması ciddi bir toplumsal sorundur. Bu hem toplumun din kurumuyla

        ilişkilerinde problemin olduğunu hem de toplumdaki farklı grupların

        paylaştıkları ortak hayat tarzı üzerinde uzlaşmalarının esasını teşkil eden,

        karşılıklı 'güven kaybı' sorunu yaşandığını gösterir.

        Diğer Yazılar