Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sayısız cinayete bulaşmış, eli kanlı bir örgütün sözcülerinin bile söze başlarken ‘demokrasi’ kelimesiyle lafa başladığı bir ülkede ‘kimin demokrat olduğu’ sorusu önemli bir sorudur. Önemli sorudur çünkü Türkiye’nin demokrasisine karşı yapılmış müdahaleleri şu veya bu gerekçeyle savunanların ya da ‘ordunun da bir kurum olarak siyasi tavrını belli etmesinin demokratik bir hak olduğunu’ ileri sürenlerin hiç de azımsanmayacak bir ağırlığının bulunduğu bir ortamda yaşıyoruz.

        Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinde önemli iki soru vardır. Bunlardan birincisi; demokrasi nedir ve nasıl anlaşılmalıdır? İkincisi ise kim demokrattır veya demokrasi mücadelesini verenler kimlerdir? Bu mesele öyle karışık ve anlaşılmaz hale getirilmiştir ki, demokrasiyi savunduğunu söyleyenler de aslında demokratikleşme sürecine karşı en fazla direnç gösterenler de ‘esas demokrasi’nin kendi savundukları olduğunu söyleyip, elbette ki ‘gerçek demokratlar’ın da bizzat kendilerinden başkasının olmadığını iddia etmektedirler.

        SİYASAL KÜLTÜR

        Şurası açık ki, kimse dürüstçe demokrasiye karşı olduğunu söyleyecek durumda değildir. Bu, demokrasinin bir değer olarak yükseldiğini ve ona karşı olanların bile bunu ifade edecek psikolojik dirençlerini yitirdikleri anlamına gelmektedir. Bir bakıma insanlarımızın toplumsal psikolojisinde demokrasi bir değer olarak önemli bir prestij kazanmış, demokrasiye karşı veya düşman olanlar toplumsal planda kendi konumlarına herhangi bir dayanak bulma ümidini kaybetmişlerdir.

        Türkiye’nin siyaset geleneğinde, demokrasinin toplumsal zeminin oluşmaması ile ilgili nedenlerden ötürü devletin bir siyasal aktör olarak başat konumda olduğu bir siyasal algı mevcuttur. Bu siyaset algısının şüphesiz başka tarihsel sebepleri de bulunmaktadır. Devletin gerçek özne, toplumun ve bireylerin siyasi olarak, tali unsurlar gibi görülmesi devlet içerisinde örgütlenmiş kadroların dünya görüşlerinde otoriteryen devletçi dünya görüşünün kolayca benimsenmesine yol açmıştır. Bu sadece onların zümresel konumlarına bağlı çıkarların bir sonucu değil aynı zamanda bir siyasal kültürün ürettiği davranış modelinin de bir sonucu olarak görülebilir.

        Şunu hemen söyleyebiliriz ki, kimin demokrat olduğunu anlamaktan çok kimlerin demokrat olamayacağını anlamak daha kolaydır. Zaman zaman siyaset bilimi öğrencileri için derslerde demokratik teorinin anlaşılmasını kolaylaştıracak çeşitli formlarda testler oluşturulur. Bunların bazen popüler dergilere de yansıdığı görülebilir. Bu tür testlerde ‘demokrasi ölçeği’ tarzında bir model çerçevesi çizilmeye çalışılır. Sanırım bu testler Türkiye’de kimin demokrat olmadığını anlayabilmek için uygulansaydı şu soruyla başlamak gerekirdi: Size göre demokrasinin temel aktörü kimdir? Bu sorunun yanına; ‘siyasal rejimde bir kriz halinde çözüm yolu nedir?’ sorusu da eklenmelidir.

        DEMOKRATİK TAVIR

        Doğrusu, bu tür soruların yer aldığı bir anket uygulamasını bugün yapıyor olsaydık ülkemizin cuntacılık geleneğine saygılı, aradan 50 yıl geçmesine rağmen hala 27 Mayıs’ı savunan, “aslında solculara veya sağcılara zarar vermeseydi 12 Mart ya da 12 Eylül’ün ülkeyi uçurumun kenarından kurtardığını söyleyebilecek birçok ‘demokrasiye saygılı aydın’a rastlayabilirdik. Bunların arasında 28 Şubat’ın Post-Modern bir müdahaleyle “Cumhuriyet’i büyük bir tehlikeden kurtardığını söyleyenlerin hiç de küçümsenmeyecek bir oranda bulunduğu da görülebilirdi.

        Kısaca demokrat olmak öncelikle demokrasinin aktörlerinin haklarını savunmaktan geçer. Bunlar bireyin merkezinde bulunduğu siyasal örgütlenmeler, partiler vakıflar, sosyolojik anlamda cemaatler, devlete rağmen örgütlenmiş sivil toplumdur. Burada devlet yapısı içindeki kurumların, ordunun ve politik toplumun diğer unsurlarının, onların ideolojik araçlarının siyaset alanından tasfiye edilmesini gerektiğini, sanırım söylemek bile gereksizdir.

        vbilgin@haberturk.com

        Diğer Yazılar